Makalenin İngilizcesi için tıklayın
Dünya ısıtılıyor...
Isınma, hayvanlardan insana geçen enfeksiyonların riskini arttırıyor. "Uygar" dünyanın adını unuttuğu sıtma, yeniden Batı dünyasını tehdit ediyor. Böcek ve eklembacaklı hayvanlar insanlara yeni hastalıklar taşıyor. Hekimler, kitaplarda okudukları hastalıkları yaşamda görmeye başlıyor.
Dünya ısıtılıyor...
Önce mevsimler garipleşiyor. İlk ve son bahar yaşanmıyor artık. Birdenbire kışa, birdenbire yaza giriliyor. Ama bu tatlı sert uyarıyı anlayacak bir insan(lık) yok ortada, ısıtma artarak devam ediyor.
Dünya ısıtılıyor...
Anormal iklim olayları hayatımıza dahil oluyor. Kurutulmuş dere yataklarına yaptığımız kocaman bulvarları sular kaplıyor. Meteoroloji uzmanları, "Mümkünse boyu 1.60'dan kısa olanlar sokağa çıkmasın" uyarısı veriyor.
Salgında yaşlıları yaptığımız gibi 1.60'dan kısaları eve hapsediyoruz hemen, ama yine de sel, İstanbul'dan Rize'ye hepimizin boyunu aşıyor.
Dünya ısıtılıyor...
Atmosfere saldığımız her karbondioksit kalkınma olarak yansıyor yeryüzüne. Kalkınmak ve ilerlemek ise yaşadığımız kentlerin bir kanser gibi doğayı tahrip edişine yol açıyor. Kentin koru, ağaçlık alanları ve ormanlarının betona yenilişine tanık oluyoruz. Gökyüzüne uzayan binaların hava koridorlarını kapatışına.
Dünya ısıtılıyor...
Isınan dünyanın bir ucunda kalkınma hattı olarak tariflenen Yangtze nehri ile demiryolu hattının kesiştiği Vuhan'da başlayan salgın havayollarını takip ederek yayılıyor üç ayda ısınan ve kalkınan dünyanın dört bir yanına.
Isınan ve kalkınan Vuhan, neoliberal kentleşmenin mirası olarak SARS-CoV-2'yi sunuyor insanlığa. Ağacın ve ormanın kalbine onları tahrip ederek giren kentler, vahşi hayat ile evcilleştirilmiş insani yaşamı yaklaştırıyor birbirine. Uygarlığın silahı daha güçlü: Ağaçlar teslim oluyor kentlere. Ama mikroplar ağaçlar kadar güçsüz değil. Onlar binlerce yıldır "karşılıklı yarar" doğrultusunda yaşadıkları doğal hayatın yok olmasının öcünü alıyorlar COVID-19 ve benzeri hastalıklarla.
Dünya ısıtılıyor...
Isıtan biziz, daha doğrusu bizi de sömüren ulusötesi şirketler. Ama bedelini ister yangınla, ister pandemiyle hepimiz ödüyoruz.
Aslında "hepimiz" de değil. Isıtanlar, fosil yakıtların etkisiyle yerküreyi saldıkları karbondioksit ile ısıtabilenler, yarattıkları ekolojik yıkımın sonucu olan pandemi ve yangınlardan görece daha uzaklar. Kaçabildikleri uzak adalar, yangın ve pandemilerden ırak destinasyonlar, cehenneme çevirdikleri dünyada bir cennet vaat ediyor onlara.
Bizler ise Hisarönü'nden Turunç'a, Manavgat'tan Hozat'a yanıyor, hastanelerin yoğun bakımlarında adını yeni duyduğumuz hastalıklar nedeniyle can veriyoruz.
Dünya ısıtılıyor...
Isıtan şirketlerin sözcülüğünden başka bir görev yapmayı reddeden siyasi iktidarlar ise, Türkiye'de olduğu gibi, ineğimizin, köpeğimizin, evimizin, börtü böceğin yanıp kül olmasını seyrediyor.
Onca yıl iktidar değillermiş gibi doğru dürüst bir yangın uçağımızın olmamasının sorumluluğunu dahi üstlenmiyorlar.
Tıpkı hastalıkları yok eden aşıları üretmemenin sorumluluğunu üstlenmedikleri gibi.
Tıpkı COVID-19 pandemisinde "suçlu"nun yaşlılar, çocuklar ya da maske takmayanlar olduğu gibi, yangınlarda da kendi kusurlarını yıkabilecekleri yeni günah keçileri arıyorlar.
Yangınlarda "devletimiz güçlüdür" demek, pandemide "destan yazdık" diyebilmek için ağacı, kuşu ve insanı ölüme terk ediyorlar.
Onlar gitmedikçe hayat yok bizlere... (OE/KÖ)