Sekiz ay önce Halkların Demokratik Partisi (HDP) için yazdığım bir yazıyı "kaçmadan korkmadan HDP" diye bitirmiştim. Bırakın sekiz ayı, yirmi dört saatte siyasetinin değiştiği bu topraklarda artık bu mottonun geçersiz kaldığını görmek zorundayız: bugün asgari düzeyde demokrat ve vicdan sahibi olmanın ilk koşulu "korksam da kaçmadan" HDP'dir.
Öte yandan bu söylem ve anlayış, HDP siyasetinin her yaptığının da doğru olduğunu iddia etmiyor. Aksine pek çok farklı eleştiriler getirilebilir HDP'ye -ki bir kısmı da çok doğru ve yerinde olacaktır. Ama soralım kendimize: Devletin Kürtleri topyekün imhaya kalkıştığı bir ortamda meleklerin cinsiyetini tartışmanın anlamı var mıdır?
Bilindiği üzere insanlığın kültüründe cenaze törenleri önemlidir. Hayatta yan yana gelenler, yaşam denilen yolculukta aynı yolda buluşanlar acıları da paylaşıp yükü azaltırlar. Bu bağlamda Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı Tuğgeneral Ertuğrul Gazi Özkürkçü'nün "ümmetin sesi olan usta kalem" olarak nitelenen Hasan Karakaya'nın ölümünü "yeri doldurulamayacak boşluk" olarak tanımlaması çok kritiktir. Oysa hatırlanacağı üzere sadece birkaç yıl önce Yeni Akit ve Haber Vaktim isimli medya organları, bazı üst düzey komutanların Ağlama Duvarı'ndaki görüntüleri yayınlıyor ve tazminat ödeme pahasına özellikle Balyoz Darbe Planı sanıkları olan generallerin "Yahudi Damatları"nı afişe ediyordu. Bu nedenle Genelkurmay'ın Yeni Akit Genel Yayın Koordinatörü Hasan Karakaya'yı "Haksızlığa karşı en zor zamanda konuşmasını bilmiş ve dik duruşundan asla taviz vermemiştir" sözleriyle tanımlaması basit bir taziye mesajından çok öte anlam taşımaktadır.
Öte yandan yeni yılın ilk günlerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "İsrail, bölgede Türkiye gibi bir ülkeye muhtaçtır. Bizim de İsrail'e ihtiyacımızın olduğunu kabul etmemiz lazım." demesi çok dikkat çekicidir. Özellikle bu haberin hemen tümüyle hem de eleştiriden muaf olarak Haber Vaktim'de yayınlanması daha da dikkat çekicidir. Çünkü "ümmetin sesi olan usta kalem" Hasan Karakaya İsrail'i sadece birkaç ay önce, "Tam bir İslâm aleyhtarı, tam bir Müslüman düşmanı" olarak tanımlamakta ve "Ey İsrail yönetimi!.. Eyy İsrail askerleri!.. Sizin çoğunuz orospu çocuğusunuz" demek, bir "hakaret" değil, "durum tesbiti"dir!.." demektedir -kuşkusuz bu dil ve üslup aynı zamanda sayın Ahmet Davutoğlu'nun ifadesiyle Hasan Karakaya'nın nasıl bir "eğilmeyen, bükülmeyen, cesur ve etkin" kalem olduğunu da göstermektedir.
Bununla birlikte uzun bir süredir "devlet partisi" haline gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) sayesinde Genelkurmay, Cumhurbaşkanı, "ümmet" ve İsrail'in aynı çizgiye gelmesine "sol"dan da bindirme yapılmıştır. Bu noktada her zaman milli mutabakatın en önemli derinliğini temsil eden Aydınlık - Doğu Perinçek çizgisi de, bir yandan HDP'nin kapatılmasını isteyip diğer yandan da Akit TV'de "Tayyip Erdoğanlar bizim yanımıza geldi, biz onların yanına gitmedik" diyerek oluşan yeni konsensusun siyasi pozisyonunu kamuoyuna müjdelemiştir.
İşte tam da bu noktada Avrupa Birliği (AB) süreci ve bu bağlamda Kopenhag Kriterleri bu yeni çizginin sergileyeceği icraatların en büyük sınırlayıcısı olabilir(di). Ama devlet eksenli bu çizginin tarihsel "şansı", AB kıyılarına vuran mülteci bedenleridir. Gerçekten de Cumhurbaşkanı, AKP, Genelkurmay, "ümmet", İsrail ve Aydınlık çizgisini buluşturan ve ülkenin geleneksel ülkücü hareketini de Cumhurbaşkanı özelinde konsolide eden bu yeni zemin, Kopenhang Kriterlerini temsil eden AB'yi mülteci pazarlığı ile ikna edebildi. Bu noktada AB'nin egemenleri de, gerek oryantalist bakışları nedeniyle gerekse de mültecilerin Türkiye adı verilen açık hapishanede tutulması karşılığında değer ve ilkelerden vazgeçebilmişlerdir.
Sonuç olarak görmek zorundayız ki; Türk-İslam sentezini taşıyan geniş bir mutabakat zemini, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez gerçek anlamda ve tüm gücüyle devlet aygıtını ele geçirmiştir. Bu toprakların geçmiş tarihi, Teşkilât-ı Mahsusa ve İttihat Terakki çizgisinin devlet aygıtına tümüyle egemen olduğu anda halkları kırıp geçirdiğine işaret etmektedir. O nedenle bugün bu topraklarda ve Ortadoğu'da önce Kürtler, sonra Kürtlerin hak ve özgürlük taleplerini savunan Kürt olmayanlar ve sonra da (sosyal-liberal) demokratlar, tarihte Ermenilerin yaşadığı gibi bir soykırım tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Bu utancın bir daha yaşanmaması isteniyorsa; tariflenen savaş-yıkım çizgisinin dışında kalan tüm kesimlerin hak ve özgürlük temelinde yanyana gelmesi ve devlet aygıtı, o gün kimi öldürmeye kalkışıyorsa amasız biçimde onun yanında konumlanması bu topraklarda bırakın ötekiyi kendisinin yaşayabilmesinin tek koşuludur.(OE/HK)
* Fotoğraf: Rauf altaş --/ Diyarbakır/AA