Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş, dün Şişli Kent Kültür Merkezi'nde cumhurbaşkanlığı vizyonunu açıkladı.
Konuşmasının en belirgin yankısı, seçilmemesinin Türkiye için ne denli büyük bir kayıp olacağının derin bir şekilde hissettirilmesi oldu.
Konuşmasına devletin şiddetiyle öldürülmüş Berkin Elvan'ın annesini alkışlatarak başlayan Demirtaş, bu çıkışıyla, aynı anneyi yuhalatmış Erdoğan’dan farkını belirginleştiriyordu.
Esasen konuşmasının ve kamuoyuna verdiği sözlerin en belirgin özelliği, “AKP ile işbirliği yapıldığı”, “ona gizlice destek verildiği” iddialarını açığa düşürmek ve AKP’nin gerçek seçeneğinin kendisi olduğunun belirginleştirilmesi olarak özetlenebilir.
Bu kapsamda Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı vizyonu, bütün güçleri Recep Tayyip Erdoğan’da toplamaya çalışan otokratik, yeni-liberal, tekleştirici ve mezhepçi bir iktidar inşa kararlılığına karşı gerçek bir demokrasi inşa çabasının ürünü olarak şekillendirilmişti. “Bu anayasanın kurumlarını savunmak darbeyi savunmaktır” diyerek Erdoğan’ın sözde anti-darbeciliğiyle farkını her vesileyle belirginleştirdi.
Bununla birlikte, Erdoğan’ın tek seçeneği olarak sunulan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun eski statüyü savunan ehven-i şer çizgisinden farkını da belirginleştirmeyi ihmal etmedi Demirtaş. Konuşması boyunca sadece anti-Tayyipçilikle yetinmeyen bir radikal demokratik alternatifi belirginleştirdi.
“Bu seçimlerde üç aday ama iki çizgi yarışıyoruz. Bizim çizgimiz neo-liberal düzen içinde tekçi, mezhepçi bir tercihe zorlanmayı reddeden çizgidir. Devletin küçüldüğü, yurttaşın büyüdüğü bir sistemi hedefliyoruz. Devlet tek bir kişiyle artık yönetilmeyecek” derken suni ayrımlarla Türkiye’nin mağdurlarını iki güçten birine yedeklemeye çalışanlara somut gerçeği anlatıyordu.
“Çağrımız yeni bir yaşam çağrısı. Adaylığım salt yeni bir cumhurbaşkanlığı değil yeni bir yaşam anlayışıdır” derken sosyalizm vaadetmiyordu kuşkusuz; ama mevcut koşullarda sosyalizm için de kazanılabilir ve uygulanabilir biricik seçeneği, tüm ötekileştirilenlerin, tüm mağdurların siyasal hayata belirleyici katılımını taahhüt ediyordu. Bu kapsamıyla tüm toplumsal mağdurlar yanısıra HDP dışındaki tüm diğer sosyalistlerin de biricik adayı olarak belirginleşiyordu Demirtaş.
Yine "çağrımız Türkiye’deki tüm halkların birbiri ile özgürce yepyeni bir yaşam inşa etmeleridir" derken, sadece rejimi değil toplumu da değişime zorlayan bir taahhüt ilan ediyordu. Kendi içinde birbirini linç edebilen, birbirinin acılarına duyarsız, hak taleplerine düşmanlaştırılarak gerçek anlamda bölünmüş gerçekliğimizle, toplumu birlikte yaşamın evrensel ve insani gereklerine çağırıyordu.
“HES yapımına direndiği için jandarmadan dayak yiyen Karadenizli kadın, yaşam alanları tehdit edilen köylüler, karnımızı doyuran toprak, su ve bu dünyayı paylaştığımız diğer türler...” diye belirlenen, yani tüm canlıları ve doğayı savunma eksenli bir cumhurbaşkanlığı taahhüt ediyordu.
“En iyi hükümet en az hükmeden hükümet” diyerek, eski statükonun merkeziyetçiliğini daha da derinleştirmeye çalışan Erdoğan’a karşı radikal demokrasi seçeneğiyle çıkıyordu. Bu seçeneğin burjuva demokrasisinin sınırlarını zorlamak anlamında neo-liberal anlayışa karşı içeriğini değişik vesilelerle yineliyordu.
Kürt sorununun çözümünü Türkiye’nin demokratikleşmesinin parçası kılmayı taahhüt eden vizyonuyla Demirtaş, hem birleştirmenin, hem demokratikleştirmenin hem de kimliksel alandan sınıfsal alana yükselebilmenin olanaklarını sunuyordu.
Esasen her ayrıntıda Erdoğan’ın siyaset anlayışı ve hayalleri ile kendi siyaset anlayışı ve hayalleri arasındaki yapısal farkı güncelledi. İyi ki de böyle yaptı, çünkü ikisi de yaşamsal olan barış ile demokrasi arasındaki kopmaz bağdan hareketle üretilen hassasiyet, kimi liberal, sosyalist ve Alevi kesimler için buna olan gereksinimi arttırmıştı.
İhsanoğlu’nu desteklememenin Erdoğan’ı desteklemek olacağı anlamına gelen zorlama soruya karşı ilkelere vurgu yapması, “kimsenin lehine çekilmeyeceğini, bu yola insanların hak ve özgürlükleri için çıktığı ve bunları pazarlık konusu yapmayacağı” taahhüdü de günün altı çizilmesi gereken ögelerden biri oldu.
Sorular karşısında performansı ana konuşmadan daha da iyiydi. Cemaate karşı onu Hükümetten yana hayırhah sözler almaya çalışan gazetecilik yanısıra Erdoğan’a karşı İhsanoğlundan yana hayırhah sözler koparmaya çalışanların soruları, üçüncü yol duruşunu daha da belirginleştirmesini sağlayan bir işleve dönüştü.
“Seçilirsem Allah Tayyibe yardım etsin, demokrasiye alışacak” esprisi günün esprisi, “ağaçtan sadece kereste yapmayı bilenlere karşı, devrim yapmayı bilen bir anlayışın cumhurbaşkanı” olma taahhüdü de gelecekten yana umut tazelemesiydi. Bayrak üzerinden yinelenen acar gazeteciliğe cevabı ise, “bayrağın bizden değil pekçok suçu ve günahı örtmek için kullanan muktedirlerin tehdidi altında olduğu” vurgusu da diğer bir önemli anektodtu.
Daha önemlisi konuşmasındaki belirgin laik vurguydu. İslamcı yükseliş ortamında İslamcılıktan demokrasi üretmeye çalışan liberal söylemin etkisiyle zehirlenen bilinçlere karşı özgürlükçü laiklik Demirtaş’ın yeni Türkiye’sinin temel ayaklarından bir olarak ilan ediliyordu.
Bu kapsamda Diyanet’in ve zorunlu din derslerinin kaldırılmasının, başta Aleviler ve Cemevleri olmak üzere farklı inançların eşit haklılığına ve anadilde ibadet dahil eşit yurttaşlığa yapılan vurgu, yeni dönem saflaşmasında yaşamsal bir önem taşıyordu. Bilimsel, laik ve sosyal bir eğitimden yana, muhafazakarlaşan toplumsal atmosferde kadına ve farklı cinsel yönelimlere yönelik artan şiddete karşı bir cumhurbaşkanlığı taahhüt etmesi önemliydi.
Konuşmasında yansıyan en önemli özelliklerden biri de sadece Kürtlerin değil, tüm mağdurların adayı olmayı içselleştirmiş mantık ve refleksleriydi. Alevilerin, laik kaygıları olanların, yoksulların sorunlarının çok daha belirgin yansıdığı bir konuşma karşısındaydık.
Bu vizyona karşı tüm demokrasiden yana ve tüm mağdurların en az bir oyluk borcumuz olduğunu düşünüyorum. Tabii olması gereken şey, bir oydan öte aktif bir katılım; komşularımızı ve arkadaşlarımızı da ikna, devletin maddi blokajına karşı maddi destek. (EA/BA)
* Fotoğraf: Ahmet Polat - AA/İstanbul