1982'de Siirt merkeze bağlı Güneşli- Şemse Köyü'nde doğdum.
Bekarım ve şu an itibariyle açıköğretim öğrencisiyim. Gazetecilik pratiğimi, 1992'de katliam haberlerini okuma-yazması olmayan köylülerimize toprak bir damın üstünden yüksek sesle okuduğum Özgür Gündem gazetesiyle başlatıyorum.
O zaman ilkokul dördüncü sınıf öğrencisiydim. Keşke dünyanın hiçbir yerinde savaşlar olmasaydı, ancak ben hep savaş muhabiri olmak istedim.
Zira sözünü ettiğim katliamlar ya dünyaya duyurulmuyor ya da bir gerçeğe bin yalan ekleyerek servis ediliyordu. Belki de gazeteciliğe meyletmemin sebebi, bu gerçeğe, hakikat(ler)in açığa çıkarılmasında, duyurulmasında rol-emek sahibi olma istemidir.
Bir de yaşamak/ yaşayabilmek için bile büyük hüner gerektiren bir coğrafyada çocuk saflığı ve heyecanıyla " kral çıplak" diyebileceğim bir alan olması nedeniyle seçtim gazeteciliği.
Hakikat arayışçısı
Ülkemizde halen tüm yakıcılığıyla süren savaşın başlangıcında en saf "seyircileri", ben ve benim kuşağımdan olan insanlardır. Bugün de seyirci kalmayı reddettiğim için gazeteciyim, tutukluyum ve bir hakikat arayışçısı olduğum için "terörist"im!
"90"lı yıllar tüm bölge insanları gibi benim ve ailemin yaşamı üzerinden de dozer gibi geçti. Sanırım bilinmeyen konular değil. O nedenle açıklama ihtiyacı duymuyorum.
Öncesinde kısa süreli gayriresmi çalışmalarım olsa da, resmi anlamda 2003'te Özgür Halk Dergisi'nde gazeteciliğe başladım. 2004'te Özgür Gündem gazetesinin Siirt muhabiri-temsilcisi oldum.
2005'te Van, Muş, Bitlis, Ağrı, Iğdır gibi ileri kapsayan Serhat bölgesinde çalıştım. Bu bölgede Dicle Haber Ajansı (DİHA) içinde haber takibi yapıyordum.
Faysal içeri girsin, polis de dinlensin
Muş'ta yaptığım haberler toplumsal olaylar ağırlıklı olduğundan ve sadece benim yaptığım haberler ulusal/ uluslararası yayınlarda yer bulabildiği için emniyetin hedefi oluyordum.
Muş'ta çalıştığım büromuz (Özgür Gündem) 14 Şubat 2006 günü polislerce basıldı. Özellikle benim büroda olmadığım bir zamanda yapılan baskınla büro resmen talan edilmişti.
Defter, kitap dergi, bilgisayar CD vs. ne bulmuşlarsa alıp götürmüşlerdi. Bu nedenle sonraki gün polisler hakkında suç duyurusunda bulunmak amacıyla adliyeye gittim.
Avukatım ile beraberken haklarında suç duyurusunda bulunduğumu öğrendiler ve hakkımda yakalama - tutuklama kararı çıkarttırdılar.
Mahkemeden çok önce polisler avukatıma, "Her gün Muş gazetede, televizyonda, Faysal içeri girsin, o da dinlensin biz de" diyordu.
Tutuklama kararı
Bu ülkede her zaman mahkemelerden önce verilir zaten mahkeme kararları. Hele hele Fırat'ın doğrusunda...
Benimki de öyle oldu. Ben içeri alınmadan önce iki üç komiser tutuklanmamı "rica etmek" üzere hâkimle görüştüler. Sonra hâkim açık açık "yetkili değilim aslında seni yargılayamam" dediği halde tutuklanma kararımı verdi.
İlk etapta örgüt propagandası yapmakla suçlanıyordum, daha sonra polisler internetten de yararlanarak nerede bir örgüt varsa tüzük, program ve amaçlarını toplayıp dosyama ekleyerek beni de örgüt üyesi yaptılar.
Hızlarını alamamış olacaklar ki, beni silahlı bir örgütün "eyalet / bölge" sorumlusu bile yaptılar.
O kadar olmuşlardı ki, açlık grevi yapanlar hakkında propagandadan dava açılırken, haberi yapan-benim hakkımda örgüt üyeliği/yöneticiliğiyle dava açılıyordu.
''Gazetecilik kisvesi'' altında...
Tabi mahkeme kararlarında açıkça "gazeteciyi/gazeteciliği yargılıyoruz" demiyorlar. (İddianamemde açıkça yazıyor. "Gazetecilik kisvesi altında militanlık yapıyor" deniliyor.)
TCK 314/2, 314/3, 220/7 gibi maddeleri sunuyorlar. Bu maddeleri okuyunca kendinizi tanıyamıyor, gazeteci değil "terörist" oluyorsunuz bir anda.
Bu maddelerle hâkimler/savcılar babalarını bile terörist yapabilirler! Öyle ucu açık, esnek ki, çek çekebildiğin kadar, karşılarındaki muhalif gazeteci ve bir de Kürt olunca vurmak daha kolay,
Zaten potansiyel suçluyuz. Fırat'ın doğusunda uygulanan adı konulmuş bir olağanüstü hal ve savaş hukukudur.
Yine de kutlamak lazım, Adalet ve Kalkınma Partisi'ni (AKP). Darbeci Kenan Evren bile bu kadar insanı, gazeteciyi, avukatı, akademisyeni, yazarı, siyasetçiyi tutuklamaya cesaret edememişti!...
İddianamesiz sekiz ay
Davalara dönecek olursam... Muş E-Tipi ve Van F-tipi cezaevlerinde sekiz ay iddianamesiz, bilgisiz, hukuksuz bir şekilde devletin beni yargılayacağı mahkemeyi kararlaştırmasını bekledim.
Çünkü Van 4. Ağır Ceza Mahkemesi, hakkımda hazırlanan dosyayı "hukuki zeminden yoksun olduğu" gerekçesiyle kabul etmiyordu. Daha sonra Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi'nin talimatıyla iddianame - dava kabul edildi.
Bir de aynı iddianame ve dosyayla aynı mahkeme gönül rahatlığıyla benim örgüt üyesi olduğumu hukuken, vicdanen yeterli bulup bana altı yıl üç ay ceza verdi. (Karar tarihi: 22.12.2006 Karar no: 2006/148 Esas no: 2006/163)
Sonuçta bana ceza veren mahkeme de suçlu olduğuma inanmıyordu. Beni tahliye etti (22.12 2006). Toplamda 11 ay cezaevinde kaldım o dosyadan.
Özel talimatla yasaklanan gazeteler
2007 başlarında DİHA bölge ve Şırnak muhabiri olarak gazeteciliğe tekrar başladım. Şırnak'ta çalıştığım zaman Cizre Cumhuriyet Savcısı'nın özel talimatıyla cezaevinde Özgür Gündem ve Azadiya Welat gazetelerinin okunmasını yasakladığı bilgisini aldık.
Bunu görüşe giden ailelere ve savcılara da sorup haber yaptık. Bu kararı/talimatı veren savcı Musa Çolak daha sonra Cizre'de adından söz ettirecekti. (Aydın Budak, Cizre Belediye Başkanı iken onu da tutuklattıracaktı...)
Hatırlanacak olursa o dönem çok yoğun toplumsal olaylar, protesto gösterileri, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, 21 Mart Newroz Bayramı gibi yoğun kitlesel gösteriler oluyordu.
Musa Çolak da Cizre Cezaevini doldurmuştu ve bölgenin başka cezaevlerine de "tutuklu" ihraç ediyordu, Tabii tüm bunların haberlerini yapan bizlere olayların sorumlusu veya nedeni, günah keçisi oluyorduk...
Telefondaki kadın sesi
2 Nisan 2007 günü, beni tanımadığını söyleyen bir kadın sesi, iyi duyulmayan bir telefonla beni arayıp dışarda kaldığını, kalacak yere ihtiyacı olduğunu söyledi.
Ben de Azadiya Welat gazetesinde çalışan bir arkadaşımdan rica edip kadın arkadaşı dışarıda bırakmamasını söyledim.
Meğerse kadın Batman, Siirt, Şırnak emniyetleri ve savcının hazırladığı komploda bir piyonmuş. İnsanlık namına , "Tanrı misafiri" diyerek sahiplendiğimiz kadın, bir akşam yanımızda kaldıktan sonra evine, Batman'a dönerken yakalanıyor.
Gözaltında avukat bulundurulmadan alınan ifadesinde üzerime iftira bile denemeyecek söylemlerde bulunuyor. "Biz Faysal ile örgütten, örgüte katılmaktan söz etmedik. Ama ben dağa gidecektim. Tahminime göre Faysal da bunu anlamıştı" türünden sözler sarf etmiş.
Aynı kadın savcılığa çıkarıldığında, avukat huzurunda "emniyette tehdit edildim, aslında bunların (ben ve diğer iki gazeteci kast ediliyor) benimle alakası yok" diye ifade veriyor.
Ama savcı bunu dikkate almıyor. Savcı bana, "Neden ona yardımcı oldun?" dediğinde "Kendisini Demokratik Toplum Partisi (DTP) çalışanı sanıyordum" diye yanıt verdim.
Kadın eskiden partide çalışmış, ama o an çalışmıyor diye, savcı da "çok kuvvetli şüphe" uyandırmışız ve tutuklanmamızı sağladı.
"Ben dağa gidecektim " diyen kadın ise bırakıldı. Ben savcılığa çıkarıldığımda savcı, "bir haftadır seni bekliyordum" dedi. Kadın 2 Nisan'da Cizre'ye gelmişti. Ben 5 Nisan' da gözaltına alındım, ama savcı "bir haftadır beni bekliyor!"
Aslında olay çok gayriresmi 'sorgusunda' açık açık haberciliğimizin düşmanı olduğunu belli eden savcı modaya uyarak en kolay ve kesin tasfiye yöntemini kullanmıştı: teröristi göstermişti. Yargılanan haberimizdi, gazeteciliğimizdi ama dava dosyasına ambalajına "terörist" etiketi yapıştırılmıştı.
Dosya Diyarbakır'a gönderilmiyor
Ayrıca tutuklandığımda da savcı özel ilgisini sürdürdü. Beni hırsızların, cinayetten yatan adli tutukluların bulunduğu bir koğuşa verdi. Aileyle görüşme ve telefon etme haklarımı elimden alıp dosyaya da gizlilik kararı koydurdu.
Aradan altı yıl geçmesine rağmen hala yargılandığım dosyada tam olarak ne var bilmiyorum. Kaç defa istedim dosyamı ama hiç tam vermediler. 17 gün boyunca Cizre'de kaldım, ne ailemle görüşebildim ne de telefon açtım. Sonra savcı beni Diyarbakır D-Tipi Yüksek Güvenlikli cezaevine sevk ettirdi.
Bu sefer de toplanabilecek delil, belge vs. olmamasına rağmen savcı dosyamı Diyarbakır' a göndermiyordu. Defalarca istedik yine göndermedi, sonra avukatım bizzat Cizre'ye giderek müdahale etti.
Davamız nihayet Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülmeye başlandı. Bu arada her ne hikmetse Yargıtay Van dosyamı tutuksuz yargılama olduğu halde bir yıl gibi bir zaman içinde onaylandı
Normalde öncelik, tutuklu yargılama dosyalarındadır. Buna rağmen 10 yılda sonuçlanamayan davalar biliyoruz. Bu süratte; " bir el" kuşkusu taşıyoruz... Muhtemel bir tahliyenin önüne geçildi diye düşünüyoruz.
AİHM davaları
Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi de "örgüt hiyerarşisine dâhil olmamakla birlikte" örgüt üyesiymişim gibi ceza verdi bana. Bu dava da kısa sürede onaylandı. (DYB 5. A. Ceza dosyası esas no: 2007/330. Karar tarihi 28.04.2008. Karar no: 2009/10707) Şu an itibariyle her iki davam ve el konulan roman taslağım için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) açtığım davalar sürüyor.
En azından sonuçlandıklarına dair bana ulaşan bilgi yok. Doğrusu avukatlarım da tutuklu olduğu için davaları takip edemiyorum. (Avukatlarım Fırat Anlı, Muharrem Erbey - İHD Genel Başkan Yrd. Ve Mensur Işık, İHD Muş Şubesi eski başkanı)
AİHM'ne özgürlük ve güvenlik hakkı (M.5)., adil yargılanma hakkı (M.6), cezaların yasallığı (M.7), özel hayatın ve aile kavramının korunması (M.8), düşünce, vicdan ve din özgürlüğü (M.9), ifade özgürlüğü (M.10), etkili başvuru hakkı (M.13) ve ayrımcılık yasağı (M.14) maddelerinin ihlal edildiğini düşünerek başvuru yaptım.
Yaşamak şans!
Ülkemizin maruz kaldığı yönetim gerçeği ve siyasal sürece baktığımda açıkçası ben ve diğer tutuklu arkadaşlarım şanslıyız. Başbakan bizleri "tecavüzcülük", "darbecilik", "hırsızlık" ve "teröristlik" le suçlayıp yargılarken, yaşıyor olmak bile şans! Kaldı ki katledilen abilerimiz, yoldaşlarımız ve dostlarımız da az değil, Gerçekçi yaklaşırsak, aslında devletlular doğru söylüyor, şükretmeliyiz. Devlet, en azından bizi "asmıyor, besliyor!"
Yaptığım haberler için tutuklanmayı değil, çok daha kötü sonuçları olabileceğini de tahmin edebiliyorduk. Öyle ki defalarca polislerin saldırısına uğradık, tehdit edildik, bizce bu haber değeri bile taşımıyordu.
Zira rutin, sıradan ve "doğal"dı bunlar. Bu ülkenin tarihini az çok biliyor - yaşıyorduk. Bu ülkenin en değerli evlatlarını gözlerini kırpmadan katletmiş bir devlet / yönetim geleneğiyle karşı karşıyayız...
Ama bizde Ape Musaların, Cengiz Altunların geleneğinden geliyoruz. 90'lı yıllarda dağıtımcı / gazeteci arkadaşlarımız devletin/ JİTEM'in tetikçileri, Hizbullahçıların "Allahuekber" nidasıyla salladıkları satırlarla parçalanıyordu.
Daha tehlikeli olan arkadaşlarımızı ise binalarda bombalıyorlar, evlerinden işyerlerinden alıp kafalarına bir kurşun sıkıp cesetleri yok edebiliyorlardı.
AKP bugün 90'lı yılların yönetim anlayışıyla yönetiliyor devleti. O nedenle hiçbir uygulaması, yaklaşımı beni şaşırtmamaktadır. AKP'den beklerim! Demokrasi ve özgürlük yoksunu bir zihniyetin, teokratik/monarşik bir tarihsel arka plana sahip devletin tepesine oturunca neler yapabileceğini görüyoruz bugün.
''Merkez medya''da özeleştiri
Ancak bugünlerin, önemli farkları da vardır. Dillerin ucuyla da olsa o günü zulüme sessiz kaldıkları için "merkez medya" içinden özeleştiri verenler var. Daha da önemlisi özgürlük ve demokrasi güçleri daha gelişkin durumda, AKP'den hesap soruyorlar.
Fırat'ın doğusunda Türkiye'yi ve tüm Ortadoğu'yu demokratikleştirebilecek, özgürleştirebilecek demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü bir toplum bilinci - potansiyeli mevcuttur.
Yıllardır "tırpanlanmasına" rağmen kadim topraklara kök salmış meşe ağacı misali her seferinde daha örgütlü, daha kapsamlı direnen hakların özgürlük mücadelesi var...
Cezaevi sürgünleri
Cezaevi günlerimi "yata yata" değil, "yaza yaza" geçirmeye çabalıyorum. İmkânlar elverdikçe araştırma incelemeler yapıyorum. Harici engeller esas olmasa da zorlayıcı olabiliyor.
Örneğin, 24 Ekim 2010'da Diyarbakır'dan Mardin'e "sürüldüm". Yine talebim olmadan 22 Temmuz 2011'de Mardin'den Rize'ye sürgün edildim. Bu tabi ki yaşam, çalışma ve aile üzerinde olumsuz etki yapıyor.
Örneğin aileler görüşe gelemiyor, gelebilen az sayıdaki insan da türlü türlü sıkıntılar yaşıyor. Mesela benim annemin "yolculuk yapamaz" raporu var, görüşe gelemiyor.
Hem ailem, hem de ben defalarca sevk talebinde bulunduk ama hep reddedildi. Yani olağan hale getirilmiş bir tecrit - izolasyon durumu yaşıyoruz. Ayrıca disiplin cezaları da Demokles' in kılıcı gibi her daim üstümüzde sallandırılıyor.
''Spor-sohbet genelgesi''
Daha önce avukat Behiç Aşçı'nın yaptığı eylem nedeniyle yayınlanan/yürürlüğe konuşan "10 saatlik spor-sohbet genelgesi" hiçbir zaman uygulanmadı.
Şu an itibariyle biz haftada "iki saat sohbete iki haftada bir, birkaç arkadaşla da bir saat spora çıkabiliyoruz.
Onun dışında hiçbir sosyal, sportif etkinlik yok. Açıkçası tüm cezaevlerinde adı konulmamış bir "savaş esirleri genelgesi" uygulanmaktadır.
Bilgisayar istesek..
Bireysel olarak yakın tarih üzerine kitap yazmak için araştırma-inceleme yapmak istiyorum.
Ancak kitapların hali ortada. Ayrıca engizisyon mahkemelerinin gazabından kurtulup bize gönderilen kitapları da cezaevi yönetimi beğenmezse-toplatma kararı bulunup bulunmaması hiç önemli değil yine okuyamıyoruz.
Yani bizler sansürün sansürünün sansürünü yaşıyoruz. "Paşalar" internete girememekten şikayetçiyken, bize dışarıdan bir defter, bir kalem bile gönderilemiyor. Bilgisayar, internet istesek herhalde vatandaşlıktan atılırız. (zaten "sözde vatandaş" ilan edilmiştik.)
Her şeye rağmen sağlık ve moral yönünden güçlüyüm.
"Kim olursa olsun, herhangi birini haksız yere hapse atan bir yönetimin olduğu yerde / koşullarda adil bir insanın yeri hapishanedir" diyen H.David Thoreau'nun sözüyle anlamlandırıyorum cezaevi yaşamını.
"İyi düşün, doğru söyle, güzel yap" sözlerini talimat olarak kabul ediyorum.
Büyük insan Hz. Ali'nin "Haksızlık karşısında eğilmeyiniz. Yoksa hakkınızla beraber seferinizi de kaybedersiniz" sözlerini esas alıyorum. Bana ve benim gibi insanlara "terörist" demek en büyük hakarettir. Ama insanlık önünde "şerefsiz" olmaktansa, AKP-İmam devleti önünde "terörist" olmayı tercih ederim.
Ütopya
Yaşamın temel karakteri düalistiktir. Tarihsel akış da böyledir. Zalimler / ezenler, her zaman var olmuştur.
Ancak her zaman ve mekânda karşılarında gülün dikeni mesafesinde doğal, özgür toplumu/insanı savunan, değerlerimize değer katan insan güzelleri de var olagelmiştir.
Prometheus'tan Sokrates'e Hakikat Aşığı Hallac'tan direngen ruhlarıyla darağaçlarına yürüyen Denizler'e, ateşlerde yıkanan Brunolar'dan Mazlumlar'a, Ferhatlar'a, "Yaşamı uğrunda ölebilecek kadar çok seven" Kemaller'e, Zilanlar' a kadar bütün insanlık alemini besleyebilecek bir onur, özgürlük ve direniş tarihimiz, mirasımız vardır.
Bu bilinç ve ruhla direnecek anlamlı, özgür yaşamı ütopya olmaktan çıkaracağız, Bitirirken sizi ve şahsınızda yüreği özgürlük için çarpan tüm dostları saygıyla selamlıyor, üstün başarılar diliyorum. (FT/BA)
* Faysal Tunç, L- Tipi Kapalı Cezaevi A3/4, Kalkandere - Rize
** Hapis Gazeteciler "Suç"larını Anlatıyor yazı dizisinde yer alan diğer mektupları okumak için tıklayın.