"Yıllardan sonra, yollardan sonra" nihayet olması gerektiği gibi, Taksim'de ve barışçıl ve kitlesel bir 1 Mayıs yaşadı Türkiye.
Bu memleketin emeği, adaleti, eşitlikçi hafızası, sosyal yurtseverliği, tarihsel muhasebesi, gerçek demokrasisi, özgürlükçü laikliği, ahlakı, vicdanı, yüzünü sosyalizme dönmüş hukuk bilinci Taksim'e akan bir insan seli oldu.
Bu insan selinin ortaya koyduğu nitelik, bütün değerlerin içinin boşaldığı, halkın sadaka ve korkuyla teslim alındığı, eski sosyalistlerinin kendi hafızalarını ve ahlaklarını kırparak rafine birer ulusalcı ve liberal olarak Ordu veya AKP güzellemecisine döndüğü bir Türkiye'ye layık ve mahkûm olmadığımızı gösterdi
"Olay çıksa da Taksim'i tekrar yasaklasak" diye timsah gözyaşlarını hazırlamış olanların inadına 1 Mayıs, (Hükümetin tercihiyle seçilmiş ve yine hükümetin baskısıyla Tekel direnişini etkisizleştirmeye çalışmış) Türk-İş başkanının, emekçilerin kendiliğinden tepkisiyle kürsüden kovalanması sırasında yaşanan arbede dışında tümüyle barışçıl ve kitlesel bir kutlama olarak geçti.
Bundan böyle 1 Mayıs'ı yasaklamanın, Taksim'i 1 Mayıs'a kapatmanın hiçbir bahanesi olamayacaktır; ki bu büyük bir kazanımdır. 1925'de çıkan Takrir-i Sükun Yasası ile, o ana kadar "İşçi Bayramı" olarak kutlanan 1 Mayıs'ın yasaklamasıyla başlayan emeğe karşı devlet refleksi havlu atmıştır. Bu memleketi emekçilerin ve farklı olanların haklarına yönelik yasak ve korkutmalarla yönetme geleneğine karşı 1 Mayıs, Newroz'da da görmeye başladığımız gibi bu ülkenin toplumsal belleğinde bayramlaşmaya başlamıştır.
1 Mayıs'ın bayramlığı
1 Mayıs'ın bir bayram havasında yaşanıp bayram meşruiyeti kazanması, 'bayram' nitelemesine 'sol'dan geliştirilmeye çalışılan tüm karşı reflekslere rağmen, memlekete egemen kültüre karşı büyük bir kazanımdır. Bu memleketin bayramlarına Newroz'un ve 1 Mayıs'ın katılmasının, bu memleketin Türk İslamcı tektipleştirmeciliğinin, egemen üst-meşruiyetinin delinmesi, ötekileştirilenlerin toplumsal kültürde meşru yerlerini almaları, dolayısıyla demokratikleşme ve normalleşme yolunda mesafe alınması demektir. Newroz'u ve 1 Mayıs'ı da bayram olarak kabullenme bilincini hazmetmiş bir toplumsal kültür, bu iki 'yeni' bayramın sahiplerinin varlığını ve haklarını kabullenen bir değişim sürecinin başlangıcı olarak görülmelidir.
Bu gibi gelişmeler, emeğin, Kürdün, Alevinin, vb. reddi üzerinde inşa edilmiş milli kimliğin çözülerek, yeni ve çoğulcu bir toplumsal kimliğin oluşmaya başlaması, dolayısıyla ötekileştirilenlerin hareket alanının genişlemesi olarak görülmelidir. 1 Mayıs'ın bayramlığı, onun emeğin mücadele ve dayanışma günü olmaktan çıkması değil, bu mücadele ve dayanışmanın herkesin ortak meşruiyet alanı içinden sürdürülmesi anlamı taşır.
Bu bağlamda Türk-İş ve Hak-İş'in 1 Mayıs örgütlenmesine katılmak zorunda kalması, dahası KESK ve DİSK tarafından katılmaları için zorlanmaları da geri bir uzlaşma olarak değil, aksine bir karşı hegemonya başarısı olarak görülmeli ve bundan kaygı değil özgüven duyulmalıdır.
Bayram demek, emeğin mücadele ve dayanışma gününün ötekilerce de meşru bir anma olarak kabullenmeye başlaması, mücadele ve dayanışma azminin bir bayram olarak memleketin siyasal paydaları içine sokulması demektir; ki meşrebinden şüphesi olmayan hiçbir sosyalistin bu konuyu bir sorun gibi algılamaması gerek.
1 Mayıs'ın anlamı
Hükümetin engellemek için yıllardır elinden geleni ardına koymadığı Taksim'de 1 Mayıs, nihayet onun geri adım attırılmasıyla gerçekleşti. Mitingin tüm bileşenleri haklı bir gururla, Taksim'de 1 Mayıs'ın kendilerine bahşedilmediğini, aksine bu hakkı söke söke aldıklarını haykırdı.
Buna karşın Başbakan Erdoğan, "1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanması bizim iktidarımızla mümkün oldu. Birileri kopara kopara aldık diyor. Kimsenin bu iktidardan kopara kopara aldığı bir şey yok. Bu böyle bilinsin. Kopara kopara alma güçleri varsa 77'den iktidarımıza kadar neredeydiler" tepkisi vermekte gecikmeyecekti. Bu tepkiyle Erdoğan, ondan demokrat bir sembol üretmeye çalışanların aksine, başların hep baş ve lütfeden, ayakların hep ayak ve şükreden kalması gerektiğini savunan egemen siyaset geleneğinin, tipik bir temsilcisi olduğu gerçeğini sergiliyordu.
Liberal ve İslamcı manipülasyona karşı altı çizilmelidir ki, yasaklı 32 yılın 8'inde iktidar olan AKP, her seferinde 1 Mayıs'ı, şehrin insansız alanlarına iteleme ve Taksim'i, emeğe karşı biber gazı ve copla koruma konusunda elinden geleni yapmış, ama nihayet sendikal hareket ve solun kararlılığı karşısında havlu atmak zorunda kalmıştır.
Bu noktada 1 Mayıs, bizi dünün vesayetinden yenisine razı etmek isteyen, ama (Anayasa paketi örneğinde gördüğümüz gibi) hiçbir demokratikleşme sorununa çözüm üretmeyen mevcut yeniden yapılandırma süreci karşısında da ne yapılması gerektiğinin dersi olarak okunabilir.
Üçüncü gücün çıkışı
Bir kez daha anımsanmalı ki, güncel bir devrim olanağının olmadığı bu alçak zamanda devrim sloganları atarak 1 Mayıs alanına yürüyen insanlar, Türkiye'nin en temiz, en adaletli, en ahlaklı, en vicdanlı, en yurttaş dinamiğini ve tabii tüm istismarlara rağmen Türkiye'nin gerçek zencilerini, gerçek mağdurlarını, gerçek mazlumlarını oluşturuyorlar. Dolayısıyla onların siyasette de etkin olamadığı bir Türkiye'nin yarını da sabahı da olmayacaktır. Kendini satmamış bir aydın iradesinin bunu görmemesi, teslim etmemesi, vicdanını onlarınkine katmaması düşünülemez.
2010 yılının bu 1 Mayıs'ı, katılımcılarının tek tek anlamlandırmalarından bağımsız olarak, egemenlerarası bir güç kavgası olarak şekillenen siyasette üçüncü bir güç odağının yığınağını oluşturuyor. Liberal ve ulusalcı savrulmalar içinde olan kimi unsurlarına karşın 1 Mayıs, yeni liberal vicdansızlık kadar darbeciliğe, sıtma ile ölüm arasında ehven-i şerciliğe, vesayetler arası savaşta halkı birine razı etmeye karşı gerçek bir demokrasinin çığlığıydı.
Taksim'e koşan dinamiği, sadece hükümete karşı tavra çekerek milliyetçiliğe karşı duyarlılığı köreltmeye çalışanlarla, Hükümete ve emek taleplerine duyarsızlıkla salt Ergenekon'a karşı tavra çekiştirmeye çalışanlara karşın 1 Mayıs, hem Hükümete hem de darbeciliğe karşı üçüncü güç ve gereksinimin gövde gösterisi oldu. 1 Mayıs, rejimin dünü ile bugünü arasındaki süreğenliği ve ABD işbirlikçiliğindeki ortak paydayı unutmayanların haykırışıydı.
Bu anlamda mevcut tek tek sol yapıları da aşan bir arayışın kendini belirgin bir şekilde yansıttığı bir 1 Mayıs'tı meydanda yaşanan. Dolayısıyla varoluşlarını bu dinamizmin Hükümetin ve darbecilerin kemik artıkları adına tahribine adamış olan sol eskilerinin de bozgunuydu 1 Mayıs.
1 Mayıs'ın sosyolojisi
1977 1 Mayıs'ıyla kıyaslanırsa görece az, ama Taksim'i boşluksuz dolduran umutvar bir katılım söz konusuydu. Yine aynı şekilde ona göre coşku dozu eksik ama ona göre daha demokratik bir katılımdı söz konusu olan
Katılımın yaş ortalaması büyümüştü. 78'liler kuşağının, tüm dernek, oda, parti bayrakları altında belirgin bir görünürlüğü, bunun dışında çok sayıda çocuklu aile katılımı söz konusuydu. Partiler ve dergi bayrakları altında dikkate değer bir gençlik katılımı olmakla birlikte bağımsız bir gençlik dinamizminden söz etmek mümkün değildi. Daha düzen içi ama daha özgürlükçü, daha çoğulcu, daha renkli bir 1 Mayıs'tı bu seferki.
1977'deki gibi, düzenle her türden bağını koparmış bir gençlik kuşağı ve başta DİSK, devrimci sendikal hareketin üyesi bir işçi hareketi yoktu. Ciddi bir işçi katılımından söz etmek mümkün olmakla birlikte katılımcıların ağırlığı yine de küçük-burjuvaydı.
Özetle aşağıdan gelen yeni bir devrimci dalga yine yoktu. Bununla birlikte gelecek sene katlanma umudu yaratan ciddi bir katılım ve egemen siyaset kadroları ile kıyaslanırsa ciddi bir insan niteliği göze çarpan en belirgin durumdu.
Çok sayıda farklı bayrağın aynı zamanda toplumsal-siyasal ihtiyaca rağmen bir zaafımızın yansıması, çoğalmış olan grupların yansıması olduğu da kaydedilmeli (sadece ÖDP çıkışlı 10 kadar farklı gruplaşma vardı). Bu anlamda "1 Mayıs 2010, yan yana ve birlikte ne kadar çok olabileceğimizi" gösterirken, aynı zamanda "tek tek ne kadar az olunduğunu göstermesi bakımından solun aklına bir şeyler düşürürse geleceğe bir not düşmüş olacaktır."(N. Ödemiş)
Evet bu tabloda sol, daha özgürlükçü ve rengarenk olmuştu, ama koca bir eksiklikle; örgütlü olmadan memleketin kaderine müdahil olamayacağımızın, örgütlü olmanın ise, reel siyaset yapamayan küçük partiler/gruplar olmayı aşarak memleketin bütününe seslenen, gündemine rengini katan, bütün bir halka adaletin sesini duyurabilen bir güç olmak demek olduğu bilincine varamamıştı.
Başarabiliriz...
Oysa artık harcayabileceğimiz daha çok zaman yok. Üstelik bunu başarabiliriz, yeter ki bizi en azla kirletmek isteyenlerin sol jargonuna teslim olmayalım. Başarabiliriz, yeter ki yine aynı sol jargonla kötülüğün kaynağını sadece Hükümette veya sadece onun dışında göstermeye çalışanların manipülasyonlarına teslim olmayalım.
Başarabiliriz, yeter ki ehven-i şerlerden birine tevekkül etmeyip kendimiz olmanın değerini anımsayalım.
Başarabiliriz, yeter ki meydandaki katılımın hiç olmazsa dörtte birinin, "hah işte bu bizim bayrağımız, bu bayrakla toplumun genişleyen kesimine seslenebiliriz, bu bayrakla meşru ve güven veren bir mücadeleyi yürütebiliriz" diyebileceği bir birleşik sol-sosyalist bir seçenek çıkarma erdemi gösterebilelim.
Başarabiliriz, yeter ki farklı bayraklar altında yürüyenlerin birbiri gibi sosyalist olduğu, dolayısıyla bu bölünme halinin normal ve kabul edilebilir bir durum olmadığını kabullenelim.
Başarabiliriz, yeter ki, bu farklı oluşumların, siyasal tarihlerinin doğru bilançosunu çıkarmak ve bunca sorun ve çelişkiye rağmen etkin bir büyümeyi niye başaramadığımızın dersini birlikte düşünme becerisi gösterebilelim.
Bu açıdan 1 Mayıs, sağcılaşarak ve mevcut iki egemen odaktan birinin söylemine yedeklenerek değil, mevcut sol birikimi kucaklayarak kitleselleşebilmenin, toplumu sola çekecek bir mıknatıs yaratmanın mümkün olduğunu gösteriyor. Bu ise mevcuttan farklı olarak yenilenerek sol bir merkez yaratma gereksinimini daha da belirginleştiriyor. Piyasanın hakimiyeti ve yeni liberal hegemonyaya, milliyetçiliğe ve militarizme karşı yüzünü sosyalizme dönmüş bir demokrasi gücünün inşası, mevcut birikimlerini kendine sıçrama tahtası yapması, bu devasa 1 Mayıs'tan sonra daha da acil bir gereksinim haline gelmiştir. (EA/TK)