Katıldığım televizyon programlarında birkaç kez, oturtulduğum masaya gömülü olan bir ekran gördüm. İlk gördüğümde sordum, "Reuters ekranı" dediler.
Ekranda sıralanan sayıların ve bu sayıların her an ekrana taşınmasına neden olan sistemin muhteşem akıl dışılığı göz ardı edilebilecek bir şey değildi. Çocuk ve gençlerle ilgili önemli sorunları ele almak üzere davet edildiğim bir programda, bu ekranın taşıdığı çelişkiden söz etmekten kendimi alamadım.
Eğer toplum gerçekten çocukları ve gençleri önemsiyor olsaydı, bu ekran ve ekranda akan bilgiler çok farklı olurdu. Altın, dolar, hisse senedi vb. yerine toplum, kaç çocuğun eğitim hakkından yoksun bırakıldığı takip edilirdi. Üniversite sınavlarının gençlere verdiği zarara ilişkin göstergeler olurdu.
Ekrandan hemen okunabilirdi: Kaç çocuk yetersiz besleniyor, kaç çocuğun dişleri çürük, kaç çocuk sağlık hizmetlerinden yararlanamıyor, kaç çocuk okulda şiddete maruz kalıyor, kaç çocuk engelli, kaç çocuk yoksul, kaç çocuk aç?
Çağdaşlık, refah, kalkınma, kalite ve daha nice göz boyayan sözlerin arasından dikkatli her çift göz ve her çift kulak, Türkiye'de çocukların durumunun hiç iyi olmadığını yakalayabilir. Ama dikkat ve ilgi, istemeyi gerektiriyor.
Çocukların durumunu görmek istemeyenlerin gözleri kulakları başka şeylere ayarlı. Bu göz ve kulakların ayarını temelde sistem yapıyor. İşte bu ayar, gerçeklere sırt dönmeyi olağan kılıyor.
Oysa gerçekler acil ilgi bekliyor: Çocukların gelişme ve katılım hakları hep engelleniyor ama bunları konuşmaya olanak kalmıyor çünkü yaşama ve korunma hakları tehlikede. Yani çocuklar tehlikede! İşte 2010'a girerken çocukların durumu bu.
Cesur bir dernek, cesur bir örgüt veya cesur bir yurttaş, bir Çocukların Durumu Ekranı yaratsa ve Reuters ekranı yerine bu ekran izlense ne iyi olurdu, değil mi?
Ölü, yaralı, yarık, kırık sayıları
21 Kasım Cumartesi İstanbul'da yapılan bir gösteri yürüyüşünde 342 sayısı bez afişlere, pankartlara yansıtıldı. Bu sayı öldürülen çok sayısıydı. Hiç kuşkusuz bu sayı asıl sayıyı yansıtmıyordu ama yansıtılmak istenen nicelikten çok, devlet eliyle çocukların öldürülmesinin korkunçluğu ve kabul edilemezliğiydi.
O gün göstericilerin ellerinde Çocukların Durumu Ekranı olabilirdi. O gün her gösterici taşıdığı ekranda sürekli artan öldürülen çocuk sayısını toplumun dikkatine sunabilirdi.
Çocukların Durumu Ekranı'nda sayıların nasıl ortaya çıktığı da görülebilirdi. Düşünüyorum da, 23 Nisan Perşembe günü Hakkâri'de çıkan olaylarda yaşananlar gösterilebilirdi. Polisten kaçarken dereye düşen, düşünce başını taşa çarpan 12 yaşındaki Abdülsamet ekranda belirebilir ve 23 Nisan İlköğretim Okulu öğrencisinin bir 23 Nisan günü ölmesinin nasıl derin bir çelişki olduğu anlaşılabilirdi.
Ekranlardan sayı izlemeye meraklı olanlara, Çocukların Durumu Ekranı'nda yara, bere, yarık, kırık sayıları da gösterilebilirdi. Akan sayıların arasında ekranda, yine 23 Nisan günü yine Hakkâri'de arkadaşlarıyla top oynamaya giden S.T., peşine düşen özel harekat polisinin onun kafasına indirdiği dipçik darbeleri belirebilirdi. Sonra S.T için ortaklaşa şiir yazan 95 şair bu şiirlerini okuyabilirdi. Dipçikli Çocuk Bayramı'nın anlam ve önemi anlaşılabilirdi.
Sayı meraklılarına kırık kaburga sayıları da verilebilirdi. Sonra 17 Aralık Perşembe günü, Silvan'da Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) kapatılmasını protesto eden kadınlara müdahale eden polislerin 12 yaşındaki bir çocuğu nasıl öldüresiye dövdükleri gösterilebilirdi. Kırık iki kaburga, patlamış akciğer ve örselenmiş bir çocuk daha. Silvan'da Çocukların Durumu Bilançosu ekranda belirebilirdi.
Vahim sayıların sonu yok. Ekrana atılan gaz bombalarının sayısı ve bu bombalardan etkilenen çocukların sayısı da yansıtılabilir. Arada Cizre'de başına gaz bombası isabet ettiği için ölen 10 yaşındaki çocuğun öyküsü anlatılabilir.
TMK mağduru sayıları
Çocukların Durumu Ekranı'nda, her gün Çocuklar için Adalet Çağırıcıları belirseydi. Yüzlerce çağırıcı, binlerce Terörle Mücadele Kanunu (TMK) mağdurunun adlarını okusalar ve durumlarını anlatsalardı. Hızla değişen sayılara meraklı olanlara, hızla artan sayıları verselerdi. "Tutuklanmış çocuk sayısı 61 kişiye yükseldi. Cezaevinde 2. Koğuş açıldı. 3. Koğuş için çalışmalara başlandı." diye anlatsalardı.
Aslında Çocukların Durumu Ekranı'nda TMK mağdurlarına ayrı bir bölüm, ayrı bir ekran ayrılsaydı. Orada mağdurların gözaltına alınırken, alındıktan hemen sonra ve cezaevinde gördükleri kötü muamele sayılara dökülseydi, sonra sayıların arkasındaki öyküleri Mehmet Atak etkileyici sesiyle tek tek anlatsaydı.
Örneğin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 1 Kasım 2008 tarihinde Van'a yaptığı ziyaret sırasında çıkan olaylardan altı ay sonra Z.H.'nin okuduğu okula polislerce baskın yapılarak gözaltına alınması, Bitlis E Tipi Cezaevi'nde 52 gün tutuklu kalması, çıkarıldığı ilk duruşmada ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılması, sonra bilirkişi bilirkişi tarafından incelen görüntülerde teşhis edilmediği halde dört ayrı suçlamadan 8 yıl 20 gün ağır hapis cezasına çarptırılması anlatılsaydı.
Sonra mağdurların yakınları ekranda belirseydi. Bir abla anlatsaydı, "Benim kardeşim beş aydan fazladır cezaevinde taş atmaktan. Hakkında 37 yıl ceza isteniyor. Dosyasındaki her çocuk içinde aynı ceza isteniyor."
Vicdan bilançosu
Çocukların Durumu Ekranı'nda her gün bir vicdan bilançosu da verilseydi. Bu bilançoda çocuklar için çalışanların, çocukları yok etmeyi, onları örselemeyi olağan gösterenlere karşı çıkanların, 318. Maddeye ve her çeşit militarizme, bebeklerden katil üretmeyi isteyenlere karşı mücadele verenlerin, "yeter artık barış gelsin" diyebilenlerin sayıları tek tek verilseydi.
Bilançoda vazgeçenler de olmalı. Gazzeli çocuklar için ağlamayı ama kendi ülkesinde çocuklara yapılanlara ses çıkarmamayı marifet saymaktan vazgeçenler; Arif Akkaya'nın deyişiyle, başını kuma gömmekten vazgeçenler de olmalı. Nefes'i vb. yapımlardan vazgeçip onların yerine İki Dil Bir Bavulu izlemeyi tercih edenlerin sayıları da olmalı.
Sene 2010! Artık çocuklar için, gelecek için, barış için gerçeklerle yüzleşmek zamanı. Yarın değil, şimdi! (SD/EÖ)