İfade özgürlüğü hakkı için bakılması gereken son AYM kararı, Sırrı Süreyya Önder (B. No: 2018/38143) başvurusu üzerine verilen 3 Ekim 2019 tarihli Genel Kurul karardır. İlk Derece Mahkemeleri ve İstinaf mahkemelerinin tüm yanılgıları, bu kararda gösterilmiştir. İfade özgürlüğü hakkını eğip bükmenin hiçbir gereği yoktur artık.
Mahkemelerin zihniyetlerine yerleşmiş olduğu anlaşılan terör propagandası hakkındaki şablon gerekçeler, gerekçe değildir.
AYM’nin anılan kararına alıntılanan aşağıdaki gerekçeyi yazarak dikkat çekmek yararlıdır. Çünkü aşağıdaki gerekçe dosya içeriğine uygun olsun veya olmasın birçok ağır ceza mahkemesi kararında aynen kullanılıyor. Kesilip, kopyalanıp hemen hemen her mahkeme kararına yapıştırılıyor. Sanki gerekçeymiş gibi, sanki dosya içeriğine uygunmuş gibi ve sanki terör propagandasının ne olduğu açıklanıyormuş gibi aşağıdaki gerekçe ağır ceza mahkemesi kararlarında sürekli kullanılıyor…
“3713 sayılı Yasanın 6459 sayılı Yasayla değişik 7/2 maddesinde terör örgütünün cebir şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişinin cezalandırılacağı düzenlenmiştir.
AİHM'nin fikir hürriyeti konusunda sözleşmenin 10. maddesiyle ilgili verdiği kararlar da bu maddeyle aynı yöndedir. Bu madde ile bilinmesi gereken önemli bir husus, propaganda kabul edilen eylemin bizzat kendisinin şiddet içerikli olması, nefret, cebir ya da tehdit içermesi gerekmediğidir. Propaganda olan eylemin kendisi şiddet, nefret, tehdit veya cebir içerikli olması ve terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde olması halinde bu madde gereğince suç oluşur... Kaldı ki, terör örgütünün şiddet içerikli eylemlerini öven, meşru gösteren veya teşvik eden eylemler bu haliyle zaten şiddeti teşvik eder hale gelir.
Örneğin, "PKK'nın yapmış olduğu eylemleri destekliyoruz." şeklinde atılan bir sloganda kullanılan kelimelerin hiçbiri şiddeti çağrıştırmamaktadır. Ancak cümle bir bütün halinde değerlendirildiğinde bölücü terör örgütü PKK'nın eylemlerinin desteklendiği ve şiddeti övücü nitelikte olduğu sonucuna varılmalıdır.
Dolayısıyla bu suç için önemli olan propaganda teşkil eden eylemin, terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru göstermesi veya övmesi ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik etmesidir. Bu bir slogan şeklinde olabileceği gibi, pankart taşımak, şarkı söylemek, basın açıklaması yazmak, yazı yazmak, resim çizmek gibi çok çeşitli şekillerde olabilir. AİHM verdiği kararlarda özellikle nefret içerikli hiçbir eylemin AİHS 10. maddesi kapsamında korunmayacağını özellikle belirtmektedir. Yine şiddet çağrısı, silahlı ayaklanma çağrısı, isyan çağrısı içeren eylemler de 10. maddenin korumasından yararlanmaz.
Bütün bu hususlar bir bütün halinde değerlendirildiğinde, bir eylemin terör propagandası olarak nitelendirilip cezalandırılması için mutlak surette şiddete veya silahlı direnişe ya da isyana teşvik ediyor olması, terör örgütünün varsa bu tarz eylemlerinin övülmesi ya da meşru gösterilmesi gerekir. Ağır eleştiri sınırında kalan, siyasi nitelikli söylemlerin bu kapsamda değerlendirilmesi mümkün değildir.
Ayrıca şiddet içerseler bile sanatsal faaliyetlerin daha özel olarak değerlendirilmesi ve AİHS'nin 10. maddesinin bu durumlarda daha geniş yorumlanması gerekir. Kanun maddesinde her ne kadar cebir, tehdit ve şiddet ayrı ayrı belirtmiş, AİHM kararlarında ise şiddet olgusu üzerinde durulmuş ise de cebir ve tehdit zaten şiddetin bir parçası olduklarından AİHM kararlarında belirtilen şiddet olgusunun tehdit ve cebiri de içerdiği kabul edilmelidir.”
Böyle bir şablon gerekçenin ve birçok ağır ceza mahkemesi kararında yer alan bu görüşün hukuka aykırı olduğu Anayasa Mahkemesinin birçok kararında tekrar tekrar tekrarlanmaktadır. Bakınız Anayasa Mahkemesi kararları…
Hatta Anayasa Mahkemesi 3 Ekim 2019 tarihli Sırrı Süreyya Önder kararında şöyle diyor:
“Özellikle terörle mücadelenin zorlukları ile birlikte terör bağlamında yapılan açıklamaların karmaşıklığı ve muğlaklığı söz konusu olduğunda düşünce açıklamalarının şiddete teşvik mahiyetinde olup olmadığı yönündeki değerlendirmenin ancak açıklamanın yapıldığı bağlama, açıklamada bulunan kişinin kimliğine, açıklamanın zamanına ve muhtemel etkilerine, açıklamadaki diğer ifadelerin tamamına bir bütün olarak bakılarak yapılması gerektiği gözden uzak tutulmamalıdır.” (AYM kararı 67. Bölüm).
Devamında ise; hangi AYM kararlarının esas alınması gerektiği ve hangi kararlara bakılacağı AYM kararının 67 inci bölümde şöyle sıralanıyor: “ (krş. § 35 ve ayrıca bir grup akademisyenin imza attığı bir bildirinin terör örgütünün propagandasını yapma suçunu oluşturduğu iddiasının değerlendirildiği bir karar için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, §§ 77-139; bir televizyon programında yapılan açıklamaların terör örgütü propagandası niteliğinde olduğu iddiasının değerlendirildiği bir karar için bkz. Ayşe Çelik, §§ 49-51; içeriğinde terör propagandası yapıldığı ileri sürülen bir kitabın toplatılmasının değerlendirildiği bir karar için bkz. Abdullah Öcalan, §§ 100, 101; içeriğinde terör propagandası bulunduğu iddia edilen bir gazete makalesinin değerlendirildiği bir karar için bkz. Ali Gürbüz ve Hasan Bayar, B. No: 2013/568, 24/6/2015, § 64; bir basın açıklamasının terör örgütünün propagandasına dönüştüğü iddiasının değerlendirildiği bir karar için bkz. Mehmet Ali Aydın, § 77).”
AYM; İlk Derece Mahkemelerine ve Bölge Adliye Mahkemelerine bu kararında sıralamış olduğu kararlara “bakınız” diyor; o halde bakınız….
AYM kararının 71. ve 72. Bölümlerinde meseleye dair başka bir net tespiti var:
“Tespit edilmesi gereken mesele, A.Ö. yü lider olarak benimseyen, onu öven sözler gibi tartışmalı açıklamaların tarihsel bağlamda ve konuşmanın bütünü içinde şiddete teşvik edip etmediğidir. İçinde kişileri şiddete başvurmaya yönlendiren ifadeler yer almayan ve terör suçlarının işlenmesi tehlikesine yol açmayan açıklamaların terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerine başvurmayı teşvik etme olarak kabul edilemeyeceğinin altı bir kez daha çizilmelidir (bkz. §§ 62-64).
Başvuruya konu konuşmanın terör gruplarına silah bıraktırılması, ülkede şiddet olaylarının sona erdirilmesi, toplumsal sorunların demokratik müzakere süreçleri işletilerek çözülmesi imkânlarının artırılması amacını taşıyan ve demokratikleşme süreci olarak ifade edilen bir bağlamda yapıldığı göz önüne alınmalıdır. Başvuruya konu konuşmanın yapıldığı tarihsel bağlam göstermektedir ki 15/2/1999 tarihinden beri hükümlü olan A.Ö. ile demokratik açılım sürecinde görüşülmüştür. O hâlde başvuruya konu somut olayın koşullarında başvurucunun A.Ö. ile ilgili sözlerinin şiddete teşvik ettiği kabul edilemez.”
Bu durumda AYM; “Hangi dil ve üslup kullanılırsa kullanılsın başvuruya konu konuşmada nihai olarak o tarihlerde yürütülmekte olan çözüm sürecinin başarılı bir şekilde yürütülmesi ve sona erdirilmesi talebinin baskın olduğu değerlendirilmiştir.”
AYM kararındaki bu gerekçeye göre; seçilmiş milletvekilleri için görüş ve düşüncelerini açıklamak ifade özgürlüğü hakkının sonucudur. Sözümü söylersem ileride başıma ne gelir gibi bir endişe ortam düşünce açıklama ve yayma özgürlüğüne terstir; mahkemelerin hakları sınırlandıran kararlar vermesi hukuka terstir.
Çözüm sürecindeki sözler, yazılar ve görüş açıklamaları “demokratikleşme sürecinin” parçasıymış gibi kabul edildiği halde; aradan geçen yıllar sonra ve sonra, bu sözler, bu yazılar ve bu görüşler hakkında ceza davası açarak vatandaşları ve siyasetçileri cezalandırmak ifade özgürlüğünün ihlali demektir.
Devlet, vatandaşına ve seçilmiş milletvekillerine ve siyasi partilere tuzak kurmaz, kurmamalıdır.
Cezalandırma yolunun seçilmesi, ceza hukukunun son çare olarak kullanılması ilkesi yerine ilk çare olarak başvurulması; her sözün, her açıklamanın terör propagandası olarak kabul edilerek mahkûmiyet kararları verilmesi kabul edilemez.
Bakınız Anayasa Mahkemesi kararları, vazgeçiniz; kes kopyala yapıştır kararları…(Fİ/EMK)
Fotoğraf: Anadolu Ajansı