“Bilgelik, putları yıkmak değil, onları hiç yaratmamak.” Umberto Eco
Gülhane’den Gezi’ye adlı bu yazılama dizisinin ikincisindeyiz… Adına “Anlatısızlığa Bir İlgi” dediğimiz bu yazılama, üç kısımdan oluşuyor: Anlatı kavramına dair kısa değini; 18 Haziran 2023’e giden süreç ve seçimlerin üçüncü gününe uyanan insanın bir tür uyku apnesi yaşıyormuşçasına gördükleri ya da kurdukları.
***
Anlatısızlık devam ediyor… Hakikatimsiliğin egemenliğinde büyüyememek, olup bitenlere katılamamak, bir tür astım krizi… Ciğerlerimiz gün be gün küçülüyor…
Gülhane’den bu yana Anlatı arıyoruz. Bir tür Tanrısallık atfettiğimiz Anlatımızın, sıklıkla, bizde olmadığını varsayarak dışarıda arıyor, ithal edip aşılayarak ‘uygar’ memleketler gibi görece verimli ya da sorunsuz yaşayacağımızı umuyor, ummaktan öte buna inanıyor, inanmaktan da öte bunun üzerine inşa ediyoruz Hayatımızı.
Her kim kendi Anlatısını üretir, kitlelerin zihninde yer eder ve İktidarlaşır. 20 yılı aşkın zamandır da AKP Anlatısı İktidar…
Homo Narrans diğer deyişle insan, hikaye anlatan, anlatı üreten bir varlık. Nasıl sonsuz parça bir araya gelip hayat üretiyorsa belli türden bir fikrin bakış üretmesiyle, belki de ideolojiye dönüşmesiyle oluşan Anlatı, Hakikatimize dönüşüyor çünkü içinde nefes aldığımız anlam evrenimize rengini O veriyor.
Anlatının dünyaya açıklığı, Hakikati gölgelemeden sokağa sirayeti, Eleştiriye içkinliğiyle olanaklı. Oysa Gülhane’den bu yana kırmızı alarm içindeyiz… Sürekli “Önce şunu halledelim…” ile başlayan ‘gerekçeler” nedeniyle bir türlü o inandığımız Anlatıyı da giyinemiyoruz. Ebeveyni tarafından mütemadiyen aldatılarak oyalanan, büyümesi engellenen çocuklar gibiyiz… Üzerimize her ne giyersek giyelim eğreti durması daha çok bundandır. İçinde rahat edemiyoruz, yabancısıyız kıyafetin. Eğretilik, kendimize yabancılaştırır. Bu durumu “Hakikatimsilik diye adlandırıyorum. Hakikatimsilik, Gülhane’den bu yana Politikasızlığın, “yerli ve milli aşiretimsi rejimsizliğin” beslendiği kaynak. Çünkü bunun sayesinde kitlelerin gerçeklikle bağ kurması engellenmekte. Hakikatin yerini alan Hakikatimsilik, hamaset, “fake news”, rengini Anlatının verdiği ideolojik bellek ve bunların türevi olan patolojik bilinç…
***
Seçime giderken siyasi arena Cumhur, Millet ve kendini 3. Yol olarak da nitelendiren, kolaylaştırıcılığını HDP’nin yürüttüğü Demokrasi İttifakı olarak üçlü bir yapı göstermekteydi. Millet İttifakının Anayasa referandumunda başlayan sürecinin kolaylaştırıcılığını CHP yürütmekteydi. Millet İttifakı yakıcılaşan, yakıcılaştıkça yıkıcılığı artan İktidarın alternatifi olabilmek adına muhalefet blokunu konsolide etmek, olası bir İktidarın olanağını yaratmak adına mazide olduğundan daha az manipülasyona gelerek süreci inşa etmeye çalıştı.
6 siyasi parti liderinin mütevazı bir masa etrafında toplanıp resim vermesiyle somutlaşan blok, aylardır kulislerde çalışılan bir metni 28 Şubat gibi simgesel bir tarihte kamuoyu önüne çıkarak aktivist ve/veya sivil toplumcu diliyle organize edilen bir toplantıyla paylaştı.
Güçlendirilmiş Parlamenter Rejime geçiş çerçeve metni, her ne kadar Rusya’nın son ana kadar pek de ihtimal verilmeyen Ukrayna işgaline denk gelse de pek çok sorunlu yanıyla göreli ölçüde umutlandırıcı bulundu.
Bu süreçte en çok tartışılan konuların başında HDP’nin muhalefet blokuyla ilişkisi oldu. İktidarın manipülasyonu politika oluşturacak muhalefetin kavram dünyasına, retoriğine, eylemde bulunma iradesine alan bırakmadı. İktidar, pek çok alanı kuşatan retorik ve eylemleriyle muhalefete alan bırakmadı; bu konuda şüphesiz İktidar olmanın araçlarını ardına alarak hareket etti. İktidar ve Hakikatimsizliklerden örülü Anlatısı, ortaya çıkan asimetri nedeniyle de hayata büyük ölçüde çöreklendi.
Seçime giden süreçte İktidar bloğu Millet İttifakı’nın adayına dair sürekli spekülasyon yaparak bir tür siyasi oyun teorisi işletti. Lakin ilkeli tutum nedeniyle seçimler resmen ilan edilinceye değin isim telaffuz edilmedi. Kulislerdeki tartışmalardan, yetkili yüzlerin kamuoyuna beyanlarından yola çıkılarak hem ittifaka hem de adaya dair net bilgiler satır aralarına gizlendi.
Sürecin kolaylaştırıcısı olan CHP ve genel başkanı Kılıçdaroğlu, ortadaki asimetrik siyasi dengesizlik nedeniyle en güçlü isimdi. Millet İttifakının devlet başkanı yüzüyle kamuoyu önüne çıktığı orta sınıf bir ailenin evinde bulunabilecek mutfaktan yaptığı kısa yayınlar ve söylemleri, adayın kimliğini hiç de örtük olmayan bir açıklıkta gösteriyordu. Adaylık sorusu yöneltilen Akşener, Başbakanlığa aday olduğunu, HDP eş-başkanı Buldan’ın, HDP’nin kapatılmasıyla ilgili yöneltilen soruyu “Ne kapatması, iktidar ortağı olacağız.” diye yanıtlaması, muhalefet blokunun nasıl kurulduğunu da gösteriyordu. 28 Şubat’taki mutabakat metninin ardından Akşener için “Başbakan adayımız” diyen Kılıçdarıoğlu, kurulan denklemin ya da senaryonun adım adım kamuoyuna ileterek sürecin PR’ının diplomatik biçimde yürütüldüğünü de açıkça ifade etmiş oldu.
HDP’nin 3. yol altında Cumhuriyetin tekil kurucu iradesinin iki farklı yüzü olan Cumhur ve Millet İttifakı dışında tutulması, kilit önemini ortadan kaldırmadı. Şimdi parlamentodaki ve CB seçimindeki denklem, gözleri yeniden kurucu irade dışında tutulan HDP’ye çevirdi.
Cumhuriyetin 100. yılında yeniden ihtiyaç duyulan “Kurucu İrade”, mayasındaki içerimcilikten uzak anlaşıyı yeniden işletmek telaşında… Oysa aradan geçen 100 yıl ve bunca soruna, deneyime rağmen hala tarihten ders çıkarılmamış, öğrenilmemiş olması trajediyi aşan bir adlandırmaya muhtaç. AKP Anlatısı, gerçekliğin üzerindeki sis bulutunu arzusu doğrultusunda sürekli karartıyor… 20 yılda gittikçe masifleşen Hakikatimsilik, AKP’nin Türkiye siyasetindeki başatlığı bir diğer deyişle “oyun kuruculuğu” elinden alınmıyor… Gülhane’den bu yana eğilip bükülen belleksizlik, Hakikatimsiliğin mayası Diyalektiksizlik… Muradımız olan İçerimci Demokrasi mümkün… Farklılıkların bir araya gelerek oluşturduğu gerilim, eşit yurttaşlığa dayalı bir hukuk ve bunun sonucu sağlıklı bir mecraya akıtılarak Hayat üretilebilir. Hakikatimsizliğin ürettiği “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” dikotomisi işte tam da bu nedenle kader değil…
***
İstanbul, 21 Haziran 2023, Çarşamba, 05:30
Sevgili Günlük,
Bugün 21 Haziran, en uzun gün… Günlerden çarşamba, saat sabahın beş buçuğu… Gün, usulca ışıyor… Günün en sessiz ve yazın en serin anları… Tam da “Minerva’nın baykuşu kanatlarını alacakaranlıkta çırpar.” dediği anlar… Bir yandan yeni güne uyanmanın umuda içkinliği, diğer yandan “Dönüp ardıma baktığımda güneşin altındaki her şey haksızlıktı.” sözü arasında salınan bir halet-i ruhiye içindeyim… Bugün 21 Aralık’ta uzamaya başlayan günlerin de sonuncusu… Dünya dönüyor, her şey akıyor… Sonsuzluğun bilinci özgürlük…
Cumhuriyetin 100. yılının tamamlanmasına henüz 4 ay var… Türkiye, kuruluşundan bu yana geçen yüz yıllık süreçte 12 ayrı Cumhurbaşkanı seçti. Üç gün önce 18 Haziran’da gerçekleşen seçimlerde seçmenlerin önüne iki ayrı sandık kondu. Birinde Cumhurbaşkanlığı, diğerinde yerli ve milli aşiretimsi rejimsizliğin devlete dönüşen modelsizliği ile boş gösterene dönüştürülen meclisin 28. dönem milletvekili seçimi.
Başta Anadolu Ajansı olmak üzere Hükümete yakın kaynaklar daha sandıklar açılır açılmaz Erdoğan’ın ikinci tura kalmadan kazandığını ilan ederken, Erdoğan’ın pazar akşamı “Evelallah, bu Millet, bizi yeniden görevlendirdi.” demesine rağmen seçim sonuçları kendisini doğrulamaktan uzak.
Millet İttifakı kaynakları ise parlamentodaki sandalye çokluğuna sahip olduğunu iddia etti.
Muhalefet bir önceki seçimlerde pratik ettiği sandık başarısı ve takibi ile sıkı tuttuğu veri akışını an be an kamuoyu ile paylaştı. Deyim yerindeyse seçim akşamını geceye bağlayan süreç, tarafların seçim zaferlerini ilan etmesiyle bir tür psikolojik harp ya da manipülasyonla geçti.
Seçim akşamı Erdoğan ve çevresinin henüz sandıklar açılır açılmaz ilan ettikleri zafer, tabanlarında da alıcı bulmadı. Muhalefet, seçime giden süreçte “çatışmasızlık”ı ilke edinmiş, siyasetin yerinin sokak olmadığını savlamış, uzun zamandır siyasetin sandığa indirgendiği sürece teslim olmuştu.
Serinkanlı düşününce kendi kendime “Seçimleri nihayet sağ salim tamamladık.” diyorum… Lakin YSK’nin kesin olmayan sonuçları bile hala açıklamaması tedirgin ediyor…
Kafamda dolanan sorular bir anda sisler içinde görünmezleşiyor…
Gazeteleri, portalları, tvleri taradım. Her yerde derin bir sessizlik.. suskunluk... ve telaş. Pozisyon alamamak... Karar verme kasları kireçlenmiş bürokrasi ne yapacağını bilemez bir halde emir beklemekte. Tam anlamıyla her şeyin flulaştığı bir evren içindeyiz… Kurucu iradenin yokluğu… Bir tür sessiz anarşi…
Yıllardır “Türkiye’nin en önemli problemi…” diye başlayan ve alt alta onlarca sorun sıralanan konuşmalar birbirini boğmaya başladı… Nefesim kesildi yeniden… Kesildikçe dilsizleştim… Ama Hayat, O her zaman bir biçimde sözünü söylemek imkanı yaratıyor. Hayat, kendini besleyecek sözü üretiyor, o sözler daha çok sorularla dile geliyor… İktidarı ve Anlatısını en çok sorular sarsıyor… Ben de engel olmayı bırakıp Hayata teslim oluyor, o majör sorunların dile gelişine teslim oluyorum… Soruya dönüştürülmesi gereken o kadar sorun var ki! İşte bazıları:
- Hayatın her alanına egemen olan Devletin kutsallığı
- 1915’te resmi tehcir kararı ile anılan Ermeni sorunu
- Öncesi olmakla birlikte 1974’ten beri uluslararası hukukça fiilen işgal olarak nitelendirilen 13’ü Osmanlı 25’i Cumhuriyet olmak üzere 38 isyanla hala haykıran Kürt sorunu
- Resmi ve resmi olmayan rakamlarla sayıları 8 milyonu aşan “düzensiz göçmen”ler sorunu
- Hala çözülemeyen faili belli cinayetler
- Cumhuriyetin Osmanlı’dan devraldığı, laiklik zırhıyla meşrulaştırdığı ve güncel otokrasinin sıfatına dönüşen teokrasinin ideolojik aracı Diyanet sorunu
- Fiilen askıya alınan AB üyeliği sorunu
- ABD ile Rusya arasında salvoların neticesi alınan ve 2.5 milyar USD ödenen, statüsü belirsizliğini koruyan S400’ler sorunu
- Avrupa’nın en iyi havalimanının keyfi biçimde kapatılarak üzerine pandemi hastanesi yapılmasıyla doğan zarar ve sorumlularının ne olacağı sorunu
- “AKP Davası”nın finansmanını da sağlayan “Beşli Çete” de denilenlerin statüleri
- Eğitimin ve sağlığın marketizasyonu ile ortaya çıkan yakıcı tablo
- Gençlerin büyük kısmının Türkiye’de gelecek görmedikleri için ülkeden ayrılmak istemeleri, bir kısmının çoktan gitmesi
- İstanbul Sözleşmesi ile cisimleşen cinsiyetçi hukuk ve uzantısı cezasızlık sorunu
- Geçilmeyen köprüler, kullanılmayan havalimanları, tüketilmeyen
- Dereler, çaylar kurutularak yapılan HES’lerin doğaya verdiği geri dönüşsüz hasarlar
Soru özgürleştirir…
Ciğerlerimize yeniden tertemiz oksijen almamız için ihtiyacımız olan Anlatı, işte bu soruların birbirini duyan, birbiriyle konuşan yanıtlarının toplamından çıkacak kompozisyon… Özgürlük, Hayat(ımız)a çöreklenen Hakikatimsiliğin masifleşen yapısını çatlatmak… Hadi, daha yüksek sesle soralım sorularımızı! Bizi özgürleştirecek Anlatı elimizde… Çözüm çabamıza içkin…
“Aslolan gayrettir.” diyen Ananeme selam!
(MVB/AS)