Fotoğraf: Moskova Mahkemesi basın servisi.
Rusya, AİHM'sine çok kızdı.
20 Ocak'ta AİHM'sine yaptığı başvuru üzerine AİHM, Rusya'dan tutuklanan A. Navalny'in hayatı ve sağlığı için yeterli korumayı sağlamadığı için serbest bırakılmasını istedi.
AİHM'si Aleksey Navalny'nin hayatının tehlikede olduğunu vurguladığı "geçici tedbir" kararıyla "mevcut genel koşullarda başvurucunun yaşamına yönelik riskin niteliğini ve kapsamını dikkate alarak, Rus muhalif Aleksey Navalny'ın (Navalni) derhal serbest bırakılması" çağrısında bulundu.
Rusya Adalet Bakanı Konstantin Chuychenko "Bu talep asılsız ve yasadışı çünkü bir gerçek ya da bir hukuk normuna hiç dayanmıyor" diyerek karara sert tepki gösterdi.
AİHM kararının, Rusya'nın yargı sistemine daha önce hiç görülmemiş seviyede bir müdahale olduğunu ve talebin yerine getirilmeyeceğini söyledi.
Geçmişte yolsuzluk davası sonucunda verilen 3,5 yıllık ertelenmiş hapis cezasını, adli kontrol şartlarını yerine getirmediği gerekçesiyle normal hapis cezasına çevrilmiş olan Aleksey Navalny, 22 Ağustos 2020'de zehirlendiği iddiasıyla Berlin'e götürülmüş, tedavisi tamamlanmış ve 17 Ocak'ta Rusya'ya döndüğünde Moskova'da havaalanında tutuklanmıştı.
2019 yılında Navalnıy'ın Rusya aleyhine ikinci kez AİHM'si yaptığı başvuru sonucunda Mahkeme manevi tazminat olarak yirmi bin Euro ödenmesine ve Sözleşme'nin 5. ve 10. maddelerinin (ifade özgürlüğü) ihlal edildiğine karar vermişti.
Ayrıca Sözleşme'nin 5. maddesiyle (tutuklama) bağlantılı olarak Rusya'nın devlet olarak hakları kötüye kullanma yasağını ihlal ettiği gerekçesiyle Sözleşme'nin 18. maddesinin ihlal edildiğine karar vermişti (Case Of Navalnyy v. Russia (no2) 43734/14. Tarih 9.4.2019).
Küçük bir hatırlatma Rusya'da geçen yıl yürürlüğe giren kanunla uluslararası kurum ya da anlaşmaların taleplerinin Rus Anayasası'yla uyuşmaması halinde; Rusya ulusal meclisin kararlarına üstünlük hakkı tanındı.
Avrupa Konseyi ve Rusya
Rusya, Avrupa Konseyi üyesi devletlerden birisi....
Çıkış noktasına bakılırsa II. Dünya Savaşından sonra Avrupa'yı birleştirmek idealiyle Avrupa Konseyi kurulmuştur.
Avrupa devletleri, Sovyetler Birliğinden Demir Perde gerisinde bulunan ülkelere yayılan komünizme karşı bir set oluşturma arzusundaydı.
Bu amaçla Sözleşme düzenlenmesi yoluyla Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin yükümlülüklerinin detaylandırılması ve devletlerin komünist bir yıkımdan kurtarılması hedeflenmişti.
Berlin Duvarının 1989 yılında yıkılması 1900'lü yılların başında Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti'nin dağılması, Rusya'nın ve dağılan cumhuriyetlerin Avrupa Konseyine üye olarak kabul edilmesi ile 1989 yılında 22 Devletin üye olduğu Avrupa Konseyi'ne üye devlet sayısı 2008 yılında 47 olmuştur.
Uluslararası insan hakları sözleşmeleri ağının önemli bir parçası olan Sözleşme İkinci Dünya savaşında yüzyüze kalınan en ağır ciddi insan hakları ihlallerine bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanmış olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1950 yılında yılında kabul edilmiş, 1953 yılında yürürlüğe girmiş olan ulusal üstü sözleşmedir.
Devletlerin beklentisi sözleşmenin insan hakları ihlallerine karşı dikkat çekmek suretiyle "uyarı" görevini yerine getirmesidir, ama bu beklenti hala karşılanamamıştır.
Sözleşme devletlerin devletler aleyhine başvuru sistemini de içermesine rağmen, devletlerin insan hakları ihlallerine karşı daha çok kullanılmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ağırlıklı olarak medeni ve siyasi hakların korunmasına yönelmiştir. Çok doğaldır, amaç; "demokratik bir hayat biçimi için zaruri olan" bir metne acilen ihtiyaç duyulmuş olmasındandır.
Diğer ulusalüstü sözleşmelerle kıyaslandığında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sözleşmenin güçlü bir koruma mekanizmasıdır.
Sistem hem devlet başvurularına hem bireysel başvuruya açıktır. Her taraf devlet Sözleşmeye taraf başka bir devletin bir hakkı ihlal ettiğini ileri sürerek başvuru yapabilir.
Sözleşmenin ihlal edilmesinden mağdur olduğunu iddia eden "herkesin", "hükümet dışı bir kuruluşun", "kişi grubunun" uyruğuna bakılmaksızın devletler aleyhine bireysel başvuru yapabilme hakkı vardır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önce "başvurunun esasına girilip girilmeyeceğine" karar vermektedir.
"Başvuru kabul edildiği durumda Sözleşmenin ihlal edilip edilmediğine dair uluslararası hukuk açısından bağlayıcı ve nihai karar vermektedir. Mahkeme'nin nihai kararlarının taraf devletlerce icra edilip edilmediği, üye devletlerin hükümet temsilcilerinden oluşan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından denetlenmektedir." (1)
"Egemenlik" sorunu mu? Tersi mi?
Rusya'nın öfkelenerek kendi iç hukukuna karışıyormuş gibi algıladığı Aleksey Navalny'nin serbest bırakılması hakkındaki geçici önlem kararı örneğinde olduğu gibi böyle bir örnek bir çok devlet tarafından "egemenlik" sorunu gibi algılanmaktadır.
Durum bunun tam tersidir aslında.
Avrupa Konseyi üyesi ve Sözleşmeye taraf olan devletler kendi egemenliklerinden hiç ödün vermeden ve egemenliklerini koruyarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin "zorunlu yargı yetkisini" kabul etmişlerdir.
Böylece egemen devletlerin kendi egemenliklerini sınırlayarak akdettikleri bir anlaşma olduğunu savunan düşünceler bile; bu gün yerini tamamen sözleşmenin, insan hakları güvencesi ve "hukuk yaratmak amacıyla" öne çıkan ve zamanla gelişmeleri de karşılayacak şekilde gelişen bir anlayışa bıraktı.
Sözleşmenin 1. maddesi taraf devletlerin sözleşmede yer verilen hak ve özgürlükleri "güvence altına almalarını" gerektirir.
Sözleşmenin 1. maddesi ile sözleşmenin bütün maddeleri birlikte değerlendirilmelidir. Böylece Madde 1. Devletlere hem pozitif ve hem negatif yükümlülük getirir.
Negatif yükümlülük devletin insan haklarına müdahalesinden kaçınmasını ve insan haklarına saygı göstermesini gerektirir. Devletlerin pozitif yükümlülüğü ise insan haklarını güvence altına alması için gereken adımları atmasıdır.
Korkmayın; Sözleşme, insan haklarına dayalıdır, hukuk yaratır.
Sözleşme değişen koşullarda; taraf devletler arasındaki yükümlülükleri çoğaltmaktan çok artık insan haklarının korunmasında devletlere "nesnel yükümlülükler" vazeden Sözleşmeye dönüşüyor.
Sözleşme temelindeki "ikincillik ilkesi" ile uyumlu olarak devletlerin ulusal hukuklarına etki ediyor, insan haklarını iç hukukun pusulasına çeviriyor.
Siyasal iktidarların bir zamanlar çok işine yarayan "hukuk", artık tam tersine siyasal iktidarları frenleyen, sınırlandıran hukuka dönüyor ve Sözleşme; güçsüzlerin, hak ihlaline uğramışların gücüne evriliyor.
Doğrudur, AİHM yargılaması da ikincildir. Doğrudur, AİHM'si kararları "esas olarak tespit" nitelindedir.
Mahkeme hak ihlaline uğramış bir mağdur lehine tazminata hükmederek zararı gidermek için "adil tazmin" kararı verir.
Aleyhine karar verilen devletin bundan böyle benzer hak ihlalleri ile karşılaşmaması veya benzer hak ihlallerini daha doğmadan nasıl gidermesi gerektiği hakkındaki çareleri bulmak Mahkemenin değil, Devletin kendi görevidir.
Daha net anlatımla; "ihlale son vermek ve durumun mümkün olduğunca ihlalden önceki eski haline getirecek şekilde ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmak devletin görevidir" (AİHM. Bramarescu v Polanya 2004).
Mahkeme eskiden alınması gereken önlemleri açıkça belirtmekten kaçınıyordu. Artık belirtiyor ve haklıdır. Örneğin Mahkeme, 5. maddeye aykırı olarak bir kişinin tutukluluk halinin sürmesi durumunda, bu bağlamda, başka bir alternatife izin vermeksizin ihlalin "mahiyeti gereği" ve "ihlalin giderilmesi için başka gerçek bir seçenek söz konusu olmaması nedeniyle" söz konusu kişinin salıverilmesi gerektiğini açıkça belirtmeye kendini yetkili görmüştür. (Assaidze ve Gürcistan 2004- Ilaçsu ve Diğerleri ve Moldava ve Russia 2004)
Korkulacak bir şey yok!
Türkiye hakkında verilen Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkındaki kararlarda insan haklarının ihlalinin konusu "tutukluluk" olduğundan ve serbest bırakmanın dışında başkaca bir alternatif olmadığı için AİHM'si Sözleşme gereğince gereken önlemi açıkça belirtmiştir, bunda korkulacak bir şey yok!
İç hukukumuzda Sözleşme gereği mahkeme kararlarını değiştirmez, bozmaz ve ortadan kaldırmaz. Ama hukuk yaratır ve insan hakları hukukunda hal ihlalini sadece gidermez, ortadan kaldırır.
TIKLAYIN - AİHM'de Olmak ya da Olmamak
Kararlarınız hak ihlali yaratıyorsa, bu kararınızın ortadan kaldırılması karara bağlayabilir, insan haklarından hukuk yaratır. Aksine tutumun egemenlik hakkıyla uzak yakın ilişkisi yoktur.
AİHM'si dinamik bir mahkemedir, evrimseldir ve ulusalüstü kararlar verir. Çünkü anayasası Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesidir, bugünün koşullarında Mahkemece yorumlanır.
Hukukta olan değişimlerden önce insan haklarında meydana gelen değişimlerin korunmasına yarayan kararlarıyla Mahkeme; hem devletlerin hukuk politikalarındaki değişimleri gözler önüne serer ve hem siyasi gelişmeleri yansıtır.
Hukuk ne işe yarar derseniz; siyasal iktidarların korunmasına, ceza hukukunun bir araç gibi kullanılmasına, temel insan hak ve özgürlerinin baskılanmasına yaramaz.
Hukuka aykırı davranmanın, hak ihlallerinde ısrar etmenin, adına hukuk demenin hiçbir mazereti olmaz.
İnsan haklarından korkulmaz korunur; hukuk bu işe yarar.
İktidarı kaybetme korkunuz olabilir ama Sözleşme ve AİHM kararlarına öfkelenmeyin; iç hukukumuz, yargımız ve egemenlik hakkımıza bir şey olmaz; korkmayın.
(Fİ/PT)
(1) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku. D.J. Harris. M.O'Boyle.E.P Bates. C.M.Buckley. 2009