Kendisini geleceğe taşıyacak güvenilirlikten yoksun bir Pirus zaferi de olsa ortada kazanılmış bir zafer var. Nitekim cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik olarak 30 Mart öncesinden daha güvenli açıklamalar gelmeye başladı bile.
Öyle ki bir müddet daha, ekonomi politikası yeni-liberalizmi uygularken kendini zenginleştirmek, Meclis’e ilişkin hassasiyeti hâkimiyetine yasal kılıflar üretmek, dış politikası yeni-Osmanlıcı efelenme, siyasal hassasiyeti İslamizasyon ve buna direnenlerin düşmanlaştırılması, sosyal politikası muhtaç bıraktırılan kitleleri kişisel bağımlılık altında tutacak yardım mekanizmaları geliştirmek olan bir iktidar altında yaşayacağımız kesin.
Demokratikleşme açısından büyük bir sorun olan bu duruma tepki gösterenlerin razı edildiği seçenek ise ne yazık ki milliyetçilik ve onun modern versiyonu ulusalcılık, yani eski egemenlik ilişkileri oldu.
Bu rızanın kimi sosyalistleri, kimi liberalleri ve Türkiye’nin diğer mağdur kimliği Alevilerin çoğunluğunu kapsaması ise durumu daha da vahim hale getirdi. Kısacası kırk katır ile kırk satır arasında tercihe zorlanma hali bu seçimde de aşılamadı.
Memleket genelindeki bu nahoş duruma karşın, Türkiye Kürdistanı’nda Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) etki alanını genişlettiğini, öyle ki seçimleri kaybettiği Muş, Bingöl, Urfa, yanısıra mücavir alanlarda da oylarını arttırdığını görüyoruz.
BDP’nin bölgedeki tek rakibinin Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve onu tamamlayan Saadet Partisi (SP), Hür Dava Partisi (HÜDAPAR) olduğu gerçeği ışığında bir değerlendirme yapacak olursak, bu seçimler, Kürtlerin haklarını inkâr politikasının sadece din kartı kullanılarak sürdürülebildiği bir noktaya gelindiğini tescil etti.
Diğer yandan Cumhuriyetin 90 yıllık “çağdaş uygarlık” hedefi açısından bakıldığında da bu seçimler, çağdaş uygarlık hedefine en yakın toplumsal vizyonun Kürtler tarafından temsil edildiğini gösterdi.
Şöyle ki Kürt hareketi, bu seçimde, sadece kendi kimlik hakları için değil, aynı zamanda Alevilerin, Süryanilerin ve Ermenilerin kimlikleriyle temsilini ve kadınların siyaset ve yönetimde eşit temsilini hayata geçiren biricik hareket oldu.
Dolayısıyla bu seçim, egemen muhataplarıyla kıyaslandığında BDP’nin, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Birleşmiş Milletler (BM) İkiz Sözleşmesi’nde ifadesini bulan çağdaş uygarlık düzeyine doğru zorlayan niteliğiyle, aldığı oydan çok daha önemli bir misyona sahip olduğunu gösterdi.
Bu durum Kürt hareketinin, sosyal devleti savunan program ve pratiğiyle birlikte düşünüldüğünde, Cumhuriyetin tektipleştirmeci ve yeni-liberal tercihlerine karşı çoğulcu, sosyal ve demokratik bir yeni cumhuriyetin öncelikli dinamiği olduğunu belirginleştirdi.
Benzeri bir örnek, Cumhuriyet tarafından inkâr ve asimilasyona uğramış diğer toplumsal kimlik olan Aleviler tarafından da başarılabilmiş olsaydı, bugün demokratik bir cumhuriyete çok daha yakın bir yerde olacaktık.
***
Ancak bu seçeneğin Türkiye geneline teşmili, hiç olmazsa yüzde 10 barajını aşacak bir toplumsal destekle Türkiyelileşmesi, Türkiye’nin İslamcılıklar ve milliyetçilikler tarafından tüketilmesine karşı fiili bir seçenek haline gelmesi ne yazık ki mümkün olamadı.
Kürt coğrafyasında AKP tarafından temsil edilen egemen siyasetin yüzde 40’lara doğru geriletilmesine karşın Türk coğrafyasında AKP-CHP-MHP tarafından temsil edilen egemen siyasetin yüzde 98’e bile geriletilememiş olması, büyük bir talihsizliktir.
Hele ki rejimin kırmızı çizgilerine razı olmadığını söyleyen sosyalist güçler açısından bu durum zülldür. Bu vahim durumun, Gezi gibi Türkiye demokrasi mücadelesinin bugüne kadarki en kapsamlı kalkışmasının sonrasında, dahası Türkiye’nin yolsuzluklar ve hukuksuzluklar ülkesine dönüştüğünün devlet içi kavgayla belirginleşmesinin hemen ardından gerçekleşmesi ayrıca irdelenmeyi gerektiriyor.
Teslim edilmeli ki Gezi dinamiği, kendi talepleri ve ruhuyla siyasete taşınamadı. Onunla birlikte Türkiye’nin mağdurlarının ve demokrasi güçlerinin önemli bir kesimi de, ne yazık ki Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) anti-AKP’ciliğinin sınırlarında boğuldu.
Bu noktada Kürt hareketini sınıf indirgemeci bir üsttencilikle yargılayan kimi sosyalistlerin, keza düne kadar CHP’ye karşı en ağır eleştirilerle AKP’yi desteklemiş kimi liberallerin CHP’ye destek örgütlemesi ise trajiktir.
Bu durumun da sağladığı pervasızlıkla CHP, Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) ittifak teklifini reddedip, onun da diğerleri gibi kendisini koşulsuz desteklemesini isteyebildi, dahası bu koşulsuz desteği alamayınca da onu “AKP’nin oyunu” olmakla suçlayabildi.
Dahası sosyalistlere ve Alevilere, kendisine mahkûm muamelesi yapan CHP onların taleplerini de siyasetine yansıtmadı. Kendi soluna ve Türkiyenin mağdurlarına böyle davranabilen CHP’nin, Milliyetçi Hareket Partililer (MHP) ve Cemaat dâhil kendi sağıyla ittifak ve Amerika Birleşik Devletleri'nden (ABD) destek arayışı ise üzerinde ayrıca düşünülmeyi gerektiriyor.
Bütün bu şekillenmede kuşkusuz, AKP tahakkümünün yarattığı panik yanında milliyetçi ideolojinin yaygın etkisinin de payı olmalı. Üstelik sözkonusu panik ve milliyetçi etkiler, salt CHP ile de sınırlı kalmadı; nitekim pekçok demokratik güç de, Kürt hareketi ile birlikte yürüme seçeneğini reddederken CHP için sandığa gitmekte beis görmedi.
***
Kürt hareketi ve bazı sosyalist güçler yanısıra farklı kimliksel ve bireysel temsiliyetlerin bir araya gelişiyle oluşturulan HDP bu seçimlerin kuşkusuz en önemli yeniliğiydi.
Radikal bir demokratik dönüşüm için çoğulcu, birleşik, sol bir kitle partisi olan HDP’den bu seçimde beklenen, yüzde 8 üstü bir oyla genel seçimlerde yüzde 10 barajını aşacak bir umut ve toplanma merkezi yaratılmasıydı.
Böylece Türkiye siyasetini egemenler arası dalaştan kurtaracak bir demokrasi yatağının oluşturulması amaçlanıyordu. Eğer bu başarılabilmiş olsaydı, HDP’nin bir bileşeni olan BDP’nin de ona katılımıyla Türkiyelileşme yönünde ciddi bir mesafe alınmış olacaktı.
Oysa ne yazık ki bu başarılamadı ve HDP’nin BDP ile birlikte aldığı oy toplamı, yüzde 7’nin altında, yani BDP’nin 2011’deki oy oranında kaldı. Üstelik BDP’nin tek başına girmesi halinde batıda alınacak oy oranının daha yüksek olabileceğini varsaymak bile mümkün; çünkü bu sol projeyle Sünni Kürtlerin bir kesiminin kazanımı zorlaşır ve AKP’ye kaçışı engellenemezken, Alevi Kürtlerin ve HDP dışı sosyalist oylarının CHP’ye kaçışları da engellenemedi.
Bu durum sadece HDP üzerinden Türkiyelileşmek isteyen BDP’nin, keza sadece Kürt hareketiyle birliktelik üzerinden sol kitle partisi yaratma çabasındaki güçlerin değil, aynı zamanda HDP dışındaki sol güçler açısından da büyük bir kayıp oldu (Bu açıdan 1999 sonrası Özgürlük ve Dayanışma Partisi [ÖDP] projesinin sürdürülememiş olmasının, sadece ÖDP bileşenlerine değil bütün sol hegemonya için nasıl büyük bir darbe etkisi yarattığı anımsansın).
Dolayısıyla HDP’nin şahsında tartıştığımız şey, gerçekte HDP bileşenleri ve vizyonunu aşarak tüm demokrasi güçlerinin akacağı bir kanal, yanısıra çoğulcu ve sosyal bir Türkiye’nin sol kitle partisi ihtiyacının karşılanması sorunudur.
Kuşkusuz HDP organlarından yapılan açıklamalarda da işaret edildiği gibi, yaşanan başarısızlığın pekçok nedeni var. HDP daha aylarla sınırlı bir partiydi, seçim sürecinde ağır saldırılara maruz bırakılarak etkin bir faaliyet geliştirmesi engellendi, sosyalist ve liberal demokrat dostlarının bir kısmı seçim arefesinde onu terketti, kendi doğal potansiyelini eriten bir kutuplaşma yaşandı, kaldı ki yerel seçimler tek başına yeterli bir değerlendirme ölçütü olamazdı, vb...
Ancak ortaya çıkan durumun, sözkonusu bu ve benzeri hepsi de doğruluk payı taşıyan haklı mazeretlerin ortadan kaldıramayacağı sonuçları da kaçınılmazdı.
Nitekim bu ilk seçiminden prestij, umut, güven, dolayısıyla sonraki sürecin şekillendirilmesinde etki kaybıyla, kısacası yaralanarak çıkmıştır HDP.
***
Kabul edilmeli ki bu sonuçtan sonra BDP kadrolarını, kendisine yüzde 10 barajını aşacak bir katkı sağlayamayan bir HDP’ye katılıma ikna etmek çok daha zor olacaktır.
Keza değişik nedenlerle HDP dışında kalan sol hareketlerin HDP’ye yönelmesi de aynı oranda zorlaşacaktır. Liberal demokratların, HDP’nin sol kimliğinden yana rahatsızlıklarını bundan böyle daha yüksek sesle dillendirecekleri kesin.
Alevi dinamiği yanısıra Türk ve Sünni yoksulların da, böylesi cılız kalmış bir HDP’nin sesine kulak vermesi daha da zorlaşacaktır.
Bütün bu saptamalar HDP’yi daha yolun başında mahkûm etmek için değil elbette; aksine bugün de çok değerli bir çabanın ve doğru bir programatik çerçevenin ifadesi olarak sahiplenilmeyi gerektiriyor.
Ancak önüne koyduğu hedeflere ulaşmanın bugün dünden daha zor olduğu bir döneme girdiği gerçeğiyle de yüzleşebilmesi şart. Bu bağlamda, “yeterli olmasa da iyi bir sonuç aldık” yaklaşımı, moral bir gereksinimi karşılasa da, HDP’yi kendi gerçekliğiyle yüzleşmekten koparacak, dışarıya karşı inadırıcılık açısından da işlevsiz kılan bir etki yaratacaktır.
Açık ki salt dışsal engelleri sıralamak HDP’nin hakiki bir siyaset öznesi olmasını zorlaştıracaktır. HDP, öncelikle çuvaldızı kendisine batırma özgüveni ve vizyonu göstererek ilerleyebilir.
Örneğin birer sorun alanı olarak, Gezi dinamiğine, Alevi dinamiğine, kendi dışındaki sosyalistlere ve liberal demokratlara ulaşmakta kendinden de kaynaklı eksiklikleri olduğu kabullenilerek başlanabilir.
Türkiye’nin batısında etkin bir siyaset yapabilmek için organik bağ kurulması zorunlu olan bu dört dinamiğin de, önemli oranda CHP’ye akmış olması, hem bu güçler hem de CHP karşısında izlenen siyasetin gözden geçirilmesini gerektiriyor.
Bu dört dinamiğin de, istisnalar bir yana AKP karşısında mevzilenmek gereğini dillendirmesine karşın, CHP’ye neredeyse iktidar kadar ağır eleştiri çizgisi tutturması, HDP’nin asıl güç biriktireceği alanlarda elini zayıflattı.
Bizzat bu güçler nezdinde etki alanını arttırmak için bile, üstelik reddedileceğini bile bile CHP’ye ittifak önermekte gecikmesi, önerip reddedildiğinde de bunu CHP’ye karşı teşhir için kullanmaması bir diğer eksikliğidir.
Diğer yandan seçim sonuçları net olarak gösterdi ki HDP Türkiye’nin batısındaki milliyetçi reflekslerle baş edemedi. Bu ise sadece zamanla değil aynı zamanda BDP’den farklı bir dil ve algı yaratmasıyla mümkündü.
Açık ki HDP’nin kuruluşundan murat, halkların haklarını ve çoğulculuğu savunurken aynı zamanda Türk halkıyla organik bağlar geliştirebilen, öncelikle onun içinde gelişecek bir parti yaratarak, milliyetçiliklerin (ve İslamcılıkların) hegemonyasını geriletmekti.
Milliyetçiliğin solda ve halkta bu denli etkili olduğu bir gerçeklikte Kürt hareketinin Türk halkına seslenen kolu görüntüsünü aşamayan bir HDP’nin sol bir toplumsallık yaratması, şovenizmi ve İslamcılığı geriletmesi mümkün değildi.
Kabul edilmeli ki HDP milliyetçiliğin hegemonik etkisini küçümsedi, BDP’nin zaten yapmakta olduğunu Türk sosyalistleri olarak yineledi. Bu nedenle zaten iyiden iyiye zorlaşmış olan Türk emekçileri ve Alevilerle diyalog geliştirmekte zorlandı, onların da sorunlarıyla özdeşleşme gereksinimini içselleştiremedi. Kuşkusuz buna zamanı da olmadı; ama kabul edilmeli ki bu gereksinimi de içselleştiren bir dil ve izlenim de vermedi.
***
Bu seçimlerle birlikte bir kez daha görüldü ki, demokrasi güçlerinin daha işlevsel bir araca, daha etkin ve kapsayıcı bir dile gereksinimi var.
Şimdi seçim geriliminin de atlatıldığı, ama elbette ki görece etkinlik kaybına uğramış bir yerden kendimizi yeniden kurmak durumundayız.
Seçimin de gösterdiği gibi, tüm eksikliklerine rağmen en kapsayıcı güç olan HDP’nin, sadece kendisini onarma çabasıyla yetinmeyen bir vizyonla, aynı zamanda dışında kalan sosyalistler ve demokrasi güçlerinin kazanılmasına, tüm mağduriyetlerle özdeşlik kurmaya yönelik olarak rezervsiz bir diyalog ve çaba geliştirmesi zorunlu.
Önümüzdeki seçimler, etkin bir çekim merkezi oluşturulma sorununu daha da yaşamsal kılıyor. Bu görev başarılamadığı müddetçe, Türkiye demokrasi güçlerinin her sorun özgülünde ehven-i şer tutumlara savrulmaktan, yeniden bölünmekten kurtulması önlenemeyecektir.
Demokratik bir ağırlık merkezi olmayan bir siyasal arenada halkın barışa ve çoğulculuğa ikna edilemeyeceği bir yana demokrasi güçlerinin de birleşik ve kendilerini büyütecek bir şakülü olmayacaktır.
HDP, Kürt hareketinin solda durmak iradesi yanında, demokrasi güçlerinin birleşik ve çoğulcu bir siyasal merkez inşa projesi olarak hala çok değerli ve yeri doldurulmaz bir yerdedir.
Ancak bu süreçte kazandığı tecrübenin de birikimiyle Türkiye’nin batısında toplumsal sıçrama gerçekleştirmek için gerek içinde gerek dışında aşması gereken sorunları onu beklemektedir. (EA/BA)
* AKP'nin Pirus Zaferi ve Demokratik Seçenek – 1 için tıklayınız