1980 Mardin Kızıltepe doğumluyum. Ailemle birlikte 1989'da Adana iline ekonomik nedenlerden dolayı göç etmek zorunda kaldık tam 23 yıldır Adana'da yaşıyoruz. Bekârım.
Azadiya Welat
Gazeteciliğe 1997'de Adana'da Azadiya Welat gazetesinde çalışmaya başladım.
O zaman haftalık yayın yapıyordu. 1998'de ise Azadiya Welat Mersin temsilciliği yaptım. 2000 başlarında gözaltına alınıp tutuklandım. 2001'de 15 yıl ceza aldım.
Radyo Dünya
Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) yapılan düzenlemeler çerçevesinde 2005'de tahliye oldum. 2007'de ise Adana'da yerel yayın yapan Radyo Dünya'da çalışmaya başladım.
2009'a, yani yakalandığım döneme kadar genel yayın yönetmeniydim. Bildiğiniz gibi şu an cezaevindeyim. Arkadaşlar olanakları doğrultusunda maddi manevi desteklerini sunuyorlar.
Ben gazeteciliğe sevdiğim için başladım. Kuşkusuz her mesleğin zor yönleri vardır. Ama gerçek ki gazeteciliğin güzel yanları zor yanlarından daha çok.
Belki günümüz teknolojik olanakları gereğince radyoculuk geride bir izlenim vermiş olabilir. Kendim yaşadığım için söylüyorum. Her şeyde olduğu gibi eğer sen o aracı doğru temelde kullanırsan misyonunu her zaman oynar.
Halkla diyaloga girmek istiyorsan al sana radyo, toplumu bilinçlendirmek mi istiyorsun al sana radyo bu örnekleri daha da artırabiliriz. Radyoculuğa eğer müzik kutusu misyonu yüklersen o zaman dinleyici seni tercih etmez, mp3-4-5 vs. alır ve istediği müzikleri yükler ve severek dinler.
Biz yani Radyo Dünya'yı radyo yapanlar bu yanılgıya hiçbir zaman düşmedik. Zaten bu çizgi göze çarpış olmalı ki sayılarca davalar açıldı. Zaten onun için de şu an cezaevindeyim.
Cezaevi riski
Tabii ki her zaman yakalanma, cezaevine girme riski var. Biz bunu göze alarak koyulduk bu yola. Her zaman düşünce özgürlüğü önünde engel olanların karşısında durduk, duracağız da.
Basında çıkan haberleri, özellikle tutuklu gazetecilerle ilgili düşünce özgürlüğüne dönük haberleri her zaman üzüntüyle izliyor, okuyorum. Bir yandan üzüntüyle izlerken, öfkeleniyor ve bir şey yapamamanın ezikliğini yaşıyorsun.
Buna en iyi tepki olarak kalemi eline alıyor, yazıyor, cevap olmaya çalışıyorsun. Susmadan. Belki burada olanaklarımız kısıtlı ama yapılabilecek çok şeyin de olduğunu biliyoruz. İşte burada bizlere köprü rolü oynayan siz değerli meslektaşlarımızı sonsuz minnetle her zaman dillendiriyoruz.
Ben 7 Aralık 2009'da gözaltına alındım. Gözaltına alındığımda hakkımdaki iddiaları bilmiyordum, sorduğumda ise "Cumhuriyet Başsavcısı ifadenize başvurmamızı istedi" şeklinde cevaplar aldık.
Dosyada gizlilik
Bizden önce Diyarbakır, Mersin ve benzeri yerlerde KCK tutuklamaları olmuştu. Dosyaya gizlilik kararı verilmişti. Ne biz, ne de avukatlarımız hiçbir bilgi alamadık. Dosyaya bakan Savcı Lokman Doğan zaten ifademizi dahi almadı.
Bu savcı çok babacan tavrıyla herkesin dikkatini çekmişti. Tutuklanacağımızı anladık. Emniyette de susma hakkını kullandık. Zaten emniyetteki polislerde "susma hakkınızı kullanın işlemleriniz hızlı bitsin" zaten bizlerde avukatlarımızla birlikte o kararı almıştık.
11 Aralık 2009'da aynı dosyada yargılandığımız 11 arkadaş tutuklanarak cezaevine getirildik. Hâkimliğe 20 kişi sevk edildi, Savcı herkese tutuklama istedi ama hâkimlik dokuz arkadaşımızı bıraktı. Daha sonra Savcı karara itiraz etti ve arkadaşlar da bir hafta sonra aynı cezaevine getirildiler.
Sorular
Hâkimlik ve savcılıkta ''radyo kimin'', ''sen radyoda ne yapıyorsun'', ''yaptığının programın ismi neden bu'', ''neden cezaevleri mektuplarını okutuyorsun radyo'da'' gibi sorular soruldu.
İddianamede bulunan tutuklanma gerekçesi sayılan delillerden zaten daha önce eski tarihlerde yargılandım. Üç dosyam Yargıtay'da bulunuyor.
Aynı nedenlerden iki-üç kez tutuklanmış sayılıyorum. Bu şu demek oluyor: ''sen susmazsan, ortalıkta olursan seni aynı suçtan istediğimiz zaman alır ve cezaevine atarız yıllarca ceza veririz." Sen onların gözünde zaten potansiyel suçlusun, potansiyel suçlu sayılırsın.
Bir gün olur da bu yazdığımız mektuplar sizin de suç deliliniz sayılırsa şaşmamak lazım. Yani burada söylemek istediğim şu. Bu yapılan bir zulümdür. Bunu hukuka bağlamak hiç akıl karı değil.
Bir sözle işe son
Yaşadığımız coğrafya öyle bir hal almış ki meslektaşlarımız işlerini icra edemez duruma gelmiş. Medya patronları Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) güdümüne girmiş. Bir sözle çalışanların işlerine son veriliyor.
Banu Güven, Ece Temelkuran, Can Dündar, vs. sadece bunlar birkaç örnek.
Tutuklu gazeteci sayısı yüzü geçti. Utanılmadan da deniliyor ki bunlar gazeteci değil, bombacı, terörist.
İddianame
İddianamemiz tam 10 ay sonra açıklandı. Hatta Cumhuriyet Başsavcısı Lokman Doğan 330 sayfa iddianame hazırladı. Ama 8. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından "Tutuklu sanıkların suçlarının somut olarak gösterilmediği" gerekçesiyle Cumhuriyet Başsavcılığına iade edildi.
Adana Cumhuriyet Başsavcılığı iddianameyi 360 sayfa olarak yeniden 8. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunduğu iddianamede suç vasfı hiç değişmeden, yani tutuklanma gerekçesi olmayan tutukluluk halimizin devamına karar verdi ve iddianame kabul edildi.
Duruşmaya 22 Ekim 2010'da çıkarıldık. Tüm yargılanan arkadaşlarla birlikte ana dilimiz olan Kürtçeyle savunma yapmak istedik. Mahkeme heyeti bunu ''susma hakkı'' olarak tutanaklara geçti. Bilinmeyen dil de cabası.
Keşke duruşma izlense
Avukatlarımız kimi tarihi belgeleri sundu, Lozan Antlaşması vb. mahkeme heyeti bunu da kabul etmeyip savunma hakkımızı elimizden almış oldu.
22 Ekimden bu yana beş altı duruşmaya çıktık, bazı duruşmalarımızın iki dakika sürdüğü bile oldu.
Yaklaşık üç yıldır yargılanıyoruz mahkememiz bir arpa boyu kadar bile ilerlemedi. Hal böyle olunca delil durumunda hiçbir şey değişmedi. Dosyamızın ne zaman sonuçlanacağını bilmiyoruz.
Keşke olanaklarımız, zamanınız olsaydı da sadece bir duruşmamızı izleyebilseydiniz. Tam bir komedi, en azından bir yıllık stres, atmış olurdunuz.
Hukuk
Bu ve benzeri davalarla ne Türkiye, ne Türkiye'nin imzalamış olduğu bölgesel veya uluslararası sözleşmelere uyumluluğundan bahsetmek mümkün değildir. Bizim bildiğimiz hukuk toplumu koruması gerekir, çünkü toplum olmadan devletten bahsetmek mümkün değil.
Ama malumunuz hukuk kuralları tamamıyla devleti ya da iktidarda bulunanları korur hale gelmiştir. En doğal hakkınız olan kendi anadilinizle bile konuşamıyor, kendinizi savunamıyorsunuz.
Dil bedendir, beden dildir. Dil özgürleşmeden bedenin özgürleşmesinden bahsedilemez.
Şu an iç hukuk yolları tüketilmediğinden uluslararası hukuka başvuramıyorum. Bunun için önce yerel mahkemenin ceza vermesi, sonra da Yargıtay'ın onaylaması gerekiyor. Ben bu iki yıllık ceza için başvuracağım.
Yukarda belirttiğim gibi şu an üç dosya yargıtaydadır. İki propaganda dosyam var. Bir dosyam ise gizli tanık denilen ama bence gizli olmayan tanığa üzerime ifade verdirildi. Dört yıl üç ay ceza almışım. Şu an bunlar yargıtaydadır.
İçerde hayat
Cezaevine giren insanın çalışması yarım kalır. Adeta bir yaşamdan alınırsın ve sizin seçmediğiniz bir yaşam sunulur.
Ve sen o yaşama göre kendini dizayn edersin. Her şey yeniden başlar senin için. Ama sen her şeye inat direnirsin. Genel tablo budur. Gerçi biz hep (dışarda) yarı açık cezaevinde yaşadığımız için pek zorlanmadık cezaevine geldikten sonra.
Tabi dışardaki gibi özgür hareket etme alanın yok. Dar bir mekânda, 12 metrekarelik bir ortamda yaşamını üç arkadaşınla idame etmeye çalışırsın. Günümüzün çoğunu okuyarak geçiriyoruz.
Dergi, kitap...
Bazen de sizin gibi değerli meslektaşlarımızdan aldığımız mektuplara cevap yazarak geçiriyoruz. İmkânlar dâhilinde gazete alıp (Ekonomik anlamda) okuyoruz. Aylık dergiler pek ulaşmıyor bize olanaklar dâhilinde gönderilse iyi olur.
Hangisi olursa olsun fark etmez, bu da ilgililere duyurulur. Kitabı olan yazar arkadaşarımıza da duyurulur. Kimse benim kitabımı okumaz demesin okuruz.
Bazen yazdığımız mektuplar kurum güvenliğini tehlikeye sokacak diye gönderilmiyor. İnfaz hâkimliğine başvurduğumuzda red ediliyor. Şu ana kadar pek nadiren kabul ettiği olmuştur. Geçenlerde bir arkadaş Amerika politikalarını kınıyorum demiş el konulmuş, ne garip değil mi?
Görüş
Aile görüşlerimiz haftada 45 dakikadır üç-dört kişi gelirse o hafta görüşünüz hal-hatır sormayla bitiyor. Hiçbir şey tartışılamıyor, konuşamıyorsunuz. Bazen bir haberi aylarca alamıyoruz. Mesela Tutuklu Gazete 10 Ocak'ta çıktı ama hala bana verilmiş değil, sorduğumda ise incelenip verilecek deniliyor.
Yazılarımızı zamanında ulaştıramıyoruz. El yazmaları olduğundan dolayı geç oluyor. Mesele ben bu yazıyı yazana kadar üç kez temize çekmek zorunda kaldım.
Bu da hiç önemli değil, önemli olan elinize ulaşmasıdır. Bu hem yazılarımız, hazırlamak istediğimiz savunmalarımız vs. her şeyi etkiliyor.
Gerçi arkadaşlar anlamış olacak ki bir şey sorduklarında veya yazı istediklerinde bir ay önceden haber veriyorlar.
Geç ulaşmasını da hesaba katarak. Bu arada umarım sizi de çok bekletmedim. Yukarıda belirttiğim nedenler zaten bu yazı için de geçerlidir. Affınıza sığınıyorum.
Dayanışma
Ben dışardayken toplumsal olaylara bir duyarlılığım vardı. Yapılan panellerden tutalım da, ifade özgürlüğü kapsamında ilimizde yürütülen çalışmalara desteğimi hiçbir zaman esirgemedim, olanaklarım dâhilinde.
İlk yakalandığımda dışarda pek öyle yeterince sahiplenme olmadığı kanaati hâkimdi en azından bize yansıyan oydu. Ama 2011 yılı olumlu bir sahiplenmenin olduğunu söyleyebilirim.
Ülke genelinden tutalım da uluslararası dayanışma kartları aldım (Roma, İtalya vb.) tabi ki bunda Özgür Gündem gazetesi ve Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın (TGS) emeklerinin olduğunu söylemek gerekir. Hakeza sizlerin üç ayda bir sunduğunuz raporları da ekleyebiliriz.
Yargılandığım maddeler: TCK 220/6, 314/3 maddeleri delaletiyle TCK 314/2 3713 sayılı yasanın 5. 7/2, TCK 53, 63, 54, 58 maddeleriyle yargılanıyorum. Daha ne kadar yargılanacağım belli değil. (KK/BA)
* Kenan Karavil, F Tipi Kapalı Cezaevi, A-36 Kürkçüler, Adana, 5 Mart 2012
** Hapis Gazeteciler "Suç"larını Anlatıyor yazı dizisinde yer alan diğer mektupları okumak için tıklayın.