Kim ne dersin referandum öncesinde sözlü olarak dile getirip yazılarıma da taşıdığım sözü, bir kez daha ve bu kez referandum sonrası söylemenin zamandır.
Kürt siyasal hareketi, eğer daha erken bir tarihe alınmaz ise 2011'de yapılacak genel seçimlere 10 ay kala, siyaseten elini hayli güçlendirecek güçlü bir satranç hamlesi yaptı.
Son otuz yılın açık alan siyasetinin Kürde değen en görünür hamlesiydi ve adeta bir restti, boykot.
Bu seçimin asıl galibi Kürtler
"Boykot" dedi Kürtler ve tuttu. Üstelik bu tutuşu bu güne dek Kürtleri ve siyasetlerini yasadışı ve "terörist" gören kimi yaygın medya mensupları da içlerine sinmese de kabullenmek durumunda kaldılar.
Türkiye haritasının referandum sonuçlarını "mecburiyetten" iki yerine üç renge boyamak durumunda kaldılar. Üçüncü seçenek ve renk Kürtlerin siyasal rengiydi.
Kanımca bu seçimin asıl galibi Kürtlerdir. Başını hükümetin çektiği ve yandaşlığı ile paydaşlığını ise soldan sağa bilcümle zevatın çektiği "Evet" cephesi (merak edenler bu cepheyi Tayyip Erdoğan'ın 12 Eylül akşamı yaptığı konuşmadan izleyebilirler) ile yine soldan sağa bilcümle "Hayır" cephesi, Kürtlerin "Boykot"unun ardında "çapanoğlu" aradılar. Her bir taraf, Kürt Boykot'unun diğerinin işine yaradığını telaffuz etmeyi üslubuna yakıştırdı.
"Biz de varız ve de karşınızdayız..."
Oysa Kürtler akıllılık ettiler. Evet demeyerek "Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin yandaşlığı" yaftasını yeme gafletine düşmediler. Ve dolayısıyla anayasa değişikliği oylamasından çok hükümetin icraatlarını ve politikasını test ettiren ve çıtası ile siyasal dozu hayli yüksek bir siyasal kapışmanın zirvesinde "biz de varız ve de karşınızdayız işte" dediler. Yine "hayır" cephesinin yanında yer almayarak "Ergenekoncularla bir oldular" şeklindeki "evetçi" lafzına malzeme olmayıp koz vermediler. Tabi bir de üçüncü seçeneği ve tercihi, demokrasi kültürüne bir kez daha anımsattılar. Bu durum açık uçlu siyasal bir manevraydı ve ustaca kullanıldı.
"Yetmez ama evet"çiler, etkisiz aktörler
Siyaset adına etik olmayan işler de yapıldı. Bütün varlık sebeplerini bölgedeki Kürt siyasal temsiliyetine "karşıtlık" üzerine bina etmiş kimi Kürt grupları ve şahsiyetlerince, (dünyanın neresinde olurlarsa olsun) talep edenlerin taşınma masrafları da bir şekilde karşılanarak "evet" cephesi güçlensin diye günler öncesinden bölgeye taşındı.
Bunun Türk cenahına yansıyan yüzü ise etkisiz aktörler olsalar da "yetmez ama evet"çiler oldu. Bütün bu çabalara rağmen sonuç değişmedi. Bölgedeki Kürt illeri ciddi bir siyasal örgütlülük temelinde "Boykot" tercihine uydular. Bu sandık sayım sonuçlarına da yansıdı.
CHP ve MHP silindi, AKP ikinci parti
Şimdi birkaç okuma yapmakta yarar var. Daha önceki seçimlerde de olduğu gibi AKP'nin dışındaki partiler -kasıt şimdilik Cumhuryiet Halk Partisi (CHP) ve Milliyetçi Hareket Partisi'dir (MHP)- bir kez daha bölge ajandasından silindiklerini teyit ettiler (Dêrsim spesifik bir örnektir). AKP ise hitap dozu hayli yüksek "İslami siyaseti" nedeniyle bir kez daha bölgede ikinci parti olarak varlığını korudu.
Şehir olarak Diyarbakır bir kez daha "Alternatif muhalif" ve demokrat bir siyasal merkez olduğunun vurgusunu yaptı. Ve adının altını bold kalemle çizdi / çizdirdi. Şehir merkezinde sandık başına gitmeme oranı yüzde 67.5'ti. Bu oran Hakkâri ve Şırnak'tan sonra üçüncü il olmasını beraberinde getiriyordu.
Ve yine Diyarbakır'ın yarattığı hale ile başta Diyarbakır olmak üzere diğer Kürt yerleşkeleri Anayasa oylaması nedeniyle gelecekteki "sınıf hesaplaşması"nın ön sinyallerini verdi. Kimi işadamları meslek örgütleri ve kimi stk'lar ısrarla Kürt talpkârlığının bir "toplu halk istemi" olduğuna vurgu yapıyordu, kendilerini adeta merkeze oturtarak.
Elbette Kürt sorunundan kaynaklı Kürt talepkârlığı Ulusal bir yoğunluğu vurgular. Ama Kürt işadamları örgütlenmelerinin ve kimi stk temsilcilerinin hükümet safında yer alarak "evet" demeleri kanımca bu ayrışmayı güçlendirdi ve yeniden sınıf meselesini gündeme taşıdı. Yaşam alanlarını ve siyasal tercihlerini, halkın tercihlerinden ayrıştırarak yaşamayı ilke edinenlerle, mücadelenin yükünü olanca cefasıyla çekenlerin yol ayrımındayız...
Kürt siyasal mücadelesinin aynı zamanda yoksul Kürt emekçilerinin kararlı talebi ve örgütlülüğü olduğu vurgusun ayrışmasını da hissettirdi referandumun Kürt tercihi. İyi de oldu çünkü bu şimdiden ciddi bir kopuşun işaretidir.
Hayatları ve örgütlülükleri boyunca bir şeyler "istemek" yerine "bir şey olmayı" hep gündemlerinde tutan kimi stk temsilcileri iyi ki "evet" dediler.
Hiçbirinin zerre kadar kıymeti harbiyesi kalmadı
Şimdi artık anayasa referandumunun 12 Eylül'ü "dün" oldu, yarınlarda kaldı. Ne sandığa gitmeyenlere reva görüleceği vurgulanan "para cezası". Ne 12 Eylülden beş gün önce "yandaş medya"nın birinci sayfasına taşıyıp adres gösterdiği BDP müşahitlerinin KCK'liliği ve oylamadan bir gün önce anılan sandık müşahitlerinden kimilerinin gözaltına alınması. Ve ne de en önemlisi "Taraf olmayan bertaraf olur" tehdidi. Hiçbirinin zerre kadar kıymeti harbiyesi kalmadı artık.
Evet, Kürtler üçüncü seçeneği tercih ederek taraf olduklarını teyit ettiler. Şimdi sıra CIA eski yöneticisi Graham Fuller'in BBC'ye verdiği mülakatta vurguladığı üzre "Kürt sorununa rehin olan" Türkiye hükümetinin sorunu çözme niyetinin ne olduğunda.
Siz bu yazıyı okuduğunuzda PKK'nin 15 Ağustos itibariyle verdiği 20 Eylül'e kadarki "eylemsizlik kararı"nın süresinin dolmasına yalnızca iki gün kalmış olacak. Umuyor ve diliyorum ki, o güne kadar aklıselim egemen olur. Barış ve müzakerenin önü açılır... (ŞD/EÖ)