"Nice burunlar geçtik, nice adalar,
deniz bir başka denize karışıyordu"
Theo Angelopoulos'un, çekimleri sırasında geçirdiği kazada yaşamını yitirdiği Başka Deniz (The Other Sea) filmi, Yorgo Seferis'in Destansı Öykü'sünden bu dizelerle başlayacaktı.
20. yüzyıl üçlemesini, geçtiğimiz Aralık'ta çekimine başladığı Başka Deniz'le tamamlayacaktı Angelopoulos. Ağlayan Çayır (To Livadi Pou Dakryzei, 2004) ilk, Zamanın Tozu (I Skoni Tou Hronou, 2008) ikinci filmiydi 20. Yüzyıl üçlemesinin.
Ağlayan Çayır için şöyle demişti Angelopoulos: "...Bu filmin doğrudan tek bir olayla ilişkili olduğunu söylemek mümkün. Sonsuzluk ve Bir Gün'ün gösterildiği Cannes Festivali'nden sonra yurda döndüğümde annemin ağır hasta olduğunu öğrendim. Kısa süre sonra da onu kaybettik. 1998 yılıydı. Annem, yirminci yüzyıl boyunca yaşamıştı. Öldüğünde bu yüzyıl sona ermek üzereydi. Yirminci yüzyılın başında doğmuş, sonunda ölmüştü. Diyeceğim o ki, bu onun yüzyılıydı. Ama belli bir açıdan benim yüzyılım olduğu da doğrudur."
Kendi yüzyılının kişisel değerlendirmesini yapacağı filmin hikâyesi ortaya çıkmaya başlayınca, beş ya da beş buçuk saat sürebilecek bu filmi, izlenebilirlik açısından fazla uzun olacağını öngördüğünden, üçlemeye dönüştürme kararı aldı Angelopoulos.
1999'da, yeni yüzyıl kutlamalarının yapmacık vaveylası arasında, sinemasıyla hep hakikati hikâye eden Theo Angelopoulos, ait olduğu yüzyılın bitişini anlatmaya böyle başladı. Ağlayan Çayır, 1919 yılından 2. Dünya Savaşı'na kadar olan dönemi Yunanistan'da yaşanan siyasi ve toplumsal gelişmelerle aktarıyordu.
Zamanın Tozu ise Ağlayan Çayır'dan devraldığı sözü 2. Dünya Savaşı dönemiyle devam ettiriyor, Beethoven'ın 9. Senfonisi çalarken Brandenburg kapısında 20.yüzyıla veda ederek bitiyordu.
Hayatlarımızın üzerine tozunu serpeleyen, yaşanmış ve yaşanmakta olan her şeyin üzerine çöken zamanda, sınırlardan ötede ve beride geçen bir yol hikâyesi olarak tasarlanmıştı üçleme. Geçmişin, dünün değil, bugünün parçası olduğunu, hatıraların geçmişe değil bugüne ait olduğunu hikâye etmişti yarım kalan üçlemesinde Angelopoulos.
"İlk defa aşık olmak gibi"
Bir söyleşide Başka Deniz'le ilgili olarak kendisine yöneltilen, üçlemenin devamı da olsa, yeni bir filme başlamanın nasıl bir duygu olduğu sorusunu, "Her zamanki gibi, ilk defa âşık olmak gibi... Hâlâ aynı heyecan, aynı coşku, aynı istek..." diyerek cevaplamıştı Angelopoulos.
Coşkuyla, heyecanla ve istekle bekliyorlardı Başka Deniz'i Angelopoulos'un izleyicileri... Aşkla bekliyorlardı... Zamanın tozu altında kalan hikâyeleri anlatan ve o hikâyeleri geçmişten çıkarıp alma derdindeki filmlerini hep bekledikleri gibi Angelopoulos'un.
Başka Deniz'de 21. yüzyılla yüzleşerek değer yargılarının yitişini, etik olanın çöküşünü, büyük sermaye ile sanatın-kültürün arasındaki çatışmayı, yozlaşmayı, sürgünleri, sığınmacıları anlatacaktı. Bir yol filmi olacaktı Başka Deniz. Olanaksız bir yolculuğun, sığınmacıların düşüncelerinden, düşlerinden başka güzergâhı olmayan bir yolculuğun hikâyesini anlatacaktı.
"Tıpkı Odysseia'da olduğu gibi tüm sığınmacıların yolculukları acılarla, engellerle dolu. Onlar toplumun çöpleri değiller, hepsi insan. Geleceğin Avrupa'sı sığınmacıların Avrupa'sı olacak" diyen Angelopoulos, Türkiye dâhil tüm Akdeniz bölgesini kökten etkileyen büyük bir coğrafya değişimini anlatacaktı 20. Yüzyıl üçlemesinin son filminde; işçilerle sığınmacıların dayanışmasını, Yunanistan'daki ekonomik krizi, krizin sosyolojik etkilerini hikâye edecekti Başka Deniz'de.
"Değişmeyen bir şey var: Başrolde ilk iki filmdeki gibi Eleni adlı bir kadın. Bu kez öykü Pire'de Arnavut, Afgan, Pakistanlı, Somalili ve Cezayirli sığınmacıların yaşadığı bir barakada geçiyor. Kahramanlar kafalarındaki simgesel evi bulmanın peşinde. Ev kavramı üzerinde duruyorum çünkü insanlar devamlı seyahat etme ihtiyacında. Yer değiştirdikçe zihinlerindeki ev kavramına bir anlığına da olsa varacaklarını sanıyorlar. Aradıkları kendileriyle dünya arasında dengelerin kurulduğu bir yer alında. Bu dengenin bulunması epey zor... Dahası çok nadir...
Mesele; savaşta kaybedilen şeyler değil, bozulan o denge.
Ben şahsen evimi, yani kendimle ve dünyayla uyum içinde yaşayacağım o yeri bulabilmiş değilim henüz. Üçlemenin ilk iki filminde de bu yitik ve kaybedilmiş duygular var aslında. Zamanın Tozu'nda büyük dede Eleni'ye elini uzatıyor; eski dengeleri, eskiyle olan dengeleri yeniden kurmak için... Üçüncü filmde ise her şey yeniden altüst olacak." demişti, Başka Deniz için Angelopoulos.
Hiçbir şey sona ermedi, ermez de...
Zamanın Tozu, "Hiçbir şey sona ermedi, ermez de... Hiçbir şey asla sona ermez... Zamanın tozu altında donuklaşan hikâyemi, geçmişten çıkarıp almaya geldim..."diyordu.
Asla sona ermeyecek olan bir hikâyeden, başka bir dünyanın hayalinden bahsetmişti Zamanın Tozu'nda. Kanadı kırılmış bir yüzyılın, 20. yüzyılın hikâyesini anlatıyordu bize.
Zamanın Tozu'nun son sahnelerinde, eski yüzyıl sönüyordu inceden tozuyan kar altında ve 31 Aralık 1999 gecesinde Berlin'de yeni yüzyılı karşılayan, Beethoven'in 9. Senfonisiydi. Aynı, 1989 yılı sonunda olduğu gibi...
1989'da Aralık sonunda, Brandenburg Kapısı'nın açıldığı gün, Berlin'in doğusunda ve batısında kurulan dev ekranlardan 9. Senfoni yayınlanmış ve finaldeki sevinç bölümünde Doğu'da ve Batı'da tüm meydanlardan "özgürlük" sözcüğü yükselmişti.
Bu özgürlüğün nasıl bir özgürlük olduğunu, evsizlerin barınağıyla göstermişti bize Angelopoulos, Zamanın Tozu'nda. Berlin'in evsizleri "özgürlük" adı altında pazarlanan bu barbarlık çağında yıkık binalara sığınıyorlar şimdi.
Kapitalizmin özgürlüğüne, yani aç kalma, yoksullaşma, yoksunlaşma, polisten dayak yeme, hapsedilme, işkence görme, göçe zorlanma, eğitimsiz kalma ve tüketme, sadece tüketebildiğin kadar var olma özgürlüğünü karşılamıştı yaratılan vaveylayla dünya 20. Yüzyılın sonunda. 1989'da, Brandenburg Kapısı işte böyle bir acı özgürlükler çağına açılmıştı...
Uğursuz bir motorsiklet
Brandenburg Kapısı'nda kaybedilen barış, demokrasi ve sosyalizm savaşına yeniden girişmenin yolunu gösteriyordu Angelopoulos Zamanın Tozu'nun son sahnesinde.
Büyük dede Spyros'un elini tuttuğu torunu Eleni'yle yeni yıl sabahında, Brandenburg kapısından eski dengeleri, eskiyle olan dengeleri yeniden kurmak için başka bir zamana geçişi, rüyanın yeniden başlamasından, ütopyanın diriltilmesinden başka yol yoktur artık deyişiydi Angelopoulos'un...
Berraklığını yitirmeye başlayan hikâyemizi zamanın tozu altından kurtarmaktan başka çare yok dedi Angelopoulos sinemasıyla bize hep.
Üçleme tamamlanamadan, Sonsuzluk ve Bir Gün'ün son sahnesi girdi araya sanki... Uğursuz bir motosiklet, Başka Deniz'in çekim mekânlarından olan Pire'de sonsuzlukla buluşturdu büyük ustayı... Sevenlerini acı içinde bırakarak ayrıldı dünyadan Angelopoulos.
Kayıp kelimelerin en acısını söylemenin, "argathini" demenin zamanı şimdi...
Sonsuzluk ve Bir Gün'ün üç kayıp kelimesi Korfulamu, Xenitis, Argathini...
Kayıp üç kelime
Sonsuzluk ve Bir Gün filminde, ömrünün hesaplaşma günündeki ozan Alexandros, 'Yarın nedir?' sorusunun cevabını ararken zamanın anlamını sorgular.
Ölümcül bir hastalık nedeniyle o günün akşamında hastaneye yatmaya hazırlanan Alexandros, Selanik'te deniz kıyısında bir bankta oturup, çocuk ticareti yapan çeteden ve polisten kurtardığı kaçak Arnavut göçmeni çocuğa, İtalya'da doğan Yunanlı şairin, Solomos'un hikâyesini anlatır.
Şöyledir hikâyesi Solomos'un:
"Osmanlı-Yunan savaşının sürdüğü yıllarda, bir gece rüyasında gördüğü annesi, Solomos'u adasına geri çağırır. Rüyasında aldığı bu çağrı üzerine adasına geri dönen Solomos yoksulluk, açlık ve felaketle karşılaşır anavatanında. Özgürlük savaşının sürmekte olduğu anavatanında herkes elinden geldiğince katkıda bulunmaktadır direnişe. Şair, Yunanlı olmasına rağmen Yunanca bilmez; kendi adasında, kendi insanlarının arasında olmasına rağmen onların dilini bilmediğinden onlarla konuşamaz ve konuşmalarını anlayamaz. 'Bir şairin elinden gelen, özgürlük şiiri yazmaktır' diye düşünen Solomos, bu şiiri yazmalıyım; benim de katkım bu olmalı' der. Solomos'un, bilmediği bir dilde şiir yazmak için kelimeler almaya başladığı adada, garip bir şairin kelimeler aldığı haberi kısa sürede yayılır."
Çocuğa anlattığı bu hikâyeden sonra kelime almaca oyunu oynamaya başlarlar kendi aralarında Alexandros ile çocuk. 19.yüzyıl şairi Solomos'un "Hür Esir" adlı bitmemiş şiirini tamamlamaya çalışan Alexandros, oynadıkları oyunda çocuktan kelime alacaktır, tıpkı Solomos gibi.
Çocuk, Selanik Limanı'nda koşarak kalabalığın içine dalar ve her geri dönüşünde yeni bir kelime getirir Alexandros'a. Yunanistan'ın en büyük ulusal şairlerinden biri olan Dionysios Solomos'un yarım kalmış şiirini tamamlamaya ömrünü adayan Alexandros, sonsuzluktan önceki hesaplaşma gününde rastlaştığı Arnavut çocuktan üç kelime alır bu oyunda.
Kelimelerin ilki 'korfulamu'dur. 'Korfulamu'nun sözlük anlamı, 'çiçek göbeği'dir. 'Korfulamu' kelimesinin Yunanca'da ifade ettiği duyguysa, annesinin kucağında uyuyan çocuğun huzurudur; kelime şefkat, sevgi, huzuru anlatır.
İkinci kelime 'xenitis'tir. Angelopoulos'un bir korsandan öğrendiği, Yunanca'nın unutulmuş bir kelimesidir 'xenitis'.
Yunanca'da 'yaban' anlamına gelen 'xenos'dan türetilmiş bir kelime olan 'xenitis', sürgün olma halini, ama daha çok da, hep sürgünde olma duygusunu anlatır. Her yerin yabancısı ve her yerde sürgünde olanlar için kullanılır.
Oyunun son kelimesi 'argathini'dir. Gecenin körü anlamına gelir 'argathini'.
'Argathini', en karanlık derinliğidir gecenin. Her şey için çok geç kalınmış olmasını anlatmak için kullanılan bir sözcüktür. Heraklitos'un, "Zaman, sahilde çakıl taşlarıyla oynayan bir çocuktur", sözleriyle başlayan filmin son sahnesinden geriye, zamana dair 'argathini' sözü kalır.
Bir soruyla başlayan film, başka bir çocuğun, o soruyu çocukken sormuş olana sunduğu kelimeyle cevaplanır. Soruyu çocukken soran, şimdi ölümün kıyısındaki yaşlı adam kıyıda kalırken, çocuk kendi sürgününde yeni bir adım atar, kaçak olarak Amerika'ya giden gemiye biner.
Alexandros'un Yunanistan'daki 1967 darbesinden kaçtığında tamamlamaya ömrünü adadığı Yunan dilinin büyük şairi Solomos'un şiirine üç kelime bulunur sonsuzluktan önceki hesaplaşma gününün oyununda... Üç sürgünü Solomos'u, Alexandros'u ve Arnavut çocuğu bir araya getiren kelimeler 'korfulamu', 'xenitis' ve 'argathini'dir.
Kayıp kelimelerin en acısını söylemenin, "argathini" demenin zamanı şimdi... Sonsuzluk ve Bir Gün'de üç kayıp kelimenin izindeki şairi anlatan büyük yönetmenin, Angelopoulos'un ardından ağlamaktan başka bir şey gelmiyor elden bu kör karanlıkta şimdi.
Sonsuzluk ve Bir Gün filminde, kaçak Arnavut göçmeni çocukların hayret, korku, hasretle Selim'in, bir polis arabasının çarpmasıyla ölen arkadaşlarının ardından "Hey! Selim" diye ağıt yakmaları gibi...
"Hey! Selim!
Bu gece bizimle olamaman ne acı
Hey! Selim!
Çok korkuyorum, Selim.
Deniz o kadar büyük ki!
Gittiğin yerde bizi ne bekliyor Selim?
Hepimizin gideceği o yer neye benziyor?
Dağlar mı var, vadiler mi,
Polisler mi var orada askerler mi,
hiç geriye bakmadık ki biz.
Şimdi tek görebildiğim, deniz, uçsuz bucaksız deniz.
Rüyamda annemi gördüm gece
kapının eşiğinde durmuş, ağlıyordu.
Noel'di, çanlar çalıyordu.
Dağlara kar düşmüştü.
Keşke burada olaydın
bize eskisi gibi
o limanlardan,
Marsilya'dan, Napoli'den,
Şu koca dünyadan bahsedeydin
Hey! Selim, anlat, anlat bize
Şu koca dünyadan bahset.
Hey! Selim, konuş, konuş bizimle... " (*)
Bir polis arabasının çarpmasıyla hayatı son bulan Selim'in ardından kendilerini nasıl daha da fazla sürgün hissediyorsa ona ağıt yakan arkadaşları, izleyicileri de öyle şimdi Angelopoulos'un... 'Burası' her zamankinden daha fazla sürgünde olmaktır çünkü artık, Angelopoulos'un yokluğunda.
"Kondula Lemonia" ile uğurlayalım Angelopoulos'u...
Angelopoluos bize filmlerinin, izledikçe çoğalan hikâyelerini, her izlemede farklı sahnelerinde duraladığımız ân resimlerini bıraktı.
Son filmini yarım bırakıp sonsuzluğa gitse de Angelopoulos, kayıp kelimeleri bulup, bıraktı geride.
Zamanın tozunu ve rüyasını bıraktı bize giderken, yarım kalmış en güzel hikâye olarak.
Kendini xenitis olarak tanımladı, her yerin sürgünüydü. Yurdu, filmleri oldu... Yurdu kelimeleri oldu, kaybettiği kelimeleri arayan şairler oldu yurdu.
Yurdu, en sevdiği türküyle onu uğurlayanların kalpleri olacak bundan böyle. Denizin başka denize karıştığı yerde, burada da, Atina'da onu uğurlayanlara eşlik ederek mırıldandığımız eski bir Yunan halk türküsü olsun Angelopoulos'un yurdu.
Sonsuzluk ve Bir Gün'de Selim'e ağıt yakan arkadaşları gibi mırıldanalım Angelopoulos için "Kondula Lemonia"yı , Ufacık Limon'u...
Başka Deniz'den de, "Kondula Lemonia" ile uğurlayalım Angelopoulos'u... (FÇ/HK)
Türkünün Yunanca Sözleri:
Μωρή κοντούλα λεμονιά
Μωρή κοντού-, μωρή κοντούλα λεμονιά
με τα πολλά λεμό-, λεμόνια.
Βησσανιώτισσα
σε φίλησα κι αρρώστησα
και το γιατρό δεν φώναξα.
Πότε μικρή, πότε μικρή μεγάλωσες
κι έγινες για στεφά-, στεφάνι;
Βησσανιώτισσα...
Χαμήλωσε, χαμήλωσε τους κλώνους σου
να κόψω ένα λεμό-, λεμόνι.
Βησσανιώτισσα...
Για να το στί-, για να το στύψω, να το πιω
να μου διαβούν οι πό-, οι πόνοι.
Βησσανιώτισσα...
* Hey! Selim, " To a Dead Friend " parçası çalarken kaçak Arnavut göçmeni çocukların ölen arkadaşları için yaktıkları ağıt. "To a Dead Friend", Eleni Karaindrou'nun bestesi, Eternity and a Day (Sonsuzluk ve Bir Gün) filminden (Theo Angelopoulos, 1998)
Kaynaklar:
* Theo Angelopoulos'un filmleri ve sinema anlayışıyla ilgili görüşlerini içeren söyleşilerinin toplandığı bir kaynak için bkz. der. Dan Fainaru, Theo Angelopoulos, çev. Mehmet Harmancı, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2006.
* Ölü Bir Arkadaşa... Hakan Şenyuva için, Füsun Çiçekoğlu, Mesele Dergi - Temmuz 2008.
* Zamanın Tozu, Füsun Çiçekoğlu, Mesele Dergi, Ocak 2010.
* Usta Yönetmen Yeni Filminin Açılış Sahnesini Kız Kulesi'nde Çekecek, Aslı Selçuk, Cumhuriyet, 23 Aralık 2011.
* Her Şey Altüst Olacak, Jülide Karahan, Skylife, Ağustos 2011.