* Fotoğraf: Pexels
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), Çalışma Grubu II’nin Altıncı Değerlendirme Dönemi (AR6), “İklim Değişikliği 2022: Etkiler, Uyum ve Kırılganlık” raporunun Politika Yapıcılar için Özetini (SPM) kabul etti.
TIKLAYIN - Dünya çoklu iklim tehlikeleriyle karşı karşıya kalacak
270 yazar ve 195 hükümet tarafından nihai hale getirilen ve onaylanan II. Çalışma Grubu raporu, IPCC’nin AR5’i 2014’te yayımlamasından bu yana iklim değişikliğinin etkilerine ve buna uyum sağlama stratejilerine ilişkin en büyük değerlendirme.
IPCC’nin yeni raporuna göre, her geçen gün artan yaşam, biyoçeşitlilik ve altyapı kaybını önlemek ve iklim değişikliğine uyum sağlamak için iddialı, hızlandırılmış eyleme ihtiyaç duyulurken seragazı emisyonlarında da acil ve derin kesintiler yapmak gerekiyor.
Her ne kadar rapor küresel bir yaklaşıma sahip olsa ve ülke özelinde analiz yapsa da Türkiye’ye dair veriler de sunuyor. Buna göre, Türkiye aşırı hava olaylarına karşı Avrupa'nın en kırılgan ülkesi. Yüksek emisyonların devam etmesi durumunda taşkınlar, kuraklık, sel ve toprak kayıpları gerçekleşebilir.
Aşırı hava olayları
Çalışmaya göre Türkiye, aşırı hava olaylarına karşı Avrupa’nın en kırılgan ülkesi. Emisyonların önemli ölçüde azaltılması halinde dahi, Avrupa’da aşırı sıcaklar sonucu gerçekleşen ölüm sayısının 2050 yılına gelindiğinde, bugünkü yıllık yaklaşık 2 bin 700 ölüme kıyasla 30 bine yükselmesi öngörülüyor.
Bu vakaların büyük kısmı Avrupa’nın Türkiye’nin dahil olduğu bölgelerinde meydana geliyor. Isınmanın önemli ölçüde artması sonucunda, ölüm sayısının, yüzyılın sonuna kadar üç kat artması bekleniyor.
Yüksek sıcaklıkların aynı zamanda, solunum problemlerinden kaynaklanan hastalıklar sonucu hastaneye sevk edilme rakamlarında artışla sonuçlanacağı öngörülüyor. Raporda, vakaların birçoğunun güney Avrupa’da gerçekleşeceği ve bu vakaların 2050 yılına kadar Avrupa genelinde iki katından fazla artacağı belirtiliyor.
Deniz ekosistemi
Su sıcaklıklarındaki artış denizel biyolojik çeşitliliği etkileyecek ve bu Türkiye’de balıkçılık sektöründe etkilerini gösterecek.
Emisyonların düşük seyretmesinde dahi, Akdeniz balık türlerinin yaklaşık yüzde 10’unu kaybedecek. Bu sayı, sıcaklık artışının yüksek seviyede gerçekleşmesi durumunda yüzde 60’a yükselebilir.
2060 yılına kadar Doğu Akdeniz’de ekonomik değeri yüksek deniz türlerinin yüzde 20’den fazlasının nesli tükenebilir Karadeniz’de ise yüksek sıcaklıklar, birçok bölgede denizin oksijen seviyesini azaltacak, dolayısıyla balık türlerinin dağılımını değiştirebilecek.
Tarım ve toprak kayıpları
İklim değişikliği aynı zamanda tarım topraklarının kalitesini de düşürecek. Raporda atıfta bulunulan bir çalışma, Türkiye’nin yağış rejiminde öngörülen değişim ve artan hava sıcaklığı nedeniyle toprak erozyonunun artacağını öngörüyor.
Bu durum, özellikle Akdeniz Bölgesi’nde yer alan tarım arazilerinin yaklaşık yüzde 30’unu tehdit ediyor. Emisyonlarına artması durumunda öngörülen toprak kayıpları artıyor.
Deniz seviyesi ve kıyı taşkınları
Isınmanın sürekli şekilde artması sonucunda kıyı taşkınlarından kaynaklanan riskler artacak. Günümüzde Türkiye’de yaklaşık 460 bin kişi kıyı taşkınlarına maruz kalabilecek bölgelerde yaşıyor.
Raporda atıfta bulunulan bir araştırmaya göre, emisyonların artması durumunda bu sayı, yüzyılın sonuna kadar yaklaşık iki katına çıkabilir. Mevcut emisyon azaltım taahhütleri göz önünde bulundurulduğunda, Avrupa genelinde kıyı taşkınlarının maliyeti 2050 yılına kadar 30 kat artabilir.
Deniz seviyesinin yükselmesi kıyı şeridinde de zarara yol açacak. Emisyonların artması ve uyum önlemleri alınmaması durumunda, Avrupa’daki kumluk kıyı şeritlerinde, küçük sahillerin yok olmasına sebep olacak yaklaşık 100 metrelik geri çekilme yaşanacak. Ancak emisyonların azaltılması bu geri çekilmeyi üçte bir oranında azaltabilir.
Raporda atıfta bulunulan bir araştırmaya göre, Xanthos Letoon, Efes ve İstanbul’un tarihi bölgeleri de dahil olmak üzere birçok UNESCO kültürel miras alanı, deniz seviyesinin yükselmesi tehdidiyle karşı karşıya bulunuyor.
Su varlığı ve kuraklık
Rapora göre, iklim değişikliği nedeniyle kuraklıkların sıklığı ve yoğunluğu artacak. Akdeniz bölgesindeki nüfusun yaklaşık yüzde 54’ünün farklı ölçeklerde su kıtlığı yaşayacağı öngörülüyor.
Bu miktar, emisyonların hızla azaltılmasıyla yüzde 18’e geriliyor. Emisyon azaltımının, planlanan seviyeden daha hızlı gerçekleşmesi durumunda dahi, 20. yüzyılın sonuna gelindiğinde, Akdeniz bölgesinde iki-üç kat daha uzun süren kuraklıklar yaşanacak. Emisyonların yüksek olması durumunda ise kuraklıklar üç-dört kat uzun sürebilecek.
İstanbul kırılgan
İstanbul, özellikle kuraklığa bağlı ekonomik kayıplar karşısında kırılgan durumda. Emisyonların yüksek olması durumunda, Beyşehir Gölü 2070 yılına gelindiğinde tamamen kuruyabilir. Artan su talebi ve daha kuru koşullar bir araya geldiğinde, Akdeniz Bölgesi’ndeki yeraltı su rezervlerinin tükenebilir.
Su rezervuarları veya tuzdan arındırma tesislerin inşası gibi su stresini azaltmak üzere uygulanan stratejiler maliyetli ve çevreye zararlı ve emisyonların azaltılmazsa kuraklıktan kaynaklanan zararları önlemek için yeterli olmayacak.
Emisyonların devam etmesi ve sıcaklık artışının kümülatif etkisi, Türkiye ekonomisine önemli boyutta zarar verecek. Raporda atıfta bulunulan bir çalışma, emisyonların yüksek seviyede gerçekleştiği durumda, yüzyılın sonuna kadar Türkiye’nin kişi başına GSYH’sinde yüzde 17 düşüş yaşanmasını öngörüyor.
Dünyada domino etkisi
Türkiye, iklim değişikliğinin etkilerinden sınırları içerisinde zarar görecek olmasının yanı sıra, başka yerlerde meydana gelen zararlarından da derinden etkilenecek.
Örneğin, iklim değişikliğinin, uluslararası tedarik zincirlerinde, piyasalarda, finans sektöründe ve ticarette yarattığı olumsuz etki, Türkiye’de ürünlere erişimi kısıtlayacak, fiyatlar artacak ve Türkiye’nin ihracat piyasasına zarar verecek. Tarımsal verimde düşüş yaşanması, önemli altyapıların hasara uğraması ve emtia fiyatlarındaki artış gibi iklim değişikliği kaynaklı ekonomik şoklar, finansal istikrarsızlığa yol açabilir.
Isınmanın yüksek seviyede gerçekleşmesi, küresel ısınmanın olmadığı bir dünyaya kıyasla, yüzyılın sonunda Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) yüzde 10 ila 23 azalmasına neden olabilir. Bazı büyük ekonomiler, iklim değişikliği nedeniyle daha büyük ekonomik zarar görebilir.
Raporda atıfta bulunan bir çalışma, emisyonların yüksek olduğu durumda, yüzyılın sonunda GSYH’de yaşanacak kaybın Çin’de yüzde 42’ye, Hindistan’da ise yüzde 92’ye ulaşabileceğini öngörüyor.
Tedarik zincirleri
İklim değişikliği halihazırda tedarik zincirlerini olumsuz etkiliyor. Örneğin, 2011 yılında Tayland’da meydana gelen sel felaketi, yarı iletken üretimini derinden yaraladı. Bu durum, küresel ölçekteki endüstriyel üretimin yüzde 2,5 azalmasına neden oldu ve sabit disk fiyatlarında yüzde 80 ila yüzde 190 artışla sonuçlandı (IPCC’ye dahil edilmeyen başka bir araştırma, bu sellere neden olan yağışın daha yoğun şekilde gerçekleşmesini iklim değişikliğiyle ilişkilendiriyor).
Şiddetli yağmurlar, daha güçlü fırtınalar ve deniz seviyesinin yükselmesi sonucunda limanlarda ve kıyılarda inşa edilen diğer altyapıları etkileyen sel olayları artmasıyla, özellikle emisyonların yüksek olması durumunda, bu hasarların daha yaygın hale gelmesi bekleniyor.
Kasım 2021’de, taslak raporun hazırlanmasının ardından, Kanada’da yaşanan sel felaketleri sonucunda karayolları ile demiryollarının kullanılamaz hale gelmesi, Kanada’nın tahıl ihracatının önemli bölümünün gerçekleştirildiği Vancouver Limanı’na gelen sevkiyatları geciktirdi. Bu durum, konteynerleri depolamak için yeterli yer bulunmaması nedeniyle gemilerin Asya’ya boş konteynerlerle geri dönmesine yol açtı. Kanada’nın ihracatında oluşan bu aksama, gecikmelere yol açarak, uluslararası nakliye sektörünü de olumsuz etkiledi.
Gıda zinciri
Uluslararası gıda tedarik zinciri de tehdit altında. Emisyonlar hızla azaltılmazsa, küresel ölçekte birden fazla yeri etkileyen aşırı hava olayları sonucunda ürün kıtlığı riskinin yaygınlaşması bekleniyor. Bu, aynı zamanda küresel ölçekte gıda ürünlerine erişimde sıkıntılara ve fiyat artışlarına yol açabilir. Bu durum, özellikle yoksul insanlara zarar verecek ve toplumsal huzursuzluk riskini artıracak.
Örneğin, mısır üretiminde bir yıl içerisinde dünyanın çeşitli yerlerinde yüzde 10’ı aşkın mahsul kaybı yaşanma olasılığı, günümüz ikliminde yüzde 0’a yakın seyrederken, emisyonların artmaya devam etmesi durumunda yüzde 86’ya yükseliyor. Ancak emisyonların hızla azaltılmasıyla bu risk yüzde 7 ile sınırlandırılabilir.
Silahlı çatışma riski
Diğer birçok önemli etmenin yanı sıra, iklim değişikliğinin gıda tedariki ve suya erişim üzerinde yarattığı tehdidin, özellikle yoksul ülkelerde toplumsal huzursuzluk ve silahlı çatışma riskini artırabileceği öngörülüyor.
Türkiye'nin iklim kriziyle mücadelesiTürkiye 2016'da taraf olduğu ve ülkelerin kendi iradeleriyle belirlediği ulusal katkı beyanlarının küresel ısınmayı iki derecenin, mümkünse 1.5 derecenin, altında tutmayı ve bu amaç için de ülkelerin ortak çalışmasını sağlamayı hedefleyen Paris İklim Anlaşmasını Ekim 2021'de imzaladı. Ardından 2053 yılında “net sıfır emisyon” hedefine ulaşacağını da beyan etti.
Türkiye, Paris İklim Anlaşması kapsamında 2016'da BM Sekreteryası’na sunduğu ve henüz hiçbir güncelleme yapmadığı Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanı’nda, 2012’de 430 milyon ton olan toplam sera gazı emisyonlarını, azaltım önlemleri ile 2030’da 929 milyon tona kadar çıkarabileceğini belirtmişti. Başka bir deyişle Türkiye sera gazı emisyonlarını azaltma taahhüdü vermemiş, iki katından fazla artırabileceğini söylemişti. Türkiye bunu yaparken, eğer hiç önlem alınmazsa emisyonlarının 2030’da 1 milyar 175 tona çıkacağını, verilen beyanla bu miktarın 929 milyon tonda tutulacağını ifade etti. Bu beyanını da “artıştan yüzde 21 oranında azaltım” olarak tanıttı. Türkiye'nin açıkladığı niyet beyanındaki referans senaryosunun gerçeğin çok üstünde olması da yıllardır iklim hareketinin ve uluslararası kuruluşların eleştirilerine yol açtı. Nisan 2021'de 40 ülkenin liderlerinin katılımıyla düzenlenen Uluslararası İklim Zirvesi'ne katılan AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan buradaki konuşmasında "Türkiye'nin Sera gazı emisyonlarında tarihsel sorumluluğu neredeyse yok" dedi ve iklim kriziyle mücadeleye "Millet Bahçeleri"ni örnek gösterdi. Aralık 2021'deki BM İklim Değişikliği 26. Taraflar Toplantısı’nda (COP26) ise sessiz kaldı. Ancak toplantının sonuç metnine katıldığını açıkladı. Dolayısıyla kömürden çıkışı da desteklediğini beyan etmiş oldu. Ancak 21-25 Şubat tarihlerinde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı himayesinde gerçekleşen İklim Şurası, sonuçları itibariyle hayal kırıklığı oldu. Şura sonucunda kömürden çıkışa dair bir karar alınmadığı gibi doğalgaz ve nükleer enerjiye destek verildi. Ülkelerin iklim politikalarını takip eden Climate Action Tracker'a (CAT) göre, Türkiye iklim kriziyle mücadele alanında "kritik derecede yetersiz" seviyesinde yer alıyor. Ankara'nın daha iddialı hedefler koymasını tavsiye eden CAT'e göre tüm ülkeler Türkiye gibi hareket ederse dünyanın dört dereceden fazla ısınması kaçınılmaz. |
(TP)