Dün hareketli bir gün oldu.
Önce CHP cephesinden başlayacağım.
Çünkü aksiyon orada cereyan etti. Özellikle aynı saatlerde birbirine zıt iki durum ortaya çıktı. Bir tarafta Özgür Özel, partisinin yeni programını açıklarken Kürt sorunu konusunda radikal denebilecek çıkışlar yaparken; “Eşit yurttaşlık” diyor, “Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’nın uygulanmasından” bahsediyor, “Anadilinde eğitim hakkı” ve “Terörle Mücadele Yasası’nın değişimi” gibi ezber bozan vaatleri sıralıyordu.
Kesmemiş olacak ki “Birileri milletin barış umutlarını heba ederse, biz buradayız” diyerek anlamlı şeyler de ifade etti. Ancak, tam da bu sözlerin yankısı daha salondan çıkmamışken, Meclis koridorlarında bambaşka bir “heba” senaryosu vardı.
Komisyonun İmralı Adası’na yapacağı ziyaret tartışılırken, “Barış bizim işimiz” diyen iradenin kurmayları, “Biz bu ziyarete üye vermeyi doğru bulmuyoruz” diyerek, sürecin önemli bir eşiğinde tavır koydu.
Burada şunu en başta belirtelim: Söylem ile eylem arasında hafife alınmayacak bir uçurum var. Başkanlıkta iki yılını dolduran Sayın Özel’in şimdiye kadar söyledikleri malum, dün belirttiği vaatler ya kurultay öncesi tabana hoş görünme makyajından ibaret ya da inandığı doğruları partisine uygulatma konusunda ciddi bir sorun yaşıyor. Özel’in barış ve Kürt meselesine dair söylemleri mi doğru, komisyonda ifade edilenler mi?
Sorunları buraya sıkıştıran kim?
Peki ne dendi, onlara bakalım.
CHP Grup Başkanvekili Murat Emir’in komisyona üye vermeme gerekçesi siyasi tarihimize not edilecek türdendi.
İlki “Süreç şeffaf yürütülmeli” kısmı.
Pardon ama şeffaflık eleştirisi yapıp, son derece ve hatta en şeffaf bir meseleye kapı kapatmak ne oluyor? Pazarlık var deniyor muydu? Deniyordu. Şeffaf değil deniyor muydu? Deniyordu. Ada’da ne konuşuluyor bilmiyoruz deniyor muydu? Deniyordu.
İşte fırsat! Buyurun birinci dereceden muhataba sorun. Aklınızda ne varsa söyleyin. Eleştirilerinizi, önerilerinizi yapın. Bu tam da eleştirilen şeffaf değil döngüsünü kırmak için birebir bir fırsat değil mi?
Eğer İmralı’da konuşulanların halktan gizlenmesinden endişe ediyorsanız, o heyetin içinde yer alıp oradaki denetleyici göz siz olabilirdiniz. Aklınızdaki soruları muhatabına sorabilir, eleştirilerinizi doğrudan iletebilirdiniz. Bu döngüyü kırmak için altın tepside sunulan bu fırsatı tepmek, bir ilke duruşu değil; açık bir sorumluluktan kaçıştır bence.
Ve kusura bakılmasın ama bu taktiği kimse yemez.
CHP başta olmak üzere bu sürece ret oyu verenler veya çekimser kalanlar şunu çok iyi biliyor: Görüşmek demek sorumluluk almak demektir. Sorumluluk almak istemeyen, risk almaktan korkan bir siyasetin, Türkiye’nin en yakıcı sorununa dair sözü buradan kurması acı değil midir?
İkincisi ve bir diğer vahim nokta ise “Tüm sorunların İmralı’ya gidişe sıkıştırılmasına milletimizin rızası yoktur. Bunun tek seçenek olarak sunulması doğru değildir” ifadesi.
Pardon ama tüm sorunları buraya sıkıştıran kim? İmralı’ya gidişi tek seçenek olarak sunan kim? Sadece sürece faydası olacak en önemli adımlardan biri dendi. Ki sonuna kadar doğru. Böyle nedensellikleri dar-duygusal yerden üretmek siyasi bir partinin işi olmamalı diye düşünüyorum.
Bu açıklamada dikkatimi çeken bir başka nokta. “Milletimizin rızası yoktur” diyor. Sürece destek yüzde 70’lerin üzerinde. Hadi bunu geçtim. Bir yurttaş olarak soruyorum, neden adıma konuşuyorsun? Bahsettiğin millet kim? İYİ Parti, ulusalcılar ve Zafer Partisi desteğin dışında. Bunları mı esas alıyorum diyorsun? Milyonlarca Kürt, bilmem kaç kıtadan bu sürecin kalbinde ve beklentisinde iken, millet istemiyor demek de nedir? Açık ifade etmek gerekirse milyonların beklentisini yok sayıp, marjinal bir itirazı "milletin sesi" gibi sunmak, siyasi bağlamı aşan, ahlaki bir sorundur.
Barış, an’a sıkışan bir olgu değil
Üçüncüsü, açıklamada daha sonra iktidarın pratiklerini sıralıyor Emir. Ve “Kayyımların kaldırılması ve demokratik siyasetin önünün açılması gibi adımların atılmadığı bir süreçte İmralı heyetine üye vermeyi doğru bulmuyoruz” diyor.
Burada da iki şeyin altını çizmek gerek. Birincisi iktidar pratikleri üzerinden gidilecekse zaten Kürtlerin masaya bile oturmaması gerekirdi. Ama politik akıl, elma ile armudu birbirinden ayırır, ayırmak zorunda. Barış, an’a sıkışan bir olgu değil. İkincisi, 19 Mart sonrası pratiklerinden bahsederek ve bunları neden göstererek Ada’ya gidiş olmaz, diyor. Burada adını koymayarak iktidarı eleştirdiği pazarlık meselesinin benzerini üretiyor.
19 Mart zaten neden barış mücadelesinin büyümesi gerektiğini yeterince anlatmadı mı? İbretlik derslerle dolu değil mi? Barış, steril laboratuvar koşullarında değil, tam da çatışmanın ve anti-demokratik uygulamaların en yoğun olduğu anlarda, o kördüğümü çözmek için inşa edilir. En azından inandığım bu. Olumsuzluklar üzerinden güçlenme şansı veren bir zeminden çekilmek, iktidarın çizdiği sınırlara hapsolmaktan başka bir işe yaramaz.
Üç maddeden hareketle, CHP bu argümanlarla ne kendini ne Kürtleri ikna edebilir.
İyi düşünülmemiş, iyi tartışılmamış ve irade gösterilmemiş bir karar oldu.
DEM Parti Eş Başkanı Tülay Hatimoğulları’nın yazısında ifade ettiği üzere “Bazı tarihsel kavşaklar, ‘keşke’leri kabul etmez.”
Daha dokunulmazlıkların özeleştirisi birkaç gün önce yapılmışken, tarihi bir anın heba edilmesi bir politika yapma örneği olamaz. Bunu tarih gösterecek.
***
CHP başlığını toparlayıp genel bir değerlendirme yapacak olursak;
Evet, dün yaşanan gelişmeler CHP açısından bir krizdir. Uluslararası sosyalist toplantılara katılıp çözüm-barış deyip, içeride çözüme dair yol açacak imkanlarda yer almamak bir paradoks.
İktidar karşıtlığı ile çözüm karşıtlığı arasındaki fark burada çok net ortaya çıkıyor. İktidara karşı olmak, otomatik olarak barıştan ve çözümden yana olmak anlamına gelmemeli.
Tarihsel sorunlar, protesto ile veya bekleyerek değil, risk alarak, hareket ederek çözülür.
CHP’nin kararı tarihsel bir hatadır. Tablo üzücü; fakat duygusal bir noktadan, CHP’yi toptan çözüm karşıtı ilan etmemek gerek. Bu doğru olmaz. Hele uzun vadeli toplumsal barış hedefine hizmet etmez. Sayın Öcalan’ın son görüşme sonrası ifade ettiği üzere “zor bir denklem ve şartlarda, tarihi bir mesele çözülmeye çalışılıyor”.
Gerçekçi olalım, İmralı adasına gidiş elbette tek başına mucize yaratmayacak. Bütün sorunları bir gecede çözmeyecek. Fakat siyasetin çözüm iradesini somutlaştıran, barış ihtimalini güçlendiren, toplumun birbirine güvenini artıran çok çok önemli başlangıç olacağına inanıyorum. CHP, bu başlangıcın ucunda olmayı tercih ediyor.
***
Ve gelelim meselenin en trajikomik boyutuna: SEGBİS önerisi.
Dün iki-üç parti doğrudan SEGBİS önerisi yaptı. Görüşme neden SEGBİS ile olmuyor, dediler.
Gerçekten müthiş.
CHP de aslında SEGBİS demeden SEGBİS’i öneriyor. Çünkü neden teknolojik araçlar/imkanlar kullanılmıyor, diyor açıklamasında.
Madem öyle, o halde herkes uzaktan bağlansın, evden yapsın vekilliği de siyaseti de.
Siyaset home office işi mi?
Yüzyıllık bir meseleyi Zoom toplantısı ile çözme fikrinden daha trajik ne olabilir?
Bu kadar mı uzaksınız hikâyeden?
Kürt meselesi bir internet bağlantısı, bir link yollama işi midir?
Bir yargılama aracı olan SEGBİS, ne zamandan beri bir müzakere aracı oldu?
Aslında SEGBİS’te ısrar, bilinçte yargılama ve mahkûm etme isteğinde ısrardır. Oradan çıkamama konforudur.
Barışı bir ekran başında arayanlar büyük yanılıyor.
Görülüyor ki hayatlar online, gerçekler offline.
(ÖA/TY)







