*Temsili fotoğraf: Pexels.
86 yaşındaydı.
Bir süredir devam eden nefes darlığı yakınması ile başvurmuştu. Öz bakım becerileri ve bilişsel fonksiyonları oldukça iyiydi.
Tatlı sohbeti, görmüş geçirmiş bir İstanbul ailesinden geldiğine işaret ediyordu. İyi bir eğitim aldığı ve entelektüel kapasitesini de derinleştirdiği görüşmenin ilk birkaç dakikasında kendisini belli etmişti.
Hasta ve hekim görüşmesi güven duygusunu hızla var etmiş ve hastanın bir sır verir gibi COVID-19 aşısı olmadığını ifade etmesine yol açmıştı.
O an kendi kendime düşündüm; yaşı ve kronik hastalığı olan, aklı başı yerinde, eğitimli, bilgi ve görgü sahibi bir kadın neden aşı olmamıştı 18 ay boyunca?
“Neden” soruma yanıt, “Hastalığa inanmıyorum ki aşısına inananayım” oldu.
Ona göre yaşananlar hep bir “oyun”du. Zaten kanserin aşısı da bulunmuştu ama ismini verdiği bir şirket, kanser ilaçlarını satmaya devam edebilmek için, adını verdiği bir bilim insanının bulduğu kanser aşısını dünyaya ilan etmesini önlüyordu.
***
COVID-19 pandemisinde yaşadığımız aşı tereddüdü ve karşıtlığını anlamaya ihtiyacımız var.
Bu anlama çabasını hemen her yerde, hemen her eğitim seviyesinden, hemen her gelir grubundan bizlere yönelen itirazların arkaplanını keşfetmeye çalışarak yapabiliriz ancak.
Ve bilelim ki, zorunluluklar getirerek bu sorunu aşamayız.
İtiraz sebepleri
- Araştırmalar, “alternatif” tıp uygulamalarının yaygınlaşmasının, inanç temelli yaklaşımların güçlenmesinin, aşıların muhtevasında vücuda zararlı maddeler ve/veya domuz içerdiğinin düşünülmesinin, aşının otizme yol açtığına inanılmasının, aşıya bağlı genetik ve üreme temelli kaygıların olmasının, aşının şirketler ya da Batı’nın bir komplosu olarak yorumlanmasının, internet kaynaklı temelsiz ve abartılı haberlerin toplumda panik yaratmasının, kanaat önderlerinin olumsuz açıklamalarına güvenilmesinin ve konu hakkında yeterli yasal düzenlemenin olmamasının aşı karşıtlığını doğuran en önemli faktörler olduğuna işaret ediyor.
Peki ama neden “alternatif” tıp ya da komplocu – dinsel açıklamalar ya da internet kaynaklı temelsiz haberler kendisine daha çok taraftar buluyor?
Çünkü “baba”nın ve onun adının öldü(rüldü)ğü bir yüzyıldayız. Yaşadığımız çağın ayırt edici unsuru tarihsel süreçte bizlerin güvenini kazanan “baba”, “yaratıcı” ve “devlet” yapılarına güvenimizin kalmamasıdır.
Belirsizliğin, güven(ce)sizliğin, esnekliğin, akışkanlığın galebe çaldığı bir dünyada kendimize kerteriz alacağımız güvenilir bir pusulamız kalmadı.
Peki ama neden?
Finans kapitalizmi
Neden canımızı ya da cananımızın canını emanet ettiğimiz tıp otoritesi bile artık yeterince güvenilir değil? Nasıl oluyor da her akşam açıklanan hastalık ve ölüm sayıları inandırıcı olamıyor?
Bireysel dünyalarımızda neler yaşanıyor ki dünya genelinde milyonlarca kişinin hastalanıp ölmesi dahi yeterli etkiyi yaratmıyor?
İnsanlık geçtiğimiz yüzyılı bilimsel bilgi temelinde şekillendirdi. Bu bilme biçimi, insan(lığ)ın tek bilme biçimi değildi kuşkusuz ama sanayi toplumu bu bilme biçimi üzerine inşa edildi.
Fabrikanın bir bütün olarak aksamayan ve teklemeyen bir motor gibi çalışması ancak bu sayede mümkün olabildi. Dahası sanayi kapitalizmi, bu bilgiyi hem üretip hem kendisine tabi kılıp hem de ona görece özerk bir alan tanıyarak kâr maksimizasyonunu sağladı.
Ama şimdi finansın çağındayız. Para denilen değişim aracı, sanayi toplumunda olduğu gibi görünüp, dokunulup, cebimize koyduğumuz bir şey değil.
O artık sadece görsel bir rakam sanal banka hesaplarımızda gördüğümüz. Hem de hiç sabit durmayan; civa gibi akışkan olan... Bilim ve bilgi ise çok daha fazla tahakküm altında.
Görelim ki; sanayi kapitalizminin bağrında şekillenen bilimsel bilgi gerekçelendirilmiş, kesin ve güvenilir bir bilgiydi.
Ancak finans kapitalizminin bilgisi tıpkı ona mührünü vuran sanal rakamlar gibi akışkan, güvenilmez ve belirsiz.
Sanayi kapitalizminin bağrında şekillenen refah devleti, ona yurttaşlık bağıyla bağlı insanların en azından eğitim, sağlık ve sosyal güvenliğinden sorumluydu.
Ancak finans kapitalizminin “fırsatçı”, “girişimci”, “gece bekçisi” devleti, sadece finans kapitalin serbestçe faaliyet gösterebileceği yasa ve güvenlik faaliyetlerini yapmaktan sorumlu.
Sanayi kapitalizminin bağrında benliği şekillenen insan serbestiyet kadar sorumluluğa, müteşebbis olmak kadar toplumun bir parçası olmaya da yükümlüydü.
Ancak finans kapitalizminin güven(ce)sizliğinde birey olarak her şeye muktedir olduğuna inandırılan ama her an kaybetme korkusu yaşayan tüketici, sadece finans yasalarının emrettiği biçimsel formlara girebilecek kadar esnek bedensel ve bilişsel bir organizmaya dönüşebilmekle yükümlü.
Sanayi kapitalizminin bağrında şekillenen büyük anlatı ve devrimler, insana, kendisinden daha güçlü olan sermayeye karşı isyan edebileceği, onu alt edebileceği, başka bir hayatı var edebileceği gücü, inancı ve mutluluğu bahşediyordu.
Ancak finans kapitalizminin borç batağında sisteme zincirlenip büyük anlatılarını iptal eden biçare, kendi benliğinin tümüyle tarumar olmaması için yok olan devrim ütopyalarının yerine komplo teorilerinin konforuna ya da “ezilen yaratığın son nefesi, kalpsiz dünyanın şefkati, ruhsuz çağın ruhu” olan dine kendisini teslim ediyor.
Tam da bu nedenlerle COVID-19 aşıları konusunda ifade edilen bilimsel bilgilere güvenemiyor.
Bilim insanlarının şirketlerle iç içe olduğunu ve pek çoğunun bilim yerine kendi kazancını arttırmayı hedefleyen bir girişimciye dönüştüğünü görerek onların sözcüklerine itibar etmiyor.
Ölüm ve hastalık sayılarının sanal ortamda birbirinden ne kadar farklı gösterildiğini, vaka sayılarının “(ulusal) çıkar” uğruna nasıl tahrif edildiğini deneyimliyor. Ölümcül olduğu iddia edilen bu hastalığın tek çaresi olan aşıların dahi şirketler tarafından üretildiğini görüyor.
Şirketlerin kamusal bir ürün olması gereken aşıları patenti ölümüne savunarak nasıl ticarileştiğini fark ederek kapitalizmin “büyük oyun”unun sırrını çözdüğünü zannediyor.
Aşıların sorumluluğunu dahi üstlenmeyen devletleri tıpkı yakın geçmişte olduğu gibi şirketlerin oyuncağı olarak görüyor.
Adına COVID-19 denilen bu “büyük oyun” karşısında bireysel olarak çaresiz kaldığını hissederek, komplocu ya da dinsel açıklamanın huzuruyla kendisini rahatlatıyor.
Böylesi bir ortamda kapitalist sistem eleştirisi yapıyor gibi görünerek aşıya karşı çıkan çağın yeni ve alternatif girişimcilerinin sözlerini dürüst ve çekici buluyor.
Ve her sorumluluktan azade edilmiş bir serbestiyeti ve keyfiliği özgürlük olarak kodladığı için, diğer insanların aşı olmasını ve bu sayede varsa yan etkilerini onların yaşamasını ama onlar sayesinde toplumsal bağışıklığa ulaşılarak kendisinin risk almadan korunmasını arzu ediyor.
Hal böyleyken sorunu çözmek için önerilen uygulamanın aşı zorunluluğu ve pasaportu olması trajedi değil midir?
(OE/PT)