Irkçılığın gün geçtikçe arttığı Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden İtalya'nın göçmen politikası sicili fazlasıyla kirlenmiş durumda. Konu hakkındaki militan tavrını yıllardır sürdüren genç sinema yönetmeni Andrea Segre son belgeseli Mare Chiuso (Kapalı Deniz) ile konuya bir kez daha dikkat çekiyor.
Geçtiğimiz aylarda ortaya çıkarılan Hizbullah bağlantılı şebeke ise Türkiye'den siyasi sebeplerle kaçan Kürtler'in İtalya'da sığınma hakkı elde etmesini zora sokmuşa benziyor.
Göçmenlere "hapishane-kamp"
Kuzey Afrika'ya yakınlığı sebebiyle özellikle Libya'dan göç alan İtalya'ya gerekli yatırımları yapması için AB gerekli fonları uzun yıllardır sağlıyor.
Arap Baharı sırasında sayıları fazlasıyla artan ve Sahra çölünün güneyinden gelenlerin çoğunluğunu oluşturduğu göçmenlerle kafasına göre uğraşmayı seçen İtalya daha önce imza attığı uluslararası anlaşmaları yok sayarak faşizan önlemleri tercih eder oldu.
İnsani şartlarda ağırlanma, sağlık hizmetlerinden yararlandırılma, anadilini konuşan çevirmen aracılığıyla iletişim kurma haklarından mahrum bırakılabilen göçmenler sınırdışı edilmeleri gerektiğinde tutuldukları ve gazetecilerin sokulmadığı Cie adlı kamplarda hapishaneleri aratmayan sert muamelelere tabi tutuluyorlar.
Siyasi sığınma talebinde bulunanların bekletildiği nispeten yumuşak Cara'larda da memleket sathına yayılmış ve devletin açtığı ihalelerin kontrolünü elinde tutan bazı tekelci kooperatifler ücreti zaten gülünç seviyede olan tercümanlık işini İtalyanca'yı birkaç ayda sökmüş olan bazı göçmenlere yaptırabiliyor.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin (UNHCR) varlığı, sığınma taleplerinin incelendiği komisyona her zaman tarafsızlık garantisi getirmediğinden kararlar genelde ülkenin politikasıyla paralellik taşıyor. Ülkenin tamamında durumla nasıl baş edeceğini bilemeyen ve durmadan şikâyet eden beceriksiz bürokratlar göçmenlik işini yüzlerine gözlerine bulaştırmış durumdalar.
Segre'nin katkısı
1976 doğumlu Andrea Segre'nin ilk eseri 1998'de çektiği, Romanlar'a uygulanan soykırımla ilgili bir belgeseldi.
Bologna Üniversitesinde İletişim Sosyolojisi konusunda doktorasını yapıp bu dalda eğitim de veren Padovalı yönetmen, İtalya'nın Libya ile imzaladığı bir anlaşma sonucunda ülkenin insan hakları konusunda ne kadar fütursuz olduğunu 2009 yapımı Come un uomo sulla terra (Yeryüzündeki Bir İnsan Gibi) adlı belgeselle ortaya koyuyordu.
Eski Başbakan Silvio Berlusconi'nin telaffuz etmeye ve halkının da dinlemeye bayıldığı 5 milyar dolarlık bir anlaşmayla ülkeye daha çok gaz ve petrol vaad edilmekle kalınmıyor, "çizme", ülkeyi istila etmesinden korkulan "zenciler"den de korunuyordu.
Mevzubahis anlaşma ile Afrikalılar'a set çekiliyor, eski Libya Lideri Muammer Kaddafi'nin zindanlarında kadınlar ve erkekler insanlık dışı muamelelere tabi tutuluyorlardı.
Belgesel AİHM'de delil oldu
AB'nin konuyla ilgili birimi Frontex temsilcileri de diplomatik ziyaretleri sırasında kamufle edilen gerçeklerle yetinip görevlerini yerine getirmiş olmanın gönül rahatlığıyla korunaklı kalelerine çekilebiliyordu.
Dışişleri Bakanı Franco Frattini yapılanları televizyonlarda gururla aktarırken müttefik diktatöre hediye edilen araçlarla ülkenin içlerine hayvanlar gibi taşınan mülteciler çöl sıcağıyla baş etmeye çalışıyordu. Belgesel Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) delil olarak kullanıldı.
Af Örgütü'nden destek
Segre 2010'da çektiği Sangue Verde (Yeşil Kan) ile İtalya'nın kanayan başka bir yarasına parmak bastı.
Memleketin mafya oluşumlarından "Ndrangheta"nın kontrolü altındaki Rosarno'da günlük 25 euro'ya köle gibi çalıştırılan Afrikalılar kendilerine açılan ateş sonucunda isyan etmiş, olaylar fazlasıyla büyümüştü.
Memleketin güneyindeki sıcak bölgelerden Calabria'nın narenciye bahçelerinde kaçak çalıştırılan işçiler genelde topladıkları portakalları yiyerek beslenmeye çalışıyor ve taşıdıkları kanın yeşil değil, herkes gibi kırmızı olduğunu haykırıyordu. Film, yönetmenin Uluslararası Af Örgütü desteğini almış eserlerinden biri.
2011'de tamamlanan ve Türkiye'de de kısa bir süre önce İzmir Festivali'nde gösterime giren uzun metrajlı Io sono Li (Benim Adım Li) ise İtalya'da çalışma şansı elde etmesinin bedelini ödemek üzere neredeyse köleleştirilmiş Çinli Li'nin hazin öyküsünü anlatıyor.
Venedik Lagünündeki balıkçı kasabası Chioggia'nın tipik manzaralarını şiirsel anlatımıyla harmanlayan Segre, Li'nin Hırvat kökenli bir balıkçıyla yaşadığı platonik aşkı da seyirciye başarıyla aktarırken taşralı İtalyanlar'ın klişeleri, önyargıları ve ırkçılığı konuya gerekli çerçeveyi sağlıyor.
Kabahat pasif güruhlarda
Geçtiğimiz haftalarda gösterime giren UNHCR destekli son belgeseli Kapalı Deniz'in tanıtımı için İtalya'yı dolaşan Segre, kabahatin, bir zamanların İçişleri Bakanı Roberto Maroni gibi kişilerden çok siyasetçilerin yalanlarına kanıp icraatlarını pasifçe kabul eden güruhlarda aranması gerektiğini söylüyor.
2009'dan itibaren yine AB ve uluslararası hukuk kurallarını yok sayan İtalya'nın resmi güvenlik kuvvetleri Akdeniz'in ortasında mahsur kalan 2000'i aşkın göçmeni Libya'ya teslim etmişti.
Aşağıladıkları Orta Afrikalılar'a kötü muamele, işkence hatta ölümü reva gören Libyalılar bir yana, geçen Şubat ayında AİHM İtalya'yı bu davranışından dolayı suçlu buldu ve davası görülen her bir göçmene 15 bin euroluk tazminat ödemeye mahkûm etti. Bu kararın benzer davalar için emsal teşkil edeceği söylendi.
Türkiye'nin yeni imajı
Kısa bir süre öncesine kadar AB'yr girmeye çalışan Türkiye'ye azınlık ve insan haklarındaki yetersiz performansı ileri sürülerek zorluk çıkarılırdı.
Oysa dünya çapında demokratik ilkelerin bayraktarlığını yapan Avrupalılar, içine düşmüş oldukları mali krizden kurtulabilmek için Türkiye'nin de dahil olduğu, Hindistan ve Çin gibi iki devin lokomotifliğini üstlendiği Doğu'ya kayan dünyanın yeni güç eksenine can simidi olarak bakmaya başladıklarından beri Anadolu'daki bazı gerçekleri görmezden gelmeyi tercih eder oldular.
Örneğin Konya'nın Cihanbeyli İlçesine bağlı Gölyazı kasabası sakinlerinin başına gelenler ilgili makamlarca her zaman ikna edici bulunmayabiliyor. Bölgede Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) seçim kazandığı tek belde olması sebebiyle sakinlerinin her türlü ayrımcılığa ve baskıya tabi tutulması fazla soyut kabul edilebiliyor, niye başka yerlere göç edip yeni hayatlar kurulmadığı sorgulanıyor.
Askerlik yapmak istemeyen Kürt gençlerinin tezleri demokratikleşme konusunda dev adımlar atmış olan NATO üyesi Türkiye'ye toz kondurulamadığından inandırıcı bulunmuyor.
Hapisteki milletvekilleri, tutuklanan gazeteciler, sınırda katledilen Kürt gençleri gündemde yer almıyor. Üstelik geçtiğimiz Şubat ayında İtalya'da yapılan bir operasyonda ortaya çıkarılan bir şebekenin bazı Kürtler'i sahte evraklarla donatarak siyasi sığınmacı gibi gösterdiği ve kebap dükkânlarına yerleştirdiği anlaşıldı.
Yalnız İtalya'da değil birçok Avrupa ülkesinde konuşlanan yasadışı organizasyonun nihai amacının ise oluşturduğu dönerci ağı sayesinde Hizbullah'ın ilkelerine uygun İslami bir düzene hazırlık olduğu sanılıyor.
Gölgesinden korkar hale gelen İtalyanlar'ın yeni Başbakanı Mario Monti'nin de göçmenlik konusunda farklı bir politika uygulayacağına dair bir işaret yok. BM'nin görmezden geldiği bu durum yüzünden her geçen gün artmakta olan yabancı tahammülsüzlüğü ve ayrımcılığa yeni kurbanlar veriliyor.
1 Mayıs gecesi Pescara şehrinde aşırı sağcı bir gencin intikam için Romanlar tarafından öldürülmesi sonucunda beklenen misilleme ihtimali memlekette yükselen gerginliğin açık göstergesi.
Bu aralar son senaryosunu hazırlamakta olan Segre'ye yeni eserinde başarılar dileriz. Filmin bir sekansında Milano'daki Via Montenapoleone'den alışverişini yapmadan çantasını yankesicilere kaptırmış Türkiyeli bir kadını karakolda derdini anlatma çabası içinde Türkçe konuştuğunu iddia eden bir çevirmenle cebelleşirken görürseniz şaşırmayın... (MT/AS)