1969 Söke doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi aynı ilçede tamamladım. Uludağ Üniversitesi'nde tıp eğitimi aldım. Öğrenci hareketi içerisindeki faaliyetlerim nedeniyle gözaltı ve tutuklanmalar yaşadım.
Polis, jandarma ve hapishane işkencehaneleriyle o yıllarda tanıştım. Üniversite yönetimi politik nedenlerle fakülteyle ilişiğimi kesti, okuldan atıldım. Eğitimimi tamamlayamamış oldum. Evliyim.
Gazetecilik
Gazeteciliğe 1995'de İstanbul'da başladım. Tutuklandığım 2006 Eylül'üne kadar kesintisiz olarak Atılım gazetesinde çalıştım. Mesleğimin mutfağı da kabul edilen uğraşlar dahil olmak üzere pek çok biriminde çalışma deneyimim oldu.
Uzun yıllar yayın kurulu üyeliği yaptım. En son Atılım Gazetesi'nin Genel Yayın Koordinatörlüğü görevini yürütüyordum.
Özgür basın geleneği içinde yer alan bir gazete ve onun bir çalışanıysanız eğer, tabiri caizse başınız 'bela'dan kurtulmaz. Gazeteciliğe dair her türlü mesleki faaliyetlerinizin karşısına devlet aygıtı bütün cüssesiyle dikilir sürekli.
Yasaklardan yasak beğenin, zordan zor. Yayın yasakları, toplatma/kapatma kararları, dağıtım engelleri, büro baskınları, gözaltı ve tutuklama furyaları, tehdit, işkence, yaralanma, kaçırılma, ölüm ve benzeri.
Hukuksuzluk
Örneklerden herhangi birine, genellikle de birkaçına maruz kalmamış bir muhalif basın kurumu ve çalışanı yok gibidir.
On yılı aşkın gazeteciliğimde bu türden hukuksuzluklara ve fiili saldırılara tanıklık etmediğim gün yoktur desem abartı olmaz.
Her şeyden önce gazetem Atılım ve çalışanları kesintisiz hedefi halindeydi bu saldırıların. Ve tabii ki, birey olarak da ben.
İşkence, hapis, beraat
Nitekim bu hedef halinde oluş, 1997 Şubat'ında şahsımın da dahil edildiği bir polis komplosuna kadar ilerledi. Gecenin köründe her zamanki ikametgahım özel timlerce basıldı.
Birkaç gazeteci arkadaşla birlikte gözaltına alındım. 11 gün boyunca işkenceli sorgulardan geçirildik.
İstanbul Vatan Emniyeti'nde. Hakkımda (aynı bugünkü iddianamede olduğu gibi) 'yasadışı örgüt yöneticisi olmak' suçlamasıyla dava açıldı. Polisin komplosu daha ilk duruşmada açığa çıkarılıp çökünce tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildim.
Mesleğime geri döndüm. Dava yedi sekiz yıl kadar daha sürdü ve beraatimle sonuçlandı.
Özcesi gerek kişisel tecrübem açısından ve gerekse de genelde gazetecilerin başına gelebilecekler açısından beni şaşırtan hiçbir şey yoktur günümüzde de yaşanmakta olan örnekler söz konusu olduğunda.
2006'da yeniden
"Halkın haber alma hakkı ve gerçekleri öğrenme özgürlüğünü" mesleğinin kılavuz ilkesi olarak gören ve sadık kalan her meslektaşım bilir ki, siyasi gericiliğin en koyu biçimlerinden biri olarak örgütlenmiş mevcut rejim/iktidar koşulları altında bu yöndeki her çabanın sözünü ettiğim türden kaçınılmaz bedelleri de olmuştur ve olacaktır.
Politik ve mesleki onur, bu bedellere sırtını dönerek korunup yaşatılamaz ve yüksekte tutulamaz zaten.
Son tutuklanma ve yargılanma sürecime gelirsek. 8 Eylül 2006'da gözaltına alınıp 12 Eylül'de tutuklandım. Gözaltı süresi boyunca neyle suçlandığım hakkında hiçbir bilgi edinemedim.
Soruşturma dosyasına gizlilik kararı konmuştu. Sekiz ay süren iddianame hazırlığı boyunca da tutuklanmama gerekçe yapılan şeyler ve suçlamalar hakkında da bilgim olamadı.
13 ay sonra ilk duruşma
Avukatım Gülizar Tuncer iddianameyi bana ulaştırdığında durumu anlamış oldum. İlk duruşmaya ise gözaltına alınışımdan yaklaşık 13 ay sonra çıkarıldım.
İddianamede hakkımda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 309/1 maddesi uyarınca "örgüt yöneticisi olma" suçlamasıyla ceza isteniyor.
Bu madde, "cebir ve tehdit kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar" hükmünü düzenliyor.
Ayrıca TCK'nın 220/5 maddesinde belirtilen, "örgüt yöneticileri örgütün faaliyetleri çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır" hükmü gereğince de suçlanmaktayım.
İddianame
Peki ama iddianamede böylesine ağır bir ceza talebine somut dayanak oluşturma niteliği taşıyan şeyler nedir, var mıdır?
Durumun ağırlığı gereği doğal olarak beklenir ki, bu nitelikte delil/deliller listesi çıkacak karşınıza iddianamede. Ama olan nedir?
İddianamenin benimle ilgili değerlendirmenin yapıldığı bölümünde geçen 'dört satırlık' bir 'bilgi'den başka hiçbir şey!
Aynen şöyle "Güneş Ajans faaliyetlerini partiden aldığı talimatlar doğrultusunda eksiksiz yürütmektedir. Ajansta İbrahim Çiçek yoldaş Genel Yayın Yönetmeni görevindedir. Sedat Şenoğlu yoldaş da İbrahim Çiçek yoldaşın yardımcılığını yapmaktadır."
Hepsi bu!
İddianame savcısı bu 'bilgi'de öylesine kıymetli bir delil gücü bulmuş olmalı ki, hani yasal düzenlemelerde karşılığı olsaydı beni tek başına "ipe götürmeye" bile yeter derecede bir kanıt görüyor!
Çünkü delil olarak başka da hiçbir şeyin adı geçmiyor ya da gösterilmiyor iddianamenin benimle ilgili bölümünde. Ne bir teknik takip kaydı, ne bir doku izi bulgusu, ne bir yazılı belge, ne bir gizli tanık beyanı, ne hakkımda verilmiş bir ifade...
Üstelik şimdiye kadar gerçekleşen bütün duruşma celselerinde benim ve avukatımın bu delilsizlik durumuna ilişkin beyanlarımıza, itirazlarımıza ve sorularımıza ne duruşma savcılarından ne de yargıç heyeti üyelerinden bir karşılık verilmiştir ya da açıklama yapılmıştır.
Komple değişen heyetler
Yargılamanın sürdüğü 10. Ağır Ceza Mahkemesi (özel yetkili mahkeme statüsündedir) hem görevli savcı, hem de başkan dahil yargıç heyeti üyeleri bakımından birkaç kez komple değişmiş olmasına rağmen bu durumda/tutumda bir değişiklik olmamıştır esasen!
Bunun tek istisnası, bir savcının hakkımda isnad edilen suç vasfının ileride değişme ihtimalini gerekçe göstererek tahliyemi istemiş olmasıdır. Bu talep kabul edilmediği gibi bir sonraki duruşmada bu savcının davadan alındığını öğrenmiş olduk!
Durumun dikkat çekici yanlarından biri de şimdiye kadar bana ne savcılar ne yargıçlar tarafından tek bir soru bile yöneltilmemiş oluşudur.
Aslında bu durum açılan davanın ve süren yargılamanın hukuk mantığı ve ilkelerinin yol göstericiliğinden ne denli uzak yürütüldüğünü, başka bir deyişle ne kadar açık bir siyasal yöntemle ele alındığını gösteriyor.
Bu gerçekliği polisin hazırladığı ayan beyan ortada olan komplocu gözaltı senaryosu ve sahte malzeme/belge üretme fezlekesinin savcılık tarafından olduğu gibi kabul edilerek iddianame haline getirilmiş olmasından da biliyoruz.
Hukuksuzluk oradan başlıyor.
Deliller
İşte bu hukuksuzluğun nişanesi benimle ilgili 'bilgi' denilen şeyin de içerisinde yer aldığı 12 nolu belgenin ait olduğu 40 sayfalık doküman garabetidir.
Garabet dememin nedeni, tümü bilgisayar çıktısından ibaret bu dokümanın bir çok kişinin toplamda binlerce yıllık ceza istemiyle yargılanmasına konu olan iddianamenin omurgasını oluşturan 'delil hazinesi' kabul edilmesidir.
Lakin bu hazinenin nereden bulunduğu belli değildir, dokümanın hangi bilgisayardan çıktığı bilinmiyor. Bunun kaydı yoktur.
Yoktur, çünkü bu doküman/belge bizatihi polis tarafından imal edilmiş ve delil dosyaları arasına sonradan konulmuştur. Sahte bir 'hazine'dir kısacası.
Pervasızlıklarından olsa gerek bu sahte belge üretme işini 'organize eden'ler kendilerini ele veren apaçık işler, 'delil'ler bırakmışlardır gerilerinde.
Bu gerçek savunmalarımız ve bizler tarafından en ince ayrıntısına kadar hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde gösterilmiş ve kanıtlanmıştır duruşmalar sürecinde.
Yani aslında iddianamenin bu doküman 'bilgi'lerine dayandırılan bütün temel tezleri ve kurgusu çökmüş, suç isnadının mantığı objektif olarak iflas etmiş durumdadır.
"Gerçek"ler!
Ben, ilk duruşmadan itibaren ve defaatle bana isnat edilen suçlamaların herhangi bir somut delile dayanmadığını, temelsiz olduğunu, eğer bir somutluk aranacaksa bunun da devrimci-sosyalist perspektife bağlı yayın çizgisine sahip muhalif bir gazete olan Atılım'da çalışmak ve yöneticiliğini yapmak dışında hiçbir şey olamayacağını dile getirdim.
Haliyle yargılanıyor olmamın gazetecilik faaliyetlerim dışında nesnel bir temeli ve karşılığı yoktur. Politik görüşlerimden dolayı cezalandırılmak istendiğim açıktır. Gerçeğin özü, özeti budur.
Ve aslına bakılırsa, iddianamede benimle ilgili olarak sözünü ettiğim 'bilgi'nin de tümüyle gazetecilik faaliyeti kapsamı içindeki bir şeyden söz ettiği açıktır. Doğrusu da budur.
Yanlış olan benim Güneş Ajans'ta çalışıyor olduğumdur. Ki bu, ajans da gazetemizin teknik çalışmasının yapıldığı anlaşmalı bir işyerinden başka şey değildir.
Soruşturma aşamasında ya da sonrasında savcılık makamının beş dakikada öğrenebileceği gerçek bir 'bilgi'dir bu.
Bu örnekten de anlaşılabileceği gibi savcılık benimle ilgili olarak da soruşturma adına layık en küçük bir girişimde bile bulunmadı. Onun yerine polis fezlekesini 'kopyala yapıştır' misali iddianameye çevirmeyi tercih etti.
Atılım'da çalışıyorsan...
Böyle yapılmıştır, çünkü eğer savcılık, hukuken de yükümlü olduğu gibi, sanığın lehine olan bilgi, belge ve delilleri de toplamayı soruşturmasına dahil etmiş olsaydı, o zaman benimle ilgili böyle bir iddianame hazırlayamazdı objektif olarak.
Çünkü o zaman görülecekti ki, ben, gazeteci-yazarlık mesleğini 12 yıla yakın bir zamandır kesintisiz olarak sürdürmekte olan, işyeri ve ikametgahı sabit, mesleki faaliyetleri kamuoyunu gözü önünde olan ve bu anlamda da ismiyle-cismiyle bilinen, konferans-seminer-panel türü etkinliklerde ya da radyo programlarında konuşmacı olarak sürekli yer alan vb. bir kişiyim.
Bu aynı zamanda devletin güvenlik ve istihbarat birimlerince faaliyetlerimin izlendiği ve bilindiği anlamına geliyor.
Ne var ki, savcılık, hemen kolayca ulaşabileceği, yaşamımın olağan akışıyla ilgili bu türden kabarık bilgilere başvurmadığı gibi, mahkeme heyeti de duruşmalar boyunca benim ve savunmanlarımın bu yönlü talepleri ve sunduğumuz bilgi ve belgeleri dikkate almadı.
Sonuç itibariyle mevcut yargı zihniyeti ve mekanizması Atılım gazetesinde çalışıyor ve yöneticilik yapıyor olmayı "yasadışı terör örgütü" üyesi ya da yöneticisi olmakla otomatikman eşdeğer kabul ediyor.
Haliyle bu politik tutum ve uygulamanın hukuku hukuk yapan bütün temel ilkeler ve yargılama esasları karşısında belirleyici üstünlük konumu taşıdığı anlamı çıkıyor. Objektif ölçüler içinden bakıldığında görünen ve esas olan budur.
"Yüksek güvenlik"
Şu an "yüksek güvenlikli" statüsüne sahip Edirne F tipi Hapishanesi'nin üç kişilik hücrelerinden birinde kalmaktayım.
Hiç tereddütsüz söyleyebilirim ki, bu hapishaneler 'insan'a karşı kurulmuş sistemlerdir.
Mimari-teknik yapısı ve işleyiş mekanizması bu esastan hareketle biçimlendirilmiştir.
'İnsan'ı diğer bütün canlılardan ayıran en temel niteliğin, yani 'sosyal bir varlık olma' halinin yok sayılmak istenmesi de diyebiliriz buna.
Ve böyle olduğu için de sosyal bir varlık olmaktan doğan en insani edimler mevcut sistem tarafından kesintisiz baskı ve denetim altında tutuluyor.
Hücreler... Sekiz metre yükseklikteki duvarlar... Duvarların üzerinde dikenli teller... Bir avuç gökyüzünü anca görebildiğin havalandırmalar...
Ayda en az bir kere hücre içi aramalar... Hücre kapısından çıktığın anda başlayan bıktırıcı üst aramaları... Her yerde kameralar... Sakıncalı damgası yiyen, el konulan mektuplar, kitaplar, gazeteler...
Yasaklar, soruşturmalar, cezalar... Akmayan sıcak sular... Akan çatılar... Yanmayan kaloriferler... Hapishane içinde hapishaneler... Ceza içinde cezalar... İnsanın insana dayattığı insandışılıklar!..
Tecrit, izolasyon ve tredmanlar...
Umutlu zamanlar üretme
İşte aklıma ilk gelenleriyle özetlemeye çalıştığım bu koşullar altında insan olma onuruna ve politik dünya görüşümün etik-ahlaki değerler sistemine uygun yaşama ve yaşatma çabası içindeyim.
Bu çaba aynı zamanda gazetecilik mesleğinin gereklerini ve sorumluluklarını yerine getirme uğraşlarını da kapsıyor doğal olarak.
Özcesi politik tutsaklar olarak 'hayat'ı hücrelerimize taşımaya, hayatlarımızı hücrelerimizden taşırmaya çalışıyoruz.
Emekçiler, halklarımız ve insanlık alemi için umutlu zamanlar üretme etkinliğine katkı vermeye devam ediyorum elimden geldiğince.
Okumaya, araştırma-incelemeye, düşünmeye, öğrenmeye devam.
Ve tabii, yazmaya da.
Serde şairlik de olunca şiir yazmak, insani ve özgür bir yaşam bilgisini öğrenmenin ve üretmenin parçası oluyor haliyle. Ona da devam.
Velhasılı kelam, hayat devam ediyor. 'Şu anda özgür olsam' başka bir şey istemezdim! Hayallerimin yolunda hayata devam etmek için.
Sevgilerimle... (SŞ/BA)
* Sedat Şenoğlu, Edirne F Tipi Cezaevi
** Hapis Gazeteciler "Suç"larını Anlatıyor yazı dizisinde yer alan diğer mektupları okumak için tıklayın.