"Balkanlardan gelen soğuk ve yağışlı hava" klişesine inanacak olursak, ufaktan yüzünü göstermeye başlayan bahar günlerini biraz daha bekleyeceğiz galiba. Ama önemli değil. Kışın artık gidici olduğunu biliyoruz. Havalar soğuk; pek çok şehir, özellikle de "bizim oralar" karlar altında ama bahar kapıda!
İşte, nergisler gülümsemeye başladı bile. Berfinler de güneşe yürüyor karlar altında. Havaya cemreyi de düşürdüğümüze göre... Eh, artık bahar geldi demektir. Zaten serçelerimiz de geri döndü. Cıvıl cıvıl, yuva temizliği yapıyorlar birkaç gündür. Pusuda bekleyen atmacayı kollamaktan biraz tedirgin ama baharı karşılıyor olmaktan dolayı mutlu görünüyorlar. Ötüşlerinden belli!..
Ve biz!.. Nihayet, aylar sonra, tekrar güneşle "göz göze" gelebildik. Henüz tam boy olmasa da gölgelerimize de kavuştuk. Üç kişilik tecrit hücremizde üç de gölge var artık. Kalabalıklaştık.
Özlenen gölge
İnsan gölgesini özler mi? Biz özlüyoruz. Zira kuzey cepheli, dikdörtgen bir kuyuyu andıran havalandırmamız 15 Ekim-15 Şubat arasında güneş görmüyor.
Günün ilk ışıkları bu tarihlerde duvarların üst kısmını ve de tepemizi çevreleyen jiletli tel örgüleri aydınlatıp batıya doğru ilerliyor. Şimdilerde, Şubat'ın son günlerini yaşarken, güneşi ve de baharı karşılamaktan dolayı mutlu ve sevinçliyiz.
Gölgelerimizin de katılımıyla biraz daha kalabalıklaşan bir voltanın ardından, gönül kırlarımızdan topladığımız bahar kokulu çiçeklerle, gecikmiş olmaktan dolayı biraz mahcup bir şekilde, konuğunuz olmaya geliyoruz.
Bahar coşkusu ve özgürlük özlemi ile merhaba!
Elektronik okudu
Öncesindeki birkaç aylık dergicilik sürecini saymazsam, "gazetecilik" maceram 1994'te yayın hayatına giren haftalık Atılım Gazetesi ile başladı.
Kuruluşunda emeğimizin olmasından her zaman onur duyacağım sosyalist gazete Atılım, "haberde objektif, yorumda devrimci" şiarı ile tarif ediyordu yayın çizgisini. Biz de bunun gereklerini yerine getirmeye çalışıyorduk.
1970 Ağrı-Patnos doğumluyum, ancak Wan'da büyüdüm. Trakya Üniversitesi, Tekirdağ Makine Yüksek Okulu-Elektronik bölümünden mezunum.
Gazeteci oldu
"Gazetecilik" okulum Atılım ve onun hazırlık sürecindeki her kademedir. Muhabirlikten matbaaya, teknik işlerden Yayın Kurulu üyeliğine kadar her alanda karınca kararınca emeğim geçti.
"Gazetecilik"e dair ne biliyorsam Atılım'da öğrendim. Ve her daim amatör bir ruhla, devrimci sosyalist amaçlar doğrultusunda çalıştım orada.
Bu nedenle, "mesleki olarak profesyonel gazetecilik" gibi bir hedefim olmadı hiç. Hep amatör bir ruhla ama yaptığı işi sevmeye ve saygıya dayalı bir ciddiyetle görev yaptım, yapmaya çalıştım.
Devrimci-sosyalist bir dünya görüşüne sahip olarak, aynı minvalde yayın yapan Atılım Gazetesi'nde çalışırken, haber takiplerinde, büro ve ev baskınlarında pek çok kere gözaltına alındım.
Biri Kasım 1995, diğeri Şubat 1997'de olmak üzere, iki kez tutuklandım. Son tutuklanma tarihim ise Eylül 2006. bu konuya ayrıca değineceğim. Zira o tarihten beri tutukluluğum devam ediyor.
Tarih ve tanıklar
"Özgür Basın" tarihi aynı zamanda baskı ve zorbalığın tarihidir bu coğrafyada. Başta yurtsever basın olmak üzere, devrimci sosyalist yayınlar baskının her türüne maruz kaldılar.
Ağır mı ağır bedeller ödediler, ama hiç vazgeçmediler gerçeğin peşinde koşmaktan, karanlıkları aydınlatma mücadelesinden.
"Katledilen Gazeteciler" listesi bir hayli uzun. Kaybedildiler, sokak ortasında ya da işkencede katledildi pek çoğu. Bir utanç nişanesi olarak duruyor tarihte. Sonra, işkenceler, tecavüzler, tutuklamalar, bombalamalar, kundaklamalar, baskınlar, gözaltılar, hırsızlık süsü verilerek yağmalamalar, toplatmalar, para cezaları, tehditler...
Hepsi yakın tarihte eklendi kabarık mı kabarık "utanç listesi"ne. Ve bu listenin ucu açık. İşte, hapisteki 106 gazeteci-yazar gerçeği!
7 gün 24 saat
Egemenlere göre, devletteki "yerleşik algı"ya göre yani, bizim gazeteler örgüt yayını, çalışanları da örgüt üyesidirler. Bütün bu yayınların yasal olduğu, denetlendikleri onların umurlarında bile değil.
Başbakanlar, bakanlar defalarca, açık açık hem de, "onlar gazeteci değil, militan" diyerek fetvalar verdiler. Hala da verebiliyorlar. Tam da bu zihniyetlerden dolayı, sözünü ettiğim "utanç listeleri" kabarmaya devam ediyor.
Hükümetler değişse de zihniyet aynı kaldığından, söz-örgütlenme ve eylem hakkı isteyen, özgür-onurlu bir dünya için mücadele eden, görüş bildiren, tavır alan herkes bir şekilde engellenmeye çalışılıyor, tehdit gibi algılanıyor.
Bir dönem "7 gün 24 saat", aktif şekilde çalıştığım Atılım Gazetesi de tüm bu baskıların hedeflerinden bir olduğu için bu "genel" vurguları yapma ihtiyacı duyuyorum. Zira halihazırda eski yazıişleri müdürleri, genel koordinatörü ve bir dizi yazarı tutuklu olan, hakkında yüzlerce dava bulunan bir gazetedir Atılım.
Gözaltılar
1994-1999 yılları arasında, biri sekiz, diğeri 10 ay süren iki tutuklama dönemini saymazsak, beş yıl kadar, 24 saat esaslı "sosyalist gazetecilik" yaptım Atılım'da. Çok kez gözaltına alındım, işkenceler gördüm. Belgeli olan bu işkenceler nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) devleti mahkum ettirdik.
Burada da göstermelik yargılamalar yapıldığı ama bir teki bile tutuklanmadı. Bahse konu iki tutuklanmam da beraatle sonuçlandı.
5 Mart 1999 tarihinde, DİSK'e bağlı Limter-İş Sendikası Eğitim Uzmanı Süleyman Yeter ve bir grup gazeteci arkadaşla birlikte Dayanışma Gazetesi İstanbul merkez bürosunda gözaltına alındık.
Yeter'in katli
Bu gözaltı sürecinde 1997 yılında bize işkence yaptıkları için haklarında dava açtığımız işkencecilerce sorgulandık. Bu sorgular sırasında, işkence yaparak sosyalist sendikacı Süleyman Yeter'i katlettiler.
Suçüstü yakalanmış olmanın da telaşı ve de etkisiyle olsa gerek, bu kez tutuklamadan bizi serbest bıraktılar.
Katliam sürecinin tanıklarından biri olarak gözaltında yaşadıklarımızı, polisin, savcılığın tavrını yerli ve uluslararası pek çok gazete, dergi ve TV'lere anlattım.
Davaya müdahil oldum. İşkenceciler, '97'deki işkencelere ilişkin davamızın görüldüğü gün, mahkeme koridorunda beni gözaltına alacak kadar pervasızlaştılar.
Avukatlarımızın "tanığımız, müştekilerimize baskı yapılıyor" itirazları üzerine, hakim talimatıyla serbest bırakıldım ve ancak öyle duruşmaya girebildim. Orada teşhis ettiğim işkencecileri hiç değilse AİHM mahkum etti. Berisi divana kaldı!
Devletten korunma
Tam bu süreçte yoğun polis takibine, kaçırılma girişimlerine ve tehditlere maruz kaldım. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları Derneği (İHD) "Acil Eylem" çağrısı ile kaçırılma girişimlerine tepki gösterdi. Devletten, korunmamı istediler. (Bu cümle virgülsüz de okunabilir elbette!)
Ben ve avukatlarım somut tip tarifleri, plaka numaraları, araç modelleri vererek savcılığa suç duyurularında bulunduk. Her zamanki gibi bütün bunlardan bir sonuç çıkmadı.
Aynı yıl, askerlik sorunu nedeniyle, Atılım gazetesinin merkez bürosundaki gazetecilik çalışmalarından ayrılmak durumunda kaldım. Zira "her gün" basılan, taciz edilen bir yerde "asker kaçağı" olarak kalamazdım. Gazete merkezinden ayrıldıktan sonra dışarıdan makaleler, araştırma-inceleme yazıları yollayarak katkıda bulunmaya devam ettim.
2006 Eylülü'nde yeniden gözaltına alınıp, tutuklandığım dönemde de Atılım'a, çeşitli internet sitelerine ve kimi aylık dergilere yazar olarak katkıda bulunmaktaydım. Ki bu görevleri tutsaklık koşullarında da yerine getirmeye çalışıyorum.
"Sosyalist gazetecilik"
Sosyalist basında "klasik gazetecilik" yapıldığı söylenemez. Çünkü sosyalist-yurtsever basında amatör rüh ve gönüllülük esastır. Ne telif, ne imtiyaz ne de şan-şöhret peşinde değil bizim cenahın emekçileri. Dayanışma, yoldaşlık ve birbirini tamamlama duyguları egemendir.
Halkın haber alma hakkı için, ezilenlerin sesi-soluğu ve gören gözü olmak için, her türlü yaratıcı emek ve özverili çalışma bizim gazetecilerin olağan eylemidir.
Bu çalışmalar çoğunlukla polis zoru, mahkeme kararı ya da türlü baskılarla sekteye uğratılmak istenir. Bazılarının payına mahpusluk düşer ama biliriz ki, nöbet yerimiz hiç boş kalmaz.
Başa bir şey gelir mi?
Gözaltı ve tutuklama dönemlerinde gazetemiz ve vefalı okurlarımız her zaman yanımızda oldular. Olanaklarını seferber ederek kampanyalar örgütlediler. Sosyalist-yurtsever basın şahsında "basın özgürlüğü"nün önüne çıkartılan engellere karşı mücadele ettiler, duyarlılık yaratmaya çalıştılar.
Kendi payıma, "özgür basın" mücadelesinin ne gibi zorluklarla karşı karşıya olduğunu az-çok biliyordum. Yine de, gazetecilik yaparken bunları birebir yaşamak, türlü baskılara maruz kalmak ayrı bir deneyim oldu benim için.
Büyük bir zevk ve istekle gazetecilik görevlerini yerine getirmeye çalışırken, "başıma bir şey gelir mi" kaygısı ile hareket etmedim doğrusu. Çünkü yaptığım şeye inanıyordum. Ve biliyordum ki, "bedel kapıları"ndan geçmeden Hiçbir özgürlük çoğaltılmazdı. Benim payıma düşen de bundan öte bir şey değil zaten.
Dayanışma
Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, gazetemiz Atılım dün de, bugün de "dayanışma" ilişkilerinde, "basına dönük saldırılar"a karşı mücadelede her zaman iyi ve doğru yerde durmaya çalışmıştır, çalışmaktadır.
Mesela "dün", bomba sesini duyacak kadar yakın bir yerdeki büromuzdan fırlayıp, daha o utanç dumanları tüterken Özgür Ülke'nin yerle bir olmuş binasının üzerinde, biz, yurtsever basın emekçileri ile bir sonraki günün gazetesini nasıl çıkaracağımızı konuşuyorduk.
Ve "bugün", Özgür Gündem-Dicle Haber Ajansı (DİHA) gibi kurumlar basılıp, onlarca gazeteci gözaltına alındığında, sınırdaki, ücra bir F tipinde biz, dışarıdaki arkadaşlarımızın nasıl davranacağını tahmin edebiliyoruz. Yanılmadığımızı görünce de elbette mutlu oluyoruz.
"Sürmekte olan davamız"
Tarihin ironisi midir bilinmez ama dosyaya konulan gizlilik kararı nedeniyle, hangi gerekçeyle olduğunu dahi bilmeden tutuklandığımızda takvimler 12 Eylül 2006'yı gösteriyordu! Cunta her bakımdan yürürlükteydi adeta.
Uzunca bir süre hakkımızdaki suçlamaları öğrenemedik. İddianame sekiz ay sonra çıktı ama temel belgelerin bir kısmı dosyaya konulmadı.
Hakim karşısına ilk kez, tam 13 ay sonra çıkabildik. O zamanda eksik belgeler nedeniyle savunma yapamadık. Polis fezlekesinin bir tekrarından ibaret olan 292 sayfalık savcılık iddianamesini ancak 22 ay sonra, 5 Haziran 2008'de cevaplayabildik.
Polis ve savcılık Marksist Leninist Komünist Partisi (MLKP) örgütünün yöneticisi olduğumu iddia ediyor. Dolayısıyla istenen cezalar bu iddiaya dayandırılıyor.
Hangi deliller?
Peki, hangi delille? Somut olarak hiç! Ne polis, ne de savcılık şahsımı tek bir eylemden veya olaydan dolayı itham etmiyor, edemiyor. Çünkü böyle bir şey söz konusu değil.
İtham yöneticilik ama bunu dayandırabilecekleri tek bir belge, bilgi, şahit, ifade, ilişki, teknik veya fiziki takip ya da telefon kaydı vb. söz konusu değil.
Ama soyut bir iddia olarak "yöneticilik"ten öteye de geçemiyorlar. Çapsız iddianamelerini güçlendirme şansları da yok. O yüzden de komplolardan medet umuyorlar, sahte deliller üretmeye çalışıyorlar.
Pervasızlıklarından mı yoksa beceriksizliklerinden midir bilinmez, bu işi de ellerine yüzlerine bulaştırmış durumdalar. Mesela illegal bir partinin yöneticisi olmakla itham ettikleri benim, bir örgüt bildirisinin altına açık kimliğimle "Bayram Namaz- Merkez Komite" yazdığımı, bunu kamuoyuna yayınladığımı iddia edebilmekteler.
Akıllar zarar bu örnek bile işlerin ne denli şirazesinden çıktığını gösterir sanırım.
3 bin yıl hapis
Diyecek söz yok gerçekten de. Ama biz neredeyse altı yıldır bu komploları çürütmeye, sahtelikleri bir bir açığa çıkartmaya çalışıyoruz. "Biz neden tutukluyuz" sorusuna ne savcının ne de mahkeme heyetinin verebilecekleri "gerçek ve hukuki" bir yanıtları yok, bunu biliyoruz.
Buna rağmen altı yıldır tutukluyuz ve hakkımda Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 309/1, Terörle Mücadele Kanunu'nun (TMK) 5/1 maddelerine dayanılarak "ağırlaştırılmış müebbet" ve yaklaşık "3 bin yıl hapis" cezası istenmektedir.
Yıllar içinde davamız "uzun tutukluluk" bakımından emsal dosyalardan biri haline geldi. Yılda ancak üç duruşmaya çıkabiliyoruz. Şu anda henüz arar aşamasında bile değiliz.
Her mahkemede açık açık söylediğimiz gibi tutukluluğumuz hukuki değil, siyasal gerekçelere dayanmaktadır. Yargılanmak istenen görüşlerimiz, düşlerimiz ve umutlarımızdır.
Değişen heyetler
Tam da bu gerçeğin bilgisiyle ifade ediyoruz ki, polisin ve savcılığın, insanın aklıyla dalga geçercesine dosyaya koydukları yalanlar manzumesinin bir hükmü yoktur.
Heyet de savcı da bunun farkındadır. Sık sık heyet değişmekte, bu yüzden biz aynı şeyleri tekrar tekrar hatırlatmak durumunda kalmaktayız.
2011 Mayısı'nda dosyaya atanan yeni bir savcı "mevcut delil durumu, suç vasfının değişme olasılığı ve yattıkları süre gözönünde bulundurularak" tahliyemizi talep etti ama heyet tahliyesi istenen 10 kişiden sadece dördünü serbest bıraktı.
Mavi düşler
Başka davalarda da hukuki tutumlar takındığı basına yansıyan o savcı apar topar görevden alındı ve şimdi yeni bir savcı eski iddiaları tekrarlıyor! Hukuki durumumuzun özü-özeti de bundan ibarettir.
Biz, her duruşmaya sevinç ve umutla gitmeye devam ediyoruz. Mahkeme kürsülerinde asla vazgeçmeyeceğimiz onurlu yaşam mücadelemizden ve umutlarımızdan süzülüp gelen sözler söylüyoruz...
Söylemeye de devam edeceğiz. Aklımız, yüreğimiz özgür olsa da, bunun mekansal olarak da tamamlanmasını talep ediyoruz, yine edeceğiz.
"Boşuna çekilmedi bunca acılar" diyen "İstanbul" şiirini de, "güzel günler göreceğiz çocuklar/ motorları maviliklere süreceğiz" diyen şarkıyı da ferah bir yürekle söylemeye devam ederken, kahkahalarımız, mavi düşlerimiz ve umutlarımız hep yanımızda olacak, biliyoruz.
Bu bilinç ve duygularla sizlere Edirne F tipinden sevgi ve selamlarımızı gönderiyoruz.
Görüşmek umuduyla... (BN/BA)
* Bayram Namaz, Edirne F Tip Cezaevi
** Hapis Gazeteciler "Suç"larını Anlatıyor yazı dizisinde yer alan diğer mektupları okumak için tıklayın.