Almanya’da bir sosyal demokrat, üç ay sonra devletin başına seçilecek.
Hıristiyan ve sosyal demokratların ortak adayı olarak Cumhurbaşkanlığı’na aday olan Steinmeier’e, en büyük itiraz soldan geliyor.
Bıçak altına yatıp, bir böbreğini eşine veren Steinmeier, soldan gelen itirazlara rağmen, şu anda Almanya’nın en sevilen politikacılarının başında geliyor.
Almanya, gelecek Şubat ayı ortasına doğru önümüzdeki beş yılda devletin en tepesindeki makama oturacak kişiyi seçecek.
İktidardaki Hıristiyan ve Sosyal Demokrat Partilerin oluşturduğu büyük koalisyon, görevdeki Dışişleri Bakanı Franz Walter Steinmeier’i ortak aday olarak göstereceğini açıkladığından bu yana aslında konu halledilmiş oldu.
Cumhurbaşkanı’nı seçmek üzere toplanacak Federal Asamble’de (Bundesversammlung) iktidar partileri CDU, CSU ve SPD istediği adayı seçtirecek çoğunluğa sahip olduğu için sosyal demokrat Steinmeier’in bu göreve seçilmesi kesin.
Muhalefetteki partilerden Yeşiller ve Liberallerin (FDP) büyük çoğunluğu da iktidarın adayına oy verecekleri için Steinmeier’in Federal Asamble’ndeki toplam 1260 “seçici”nin en az yüzde 90’ının oyunu alması bekleniyor.
Federal Almanya’da her beş yılda bir cumhurbaşkanını seçmek üzere toplanan Federal Asamble’nin yarısını Federal Meclis’teki milletvekilleri, diğer yarısını da 16 eyaletten gönderilen temsilciler oluşturuyor. Tabii her eyaletten gelecek temsilci sayısı o eyaletlerin nüfuslarıyla orantılı ve temsilcilerin siyasal çizgileri de eyalet meclislerindeki siyasi aritmeği yansıtıyor.
Şubat ayında toplanacak Asamble'deki 1260 “seçici”nin 920’si Hristiyan ve Sosyal Demokrat partilerin temsilcilerinden oluşuyor.
Federal Almanya Cumhuriyeti’nin 12. Cumhurbaşkanı olmaya hazırlanan Steinmeier, bu göreve seçilen üçüncü sosyal demokrat olacak.
Sol’un adayı da sosyal demokrat
Son yıllardaki kamuoyu yoklamalarında halk içinde en sevilen politikacılar anketlerinde genellikle birinci gelen Steinmeier’in, Asamble üyelerinin çok büyük bir bölümünün oylarıyla seçileceği kesin. Ancak Dışişleri Bakanı seçilme şansı olmayan ciddi bir rakiple boy ölçüşmek zorunda. Çünkü muhalefetteki Sol Parti, karşısına uzun yıllardır Almanya’da aşırı sağ, yabancı düşmanlığı, göç ve sığınmacılık, en önemlisi de son yıllarda ağırlık verdiği yoksulluk konularındaki araştırmalarıyla tanınan sosyal bilimci Prof. Dr. Christoph Butterwegge’yi aday gösterdi.
Sol Parti Federal Asamble’ye 94 seçmen göndereceği ve diğer partilerden bunun üstüne 527 oy alması mümkün olmadığı için Butterwegge’nin seçilme şansı sıfır. Ancak sosyal demokrasinin ve dolayısıyla SPD’nin temel hedeflerini asıl kendisinin temsil ettiğini açıklayan Prof. Butterwegge, eski bir SPD üyesi.
Partisi iktidardayken, uygulanan neoliberal ekonomi politikalarını protesto edip ayrıldıktan sonra da bağımsız kalmış. Steinmeier’in karşısına bir sosyalist olarak değil, bir sosyal demokrat olarak karşı çıkacağı için, geleceğin Cumhurbaşkanı’nın kendisini sağdan, sola tüm demokratik akımların ortak adayı olarak gösterme şansı olmayacak.
Butterwegge, adaylığının açıklanmasının ardından yaptığı çıkışlarla bu doğrultuda çalışıyor. Bu vesileyle sık sık medyada yer alıyor ve her fırsatta Almanya’da artan yoksulluğa, zenginlerle yoksullar arasındaki büyüyen uçuruma dikkat çekiyor, sosyal demokrasinin asıl görevinin bu yolda çalışmak olduğunu ve SPD’nin bunu yapmadığını, Schröder döneminde başlatılan programların, Merkel hükümetleriyle de sürdürüldüğünü ve bunun günümüzde aşırı sağ popülist söylemlerle ortaya çıkan partilere kitle desteğinin artmasına yol açtığını vurguluyor.
Sembolik Cumhurbaşkanlığı
Cumhurbaşkanlığı’na başka adaylar da var. Federal Parlamento’da (Bundestag) olmasalar da eyalet meclislerinde yer alan partilerden aşırı sağdaki AfD (Almanya için Alternatif) ve yine genel olarak sağ muhafazakar çizgideki küçük bağımsız seçmen girişimleri de kendi adaylarını açıkladılar.
Tabii onlar da seçilme şansları olmadığını biliyorlar. Onların adaylıktaki amaçları da Sol Parti’nin adayı gibi bu vesileyle kendi siyasi programlarının tanıtımını, propagandasını yapmak.
Federal Almanya bilindiği gibi devletin tepesinde “sembolik Cumhurbaşkanı”nın yer aldığı, asıl siyasal gücün parlamentoya dayanan hükümette olduğu bir cumhuriyet. Dolayısıyla cumhurbaşkanın kim olduğunun, hangi partiye yakın durduğunun büyük bir önemi yok. Nitekim o nedenle Hıristiyan birlik partileri, koalisyon içinde daha güçlü olmalarına rağmen, SPD’nin aday göstermesine fazla itiraz etmediler.
Ancak Almanya’nın siyasal geleceğiyle ilgili asıl seçim, yine 2017’de, 17 ya da 24 Eylül tarihlerinden birinde gerçekleştirilecek genel seçim. Cumhurbaşkanı’nın seçilmesinden yedi ay sonra içinden yeni hükümetin çıkacağı Federal Meclis dört yıl için seçilecek.
Cumhurbaşkanlığı konusundaki iktidardaki bloğun anlaşması, bir süredir sondajları süren sosyal demokrat-sosyalist ve yeşil partiler arası işbirliğinin önümüzdeki dönemde gerçekleşme şansının çok zayıf olduğu gösterdi. Halbuki adaylar kesinleşmeden önce özellikle Eylül 2017’ye yönelik bu işbirliği olasılığını ciddiye alan Sol Parti’nin, SPD ve Yeşiller’in de kabul edebileceği adaylar için kulis yaptığı biliniyordu.
Bu adaylar arasında Sosyalog Prof. Jutta Allmendiger, İran kökenli yazar Navid Kermani, Almanya’nın en büyük ikinci sendikası Ver.di’nin (Birleşmiş Hizmetliler Sendikası) Genel Başkanı Frank Bsirske de yer alıyordu. SPD’nin Hristiyan birlik partileriyle ortak aday göstermesiyle, Federal Almanya’nın önünümüzdeki yıllarda ortanın solunda bir koalisyonla da yönetilebileceğine dair umutlar bir kez daha kayboldu.
Sol neden onu istemiyor?
Steinmeier’in Cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesinin kesinleşmesinin hemen ardından bir açıklama yapan Sol Parti Eşgenel Başkanı Bernd Riexinger, hükümetin adayının kendileri açısından kesinlikle “seçilemez” olduğunu duyurdu.
Bunun sadece iktidarın adayına muhalefet olarak karşı çıkma refleksinden kaynaklanmadığı biliniyor. Sol Parti ve Almanya solunun büyük bölümü açısından Steinmeier, 2003-2005 yıllarında iktidardaki Gerhard Schröder liderliğindeki SDP-Yeşiller koalisyon hükümetinin uyguladığı neo-liberal ekonomi politikalarının, bu çerçevede “Agenda 2010” adı altında yürürlüğe sokulan sosyal yardım sistemini ve iş hukukunu çalışanların aleyhine tırpanlayan programın ve bu kapsamda yürürlüğe giren “Hartz Yasaları”nın mimarlarından biri olduğu için, en azından Schröder kadar sevilmeyen bir politikacı.
Hatırlanacaktır, Avrupa’nın en büyük sosyal demokrat partilerinden SPD, sözkonusu programların ve yasaların yürürlüğe girmesinin ardından büyük ölçüde üye ve akabinde seçmen kaybına uğramıştı. Böylece Federal Almanya’da ilk kez sosyal demokrasinin solundaki bir parti de genel seçimlerde oyların yüzde 10’unu alır duruma gelmişti.
SPD’Yİ Zayıflatan politikalar
Sözkonusu programlar dolayısıyla SPD’den istifa eden çoğu sendikacı binlerce üyenin katılımıyla kurulan protesto partisi WASG’nin (Seçim Alternatifi – Emek ve Toplumsal Adalet Partisi Doğu Almanya’nın eski iktidar partisi SED’nin (Sosyalist Birlik Partisi) dönüşümüyle kurulan PDS’le (Demokratik Sosyalizm Partisi) birleşmesi sonucu ortaya çıkan Sol Parti (Die Linke), o dönemden beri her seçimde yüzde 5’lik barajı aşarak Federal Meclis’te yer alıyor.
Steinmeier, Agenda 2010 programını SPD’den ve sendikalardan gelen tüm itirazlara rağmen uygulamaya sokan Schröder’in hükümetinde Devlet Bakanı ve bu kemer sıkma politikalarının arka plandaki mimarıydı. Daha sonraki yıllarda da Merkel hükümetlerinde Dışişleri Bakanı olarak görev alarak, SPD’nin solundaki solun muhalefet ettiği politikaların önde gelen temsilcilerinden biri oldu.
Sol Parti’nin de yer alacağı bir konsensusun adayı olması mümkün değildi ve bunu en iyi bilenlerden biri de kendisi gibi Schröder’in yakın çevresinden gelen SPD Genel Başkanı Sigmar Gabriel di. Gabriel, bu adımıyla sol bir koalisyon seçeneğini zayıflatmış oldu.
Guantonamo esiri Murat Kurnaz meselesi
Steinmeier’i eleştirenlerin sıkça gündeme getirdikleri hususlardan biri de Amerikalılar’ın Guantonamo Esir Kampı’na uzun süre kapattıkları Almanya doğumlu Türkiye vatandaşı Murat Kurnaz’la ilgili...
Bremen’de yaşayan Kurnaz, kendi ifadelerine göre İslam dinini öğrenmek amacıyla Pakistan’a gitmiş ve orada “El Kaide” üyesi olduğu kuşkusuyla Pakistan güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınıp, para ödülü karşılığında Amerikalılara teslim edilmişti.
Guantanamo’ya götürülen genç adamın Amerikalılar tarafından sorgulanmasına Almanya istihbarat görevlileri de katılmış, ancak sonunda “yanlış zamanda, yanlış yerde bulunmak”tan başka suçu olmadığı gerekçesiyle serbest bırakılmasına karar verilmişti. Ancak o dönem Almanya hükümetinde istihbarat örgütlerinin koordinasyonundan sorumlu Devlet Bakanı olarak görevli olan Steinmeier, Kurnaz’ın Almanya’ya gönderilmesini engellemişti. Hem Amerika, hem de Almanya istihbarat örgütlerince suçsuz bulunan Kurnaz, vatandaşı olduğu Türkiye’den de destek alamayınca dört yıldan fazla bir süre Guantanamo’da kalmıştı.
Annesinin ve konuya angaje avukatının çabaları sonucu uğradığı haksızlık kamuoyuna yansıdıktan sonra büyük bir gecikmeyle serbest kalan Kurnaz, sonunda Bremen’e dönüp, yeni bir yaşama başladı. Bu arada başına gelenler film ve kitaplara konu oldu. Durumu Federal Meclis’te kurulan araştırma komisyonlarınca soruşturuldu. Almanya’nın bu olayda büyük bir haksızlığa göz yumduğu ortaya çıktı. Ancak bu konudaki tavrı nedeniyle hukukçular ve insan hakları savunucuları tarafından eleştirilere hedef olan Steinmeier ise tavrını açıkça savundu, aynı durumda yine aynı kararı vereceğini açıkladı.
Murat Kurnaz, Steinmeier’in Cumhurbaşkanlığına aday olduğu haberi üzerine, ondan halen özür beklediğini ve yeni görevine başlamadan önce bu adımı atması talebinde bulundu. Kurnaz’ın avukatı Bernhard Docke de bir açıklama yaparak, “Bay Steienmeier iyi bir Dışişleri Bakanı olabilir. Birçok övgüye değer şeyler yapmış olabilir. Ancak siyasal biyografisinde böyle bir leke duruyor. Devletin tepesindeki en yüksek makama oturmadan önce bu konuyu halletmelidir. Bunun zamanı geçiyor bile” dedi.
Ancak, elbete Steinmeier’in böyle bir jestte bulunması beklenmiyor. Adaylığıyla ilgili yayınların çoğunda bu konuya yeniden geniş biçimde değinildi, ancak bu onun seçilme şansını etkilemeyecek.
Seçimi kaybetti ama...
Steinmeier, solun desteklemediği bir politikacı. Ancak, toplumun geniş kesimleri açısından durum öyle değil. Adaylığının açıklanmasının ardından hakkındaki yayınlarda sık sık onun “sevilen” ve bu görev için “alternatifsiz” bir aday olduğu vurgulandı.
“En sevilen politikacı” anketlerinde de hep en başta yer alıyor. Dolayısıyla soldan gelen tüm itirazlara rağmen, halkın büyük çoğunluğu açısından sevilen, uzun yıllardır yürüttüğü Dışişleri Bakanlığı döneminde kurduğu ilişkilerden dolayı da uluslararası alanda saygın bir devlet insanı olacağı kesin.
Onun siyasal kariyerini, SPD içindeki hızlı yükselişini, sürpriz bir biçimde getirildiği Dışişleri Bakanlığı’yla kısa sürede bütünleşmesini takip edenler, onun sonunda Almanya’da Cumhurbaşkanlığı dahil, her devlet makamına en uygun bir kişi olarak görülmesine şaşırmıyorlar.
Üstelik, SPD’nin 2009’da tarihinin en büyük yenilgisini aldığı genel seçimlerde, “federal başbakan” adayı olarak partinin başında olması bile onun yükselişini engellemedi. Sanki yenilginin sorumlusu kendisi değilmiş gibi, seçim hezimeti kesinleştiği anlarda, partinin meclis grubunun başkanlığına adaylığı, hiç de büyük eleştiriyle karşılaşmamıştı.
Hep siyasetin merkezinde oldu
Siyasi yükselişini borçlu olduğu Schröder gibi Steinmeier de yoksul bir ailenin çocuğu. Giessen Üniversitesi’nde hukuk okudu, yüksek öğrenimini doktorayla tamamladı. Üniversitede öğrenci parlamentosunda ve sol çizgideki bir hukuk dergisinin yayıncıları arasında yer aldı.
SPD’ye öğrenciyken üye olmuştu, ancak parti içindeki yükselişi Gerhard Schröder’in Aşağı Saksonya Eyalet Başbakanı olmasıyla başladı. Başbakan’ın yakın ekibinde yer aldı, 1996’da başbakanlıktan sorumlu devlet bakanlığına getirildi. SPD’nin 1998’deki genel seçimleri kazanmasının ardından, bu kez Yeşiller’le koalisyona giderek federal hükümetin başına geçmiş olan Schröder’i takip ederek dönemin başkenti Bonn’a gitti. Kısa bir süre sonra orada da Başbakanlık’tan Sorumlu Devlet Bakanlığı’na getirildi. Orada Schröder’in sağ kolu olarak, sosyal yardım sistemini dar gelirliler aleyhine “reforme” eden politikaların menecerliğini üstlendi.
Bir diğer görevi de hükümet adına istihbarat örgütleri arasındaki koordinasyonu sağlamaktı. 11 Eylül saldırılarının ardından İçişleri, Savunma ve Dışişleri bakanlıklarının müsteşarlarından oluşan “kriz masası”nın yönetimini üstlendi.
Almanya’nın güvenlik ve uluslararası ilişkileriyle ilgili tüm politikaların hazırlanmasında önemli aktörlerden biri de o oldu. Hatırlanacağı gibi Alman Ordusu, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ülke dışındaki bir savaşa ilk kez bu dönemde aktif olarak katıldı.
Almanya bunun ardından Amerika’nın Irak’a açtığı savaşa asker göndermedi, ancak Irak karşısındaki uluslararası ittifaka yoğun istihbarat desteği vererek, savaşa dolaylı yoldan katıldı. Afganistan’a asker gönderilmesi de bu dönemde gerçekleşleştirildi.
Sürpriz: Dışişleri Bakanı
Schröder liderliğindeki SPD’nin 2005’teki genel seçimleri kaybetmesinin ardından, Angela Merkel’in başında olduğu Hristiyan ve sosyal demokrat koalisyon hükümetinde Dışişleri Bakanlığı’na getirilmesi kamuoyu açısından sürpriz oldu. Ancak pragmatist ve çalışkan bir politikacı olarak kısa sürede, “Schröder’in yakın adamı” imajından kurtuldu, sağ ve liberal partilerden de övgü alan bir devlet adamı oldu.
SPD, 2009’daki genel seçimlere onun yönetiminde girdi ve tarihinin en büyük hezimetini yaşadı. Ancak, yukarıda belirtildiği gibi bu Steinmeier’in kariyerini olumsuz etkilemedi. Partinin genel başkanı olmadı, ancak ondan sonra da başta Federal Meclis Grup Başkanlığı olmak üzere, Alman sosyal demokrasisinin önde gelen yöneticileri arasında yer aldı.
Büyük fedakarlığıyla kalpleri kazandı
Steinmeier, halen Berlin’de bir mahkemede yargıçlık yapan, üniversiteden arkadaşı Elke Büdenbender’le 1995 yılından beri evli. Bir kızları olan çift, ilk kez 2010 yılı ağustosunda yaşanan sıradışı bir olayla kamuoyunun gündemine geldi. O dönem siyasi arenadan bir süre çekilmesine neden olan bu olay, ona halen eşlik eden büyük bir hayranlığa yol açtı.
Steienmeier, o birkaç haftalık dönemde ameliyat masasına yatmış ve böbreklerinden biri eşine transfer edilmişti. Tabii olgun bir politikacı olarak bu konuyu siyasi çıkar amacıyla istismar etmedi, ancak hayat arkadaşı için böylesine büyük bir fedakarlıkta bulunan bir insan olması, onun ülkenin en sevilen politikacıları arasında yer almasını sağlayan önemli faktörlerden biri oldu.
SPD’nin 2013’teki genel seçimlere yine onun liderliğinde girmesi bekleniyordu, ancak Steinmeier, partinin tepesindeki bir başka politikacının öne çıkmasını sağladı. Kimileri, onun bu tavrını, risk almayan bir politikacı olarak yeni bir seçim yenilgisinin sorumluluğunu üstlenmek istememesine bağladılar.
Nitekim, SPD bu seçimlerde de başarılı olamadı, Hıristiyan demokratların ortağı liberallerin yüzde 5 barajının altında kalıp, meclise girememesi üzerine, 2005’te olduğu gibi Merkel’in liderliğindeki büyük koalisyona katılmayı kabul ettiler. Yeni hükümetin Dışişleri Bakanı da Steinmeier oldu.
Hristiyan Demokratlar aday çıkaramayınca
Steinmeier, Merkel’le her zaman uyumlu bir işbirliği içinde oldu. ABD’nin Rusya ve Ukrayna konusundaki gerginlik politikalarına karşı çıkarak, İran’la sıcak ilişkiler kurmaya özen göstererek zaman zaman hükümetin çizgisinden ayrıldığı yolundaki eleştiriler aldı. Ancak esas olarak bir parti değil, devlet insanı olarak görevini yürüttü. Uluslararası ilişkilerde Almanya’yı başarıyla temsil etti.
Yine de Merkel’in cumhurbaşkanlığı için gönlündeki aday o değildi. Ancak, şu anki Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’un sağlık nedenleriyle ikinci kez göreve aday olmayacağını açıkladığında bu konuda hazırlıksız olan Merkel gafil avlandı.
Kısa süre içinde, seçilme şansı yüksek olan bir aday bulmalıydı. Başta Federal Meclis Başkanı Norberbt Lammert olmak üzere, Merkel’in düşündüğü adaylar bunu kabul etmediler. Hatta kendi saflarında uygun bir aday bulamayınca, Yeşillerin önde gelen isimlerinden kadın politikacıların da da bu konuyla ilgili sondajlarda görüşüldü.
Ancak SPD Genel Başkanı ve aynı zamanda Federal Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı olan Sigmar Gabriel, Steinmeier’i aday olarak resmen açıkladı. Koalisyon ortakları CDU Genel Başkanı Merkel ve CSU Genel Başkanı Seehofer, bu konudaki tartışmalardan kendilerinin yırpanacağını gördükleri için, sonunda Steinmeier’i ortak aday olarak göstermeyi kabul ettiler.
İstikrarın güvenilir adayı
Böylece, SPD ve Genel Başkanı Gabriel, bu sürecin galibi oldu. Daha önceki iki cumhurbaşkanlarını (Christian Wulff ve Joachim Gauck) kendisi öneren Merkel, başbakanlığı döneminin bu açıdan ilk yenilgisini de aldı.
Steinmeier’i yaşanan siyasal kargaşa dönemlerinde ihtiyacı duyulan “istikrar”ın “güvenilir” bir temsilcisi olarak bu görev aday gösterdiklerini açıkladı.
Cumhurbaşkanlığı konusu halledildikten sonra, Almanya’da siyasi yaşam yeni bir aşamaya girdi. Tüm partilerin hedefi, önümüzdeki eylüldeki genel seçimlere yönelik hazırlıklarını yoğunlaştırıyorlar.
İlk olarak Steinmeier’in cumhurbaşkanı olmasının ardından Dışişleri Bakanlığı’na kimin getirileceği, seçim kampanyalarında partilerin en ön safından kimlerin yer alacağı sorularının yanıtları bekleniyor.
Türkiye’yle diyalog yanlısı
Steinmeier, Dışişleri Bakanlığı’nda gerek 2005-2009 dönemindeki birinci, gerekse 2013’ten sonraki ikinci dönemde, Türkiye’yle olumlu bir diyalog içinde oldu.
Abdullah Gül’le gerek Dışişleri Bakanlığı, gerekse Cumhurbaşkanlığı döneminde yakın ilişkide oldu. Ayrımcılık, ırkçılık ve hoşgörüsüzlüğe karşı ortak mesajları, aynı anda hem Türkçe, hem de Almanca olarak Türkiye ve Almanya gazetelerinde yayınlandı.
Merkel’le çatışmaya girmedi, ancak Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğine ilişkin tartışmalarda Hıristiyan Demokratların “imtiyazlı ortaklık” önerisini desteklemedi.
Türkiye’ye ilişkin sert tonlu eleştirel açıklamalardan kaçındı. Son olarak Federal Meclis’te kabul edilen Ermeni Soykırısı kararıyla ilgili tartışmalarda da, “soykırım” kavramına karşı çıkarak, dengeli bir tavır almaya çalıştı.
Almanya’daki Türklere ilişkin de dost mesajlar vermeye özen gösterdi. Türkiye’ye yaptığı ziyaretlerde heyetine Almanya’da kariyer yapmış sanatçıları, yazarları dahil etti.
Hayal kırıklıkları da yaşadı. Almanya’da ünlenmiş Türkiyeli şarkıcı Muhabbet’in bir parçasını, Fransa Dışişleri Bakanı Bernand Kouchner’le birlikte seslendirdiler. Hedef, göçmenlerin entegrasyonu ve şiddetle mücadeleyi hedefliyordu, ancak şarkıcı Muhabbet’in İslamcı şiddeti haklı göstermeye çalışan siyasi açıklamaları nedeniyle bu girişim başarısız oldu.
Aslında Türkiye’de sevilen bir Almanyalı politikacı olarak kalabilirdi. Ancak başta Ermeni Soykırımı kararı, ardından da 15 Temmuz’daki darbe girişimi olmak üzere son zamanlarda siyasi gelişmeler, iki ülke arasındaki ilişkiler hızla kötüleşiyordu.
Türkiye’ye son ziyaretinden bir gün önce, Cumhurbaşkanlığı’na adaylığı kesinleşti. Son krizler olmasaydı, Ancak, yıllarca seviyeli bir ilişki sürdürmeye çalıştığı Türkiye’de, dost bir ülkenin üç ay sonraki devlet başkanı olarak da karşılanabilirdi. Ama olmadı, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’yla birlikte yaptıkları basın toplantısında, Türkiye’den Almanya’ya yönelen “teröristlere kucak açan ülke” suçlamasına karşı çıkarken herzamanki gibi serinkanlıydı. Daha sonraki açıklamalarında da Türkiye’yle diyaloğun sürdürülmesi gerektiğini savundu.
Cumhurbaşkanı olarak da Türkiye ve Almanya arasında, ülke içinde de Almanyalılarla Türkiyeliler arasındaki diyaloğun devam etmesi için aktif çaba göstereceği kesin. (GK/EKN)