Fotoğraf: Anadolu Ajansı
Türkiye’de en çok ihlal edilen adil yargılanma hakkıdır.
Adil yargılanma hakkı kimileri için vardır, kimileri için hiç yoktur. Artık hakkı olanları seçmek, olmayanları cezalandırmak hem savcı hem yargıç olan devletlerindir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ndeki hiçbir hüküm devlete, kişiye veya topluluğa Sözleşme'de tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesi veya bunların Sözleşme’de öngörülmüş olandan daha geniş ölçüde sınırlandırılmalarını amaçlayan bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkı verdiği biçimde yorumlanamaz (Sözleşme Madde 17).
Sözleşme'nin “Haklara getirilecek kısıtlamaların sınırlandırılması” başlıklı 18. Maddesine göre “Anılan hak ve özgürlüklere bu Sözleşme hükümleri ile izin verilen kısıtlamalar öngörüldükleri amaç dışında uygulanamaz”
AİHM kararlarına göre Hükümet, Sözleşme'nin 18. Maddesini iki kez ihlal etmiştir.
AİHM kararlarına göre Hükümet, Sözleşme'de öngörülmüş temel hak ve özgürlük “kısıtlanmalarını” öngörülen amaç dışında kullandığından iki kez hak ihlalinin failidir.
İlki, 20.11.2018 tarihli Selahattin Demirtaş – Türkiye (No 2) (14305/17) sayılı AİHM kararıdır ve halen AİHM Büyük Daire önünde incelemesi sürmektedir.
İkincisi 10 Aralık 2019 tarihli Osman Kavala – Türkiye (28749/18) sayılı AİHM İkinci Daire kararıdır. 12. Mayıs 2020 tarihi itibariyle AİHM, Hükümet tarafından Büyük Daireye yapılan “davanın yeniden görülmesi” ve İkinci Daire kararının kaldırılması başvurusunu reddetmiştir.
Gerekçeli karar henüz açıklanmamıştır, AİHM Büyük Dairesi, “hak ihlali gerekçesinden” duyulacak utançta kimlerin pay sahibi olduğunu hiç merak etmiyorum, biliyorum. Çünkü 1 Kasım 2017 tarihinden beri “tutuklu” tutulan Osman Kavala’nın kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlalinden sorumlu olanları tanıyorum, AİHM kararında yazıyor zaten!
AİHM Osman Kavala-Türkiye davasında Sözleşme’nin 18. maddesi kapsamındaki değerlendirmesinde, “…başvuranın tutukluluğunun dayanağını oluşturan olaylar ve mahkemenin tutukluluk kararları arasında birçok yılın geçmesi hususunun hayati öneme sahip olduğuna kanaat getirmiştir. Söz konusu sürenin geçmesine yönelik olarak Hükümet tarafından hiçbir makul açıklama ileri sürülmemiştir. Ayrıca ve daha önemlisi, savcılığın, başvuranın 1 Kasım 2017 tarihinde başlayan tutukluluğuna ilişkin talebini desteklemek için dayandığı delillerin söz konusu tarihten çok önce toplanmıştır ve Hükümet, söz konusu olay sıralaması hakkında herhangi bir ikna edici bir açıklama getirmemiştir.”
AİHM; Gezi olayları ve Osman Kavala’nın tutukluluğu arasında dört yıldan fazla süre geçmiş olmasına rağmen, Hükümet'in yapılan suçlamaları destekleyen herhangi bir delil sunamamış olduğunu tespit ediyor (Bölüm 207). Hükümet'in tutuklama kararından beş buçuk yıl sonra ve yalnızca Gezi olaylarıyla ilgili olarak 19 Şubat 2019 tarihine kadar resmi olarak suçlanmadığına, tutuklama tarihinden sonra hakkında ceza davası açılan süre içinde “Gezi olayları ile bağlantılı dikkate değer soruşturma adımları atıldığını” gösteremediğini belirtmektedir.
Kararda daha sonra yapılan tespite göre;
“208. Söz konusu suçlamaların, Cumhurbaşkanı’nın 21 Kasım ve 3 Aralık 2018 tarihlerinde yaptığı konuşmaların ardından yapılmış olması da önem arz etmektedir. 21 Kasım 2018 tarihinde Cumhurbaşkanı’nın yaptığı konuşma aşağıdaki gibidir: “Gezi olaylarında teröristlerin finans kaynağı olan biri var. Bu kişi şu anda içeride. Onun arkasında kim var? Meşhur Macar Yahudisi G.S. Bu adam dünyada milletleri bölmek, parçalamakla adeta birilerini görevlendiren, parası bol ve bu paraları bu şekilde tüketen birisidir. - Türkiye’deki temsilcisi de aynı şekilde babadan zengin ve bu imkânları da bu ülkeyi parçalayıp, bölen işte bu özellikte terör eylemlerine her türlü bu noktada desteği veren kişi...”- Cumhurbaşkanı, 3 Aralık 2018 tarihinde başvuranın adını açıkça anmış ve aşağıdaki ifadelerde bulunmuştur: “Gezi’nin arkasında kimler olduğunu açıkladım. Dış ayağı G.S., iç ayağı Kavala’dır dedim. Kavala’ya para gönderenler belli. ...” Mahkeme, bu iki konuşmanın yapıldığı tarihlerde, bir yıldan fazla süredir tutuklu bulunan başvuranın savcılık tarafından hala resmi olarak suçlanmamış olmasını göz ardı edememektedir. Ek olarak, sadece, bir yandan halka açık iki konuşma sırasında başvuran aleyhine açıkça yöneltilen suçlamalar ve diğer yandan, söz konusu konuşmalardan yaklaşık üç ay sonra düzenlenen iddianamedeki suç isnatlarının ifadesi arasında karşılıklı ilişki bulunduğu belirtilebilir (bk., karşıt durum (a contrario), yukarıda anılan Merabishvili, § 324, ve Tchankotadze/Gürcistan, no. 15256/05, § 114, 21 Haziran 2016).
209. Mahkeme’ye göre, yukarıda incelenen birçok nokta, ülkenin en üst düzey yetkilisi tarafından yapılan konuşmalarla (yukarıda alıntılanan) ele alındığında, başvuranın ilk ve daha sonraki tutukluluğunun insan hakları savunucusu olarak onu susturmak şeklinde gizli bir amaç güttüğü iddiasını desteklemektedir. Bununla beraber, savcılığın, iddianamede, yönelttiği suçlamalarla nasıl ilgili olduklarını belirtmeksizin Sivil Toplum Kurumları'nın (STK) faaliyetlerine ve yasal yollarla finansmanına atıfta bulunması da bu iddiayı destekler niteliktedir. Mahkeme, ayrıca, başvuranın tutukluluğunun Türkiye’de insan hakları savunucularının baskı altında tutulması şeklindeki daha geniş bir kampanyanın parçası olduğu kanaatinde olan İnsan Hakları Komiseri ve üçüncü taraf müdahiller tarafından ifade edilen endişelerin farkındadır.
210. Gerçekte, başvuranın 18. madde kapsamında yaptığı şikâyetin temelinde, özel bir kişi olarak değil insan hakları savunucusu ve STK aktivisti olarak hakkında kovuşturma yapıldığı iddiası vardır. Bu itibarla, söz konusu kısıtlama yalnızca başvuranı veya insan hakları savunucularını ve STK aktivistlerini değil, toplumu düzenleme aracı olarak demokrasinin özünü etkilemektedir. Hazırlık çalışmalarında (travaux préparatoires) atıfta bulunulduğu gibi, demokratik bir toplumda, bireysel özgürlük yalnızca genel çıkarlar söz konusu olduğunda “daha yüksek bir özgürlük” adına sınırlandırılabilir (bk., yukarıda anılan Navalnyy, §§ 51 ve174). Mahkeme, böylece tanımlanan gizli amacın özellikle sivil toplum örgütlerinin ve insan hakları savunucularının çoğulcu bir demokraside sahip oldukları özel rolün ışığında büyük bir ağırlık kazandığı görüşündedir.
211. Bir bütün olarak ele alınan yukarıda anılan unsurlar ışığında, Mahkeme, mevcut davada şikâyet konusu olan tedbirlerin, yani başvuranın susturulmasının, Sözleşme’nin 18. maddesine aykırı bir şekilde gizli bir amaç taşıdığı konusunun makul şüphenin ötesinde olduğuna kanaat getirmektedir. Ayrıca, başvurana isnat edilen suçlar göz önüne alındığında, itiraz konusu tedbirlerin insan hakları savunucularının çalışmaları üzerinde caydırıcı bir etkiye sahip olabileceğine kanaat getirilmiştir. Sonuç olarak, başvuranın özgürlüğüne getirilen kısıtlamanın Sözleşme’nin 5 § 1 (c) maddesinde belirtildiği üzere kişinin suç işlediğine dair makul bir şüphe nedeniyle yetkili bir adli makam önüne çıkarılma amacından başka bir amaç ile uygulandığı sonucuna varılmıştır.”
AİHM Sözleşmenin 18. maddesiyle birlikte 5/1 maddesinin ihlal edildiğine hükmetmiştir (Kavala / Türkiye Davası Başvuru No. 28749/18. Tarih 10 Aralık 2019)
“Devletin bireyin haklarına gerçekleştirilen müdahalenin nedenlerine ilişkin, kendisinden neden bu şekilde davrandığını açıklaması istendiğinde, Strazburg makamları bu konuda bahane bulunması olasılığının bilincinde olmalıdır. Belirli bir davranışın meşru nedeni, bu davranışın asıl nedeni olmalıdır” (Quin v Fransa No 186580/91 1993 kararı. Harris, O’Boyle, Warbrick AİHS Hukuku. 2009. Say 674).
Türkiye hakkındaki Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarında; bu sefer Hükümetin “bahaneleri” AİHM tarafından geri çevrildi. Hak ihlalinde delillere bakarak karar vereceğini belirtti. Mahkeme kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının kısıtlanmasında belirli bir hükmün sınırlarına uyulmadığı gerekçesiyle 18. Maddenin ihlal edildiğine karar verdi.
Devletlerin amaç dışı davranışlarının ispatı konusunda yazılacak Kavala ve Demirtaş kararlarının gerekçesi önceki AİHM kararları gibi olmayacaktır.
Devletlerin belirli bir davranışın meşru nedeni; bu davranışın asıl nedeni olmalıdır.
AİHM bu kararlarının gerekçesinde devletlerin hukukla ve AİHS ile bağlı olmalarının çoğulculuğun ve demokrasinin gereği olduğu yazacaktır.
AİHM’sinin her iki kararından çıkan sonuca göre; ceza hukuku amaç dışı kullanılmıştır. Devlet “tutuklama” için yasaların, Anayasanın, AİHS’nin öngördüğü kısıtlamaları aşmış ve keyfi davranmıştır. Bu nedenle kişi özgürlüğü ve güvenlik hakkını koruyan AİHS Md. 5 ihlal edilmiş ve kaynağı bu olan hak ihlaline bağlı olarak “hakların sınırlandırılması hakkını” öngörülenden öte amaç dışı kullanmak suretiyle Sözleşmenin 18. Maddesini ayrıca ihlal etmiştir.
AİHM’sinin verdiği her iki karar, başvurucuların “tutukluluk” hali ile ilgilidir, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlalidir ve ortaya çıkan bu hak ihlalinin aslında; “amaç dışı kullanma” olduğunun tespitidir.
AİHM’si başvuran Osman Kavala’nın tutukluluğunun devam etmesi halinde, Sözleşme’nin 5 § 1 maddesini ve bu madde ile birlikte 18. maddenin ihlalinin de süreceği düşüncesindedir. Bu durumun Sözleşmeci taraf devletlerin Mahkeme tarafından verilen kararlara uyma yükümlülüğüne de aykırılık teşkil edeceği kanaatindedir. AİHM; başvuranın tutukluluğunun sona erdirilmesi ve bir an önce serbest bırakılması için Hükümet tarafından tüm önlemlerin alınması gerektiğine karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı; sadece verilmiş olan hükmün içerik olarak adil bir karar olup olmadığı değildir. Adil bir karar verilebilmesi için soruşturma aşamasında ve yargılama sürecinde gerekli koşulların sağlanması da adil yargılanma hakkının gereğidir.
Bunu sağlamak bağımsız ve tarafsız yargının görevidir.
Anayasa Mahkemesinin 23 Eylül 2012- 31 Mart 2020 tarihleri arasındaki bireysel başvuru istatistiklerine göre “adil yargılanma hakkı” sürekli ihlale uğrayan bir haktır. 266.466 bireysel başvuru yapılmış, 45.481 dosyanın incelemesi sürüyor. Devletin hakkını ihlal ettiği iddiasıyla yapılan başvuru sayısı düşündürücü. İhlal kararlarının hak ve özgürlüklere göre dağılımda ise; toplam 8875 başvuruda 8659 ihlal kararı verilmiş. Birinci sırada adil yargılanma hakkı var ve 4482 başvuruda verilen ihlal kararları başvuruların yüzde 50,5 oranına karşılık geliyor.
Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın kişi özgürlüğü ve güvenliği hakları sürekli ihlal altındadır.
Daha kaç suç gerekiyor acaba, Türk Ceza Kanunda 345 madde var….
Hem devletlerin hem yargının belirli bir davranışının meşru nedeni, bu davranışının asıl nedeni olmalıdır. Asıl neden bu değilse, davranışın ve kararların meşruiyeti yoktur.
İki kişinin bile hakkı ihlal edilmişse eğer…
Hak ihlali değil; Türkiye’de adil yargılanma hakkı kalmamış demektir. (Fİ/RT)