HADEP ve DEHAP dönemiyle bugünün farkları neler… Kürt siyasi hareketinin demokratik alanda geçirdiği süreç… Karadeniz’de Trakya’da olmak… Siirt’te yerel yönetimin temel sorunları… Halklar arasındaki gizli duvarlar nasıl yıkılır… Eşbaşkanlık sistemini nasıl ele almak gerekir…
Başlıklar, konular ve soruların bir kısmı.
Tuncer Bakırhan Demokratik Halk Partisi’nin (DEHAP) eski genel başkanı, 30 Mart 2014 Yerel Seçimleri’nde Siirt Belediyesi Eşbaşkanı oldu. Bakırhan ile makam odasında buluştuğumuzda bir taziyeden yeni gelmişti. Ve görüşmemizden hemen sonra da Kobanê'den cenazesi bir kaç saat önce Siirt'e gelen üniversiteyi yeni bitirmiş “Gülçin Sêrt” kod adlı Cennet Baba'nın cenaze törenine katılacaktı. Şehrin olanca ağır yükü omuzlarında bir eşbaşkanla sürece ve gelecek güzel günlere dair bir söyleşi yaptık...
Öğrenciliğinizden başlayarak politik kimliğinizle sohbete başlayalım mı?
Siyasete katılış nedenlerimden biri, oturduğum kent belirleyici oldu. Ailede babam siyasetle aktif olarak uğraşıyordu. Çevremiz politik bir çevreydi. Kars'ta 1980 öncesi birçok sol çevrenin siyaset yaptığı, ürettiği, hatta artık örgütlenmenin yerine kooperatif ve komisyonların, yoksullukla mücadele derneklerinin kurulduğu dönemdi. Kars'ta komün, birlikte yaşam ve paylaşmak temel gündemlerin başındaydı. Biz de böylesi politik bir ortamda politikadan uzak duramazdık. İlk, orta ve lise yıllarımız daha çok sol görüşe sempati ile geçti. Üniversitede daha çok kimlik meselesi öne çıktı. Kürt olduğumuzu, Kürt olarak da sol, sosyalist düşünceye sahip olabileceğimizin farkına vardık. Kars'ta elde ettiğim deneyimler ve üniversitedeki arkadaşlarla birlikte buluşmamız aktif siyaset içinde yer almamı sağladı. 19 yaşında kısa süreliğine cezaevine girdim.
Uludağ Üniversitesi'nde
Bursa iktisat mezunuydunuz yanlış bilmiyorsam!
Evet doğrudur. Bursa E Tipi Cezaevinde kalmıştık. Nazım Hikmet ve arkadaşlarının bir zamanlar yattığı mahpushane. Bursa'da mesele şuydu: 80 sonrası ilk defa üniversite gençliğinde bir uyanış vardı. 80'li yılların silindir gibi ezip geçtiği halk ve gençlik hak aramanın, yeniden uyanışın, varolmanın mücadelesi içerisindeydi. Uludağ Üniversitesi de 80 sonrası mücadelenin en yoğun yaşandığı yerlerden biriydi. O dönem demokratik taleplerle yaptığımız eylemler nedeniyle gözaltına alınıp tutuklandık. Cezaevi sonrası profesyonel ve aktif olarak HEP'in (Halkın Emek Partisi) gençlik kollarında yer aldım.
1990'dan sonraki süreç tabi!
Evet. Üniversite bittikten sonra Kars'ta ilk olarak HADEP'in kurucu başkanlığını yaptım. 2000'de Kars il başkanlığı ve HADEP Genel Sekreter yardımcılığı yaptım. Bu vesileyle Türkiye'de ve Kürdistan'da dolaşmadığımız kent kalmamıştı. Çünkü örgütlenme komisyonundaydım. Daha çok tabanda, mutfakta çalışmaları yürüten, kendince bir şeyler anlamaya ve katmaya çalışan bir mücadele sürdürüyorduk. Daha sonra 2002 seçimlerinde Barış Demokrasi ve Emek bloğu listesinden Kars milletvekili adayı oldum. Seçilecek oyu aldık ve partimiz seçimlerde birinci gelmesine rağmen yüzde 10 barajına takıldık. Sonra DEHAP Genel Başkanlık süreci geldi. Zorlu ve sancılı bir süreçti. Kürt hareketinin sistemle mücadele etmesinin dışında bence kendi içerisinde en büyük kavgayı, mücadeleyi yaşadığı bir dönemdi. Kürt hareketinin neredeyse parçalanacağı ve bölüneceği bir süreç yaşandı.
Demokratik alana müdahale
Sanki o dönemde resmi olarak öyle bir beklenti ve hesap da var mıydı?
Beklenti de vardı! Bir taraftan aday olamayan kişilerin karşı duruşu ve örgütlenmesi, uluslararası güçlerin daha esnek liberal bir PKK arayışı, buna uygun aktörler hazırlamaları, bu aktörlerin de siyasete “yatması” hem illegal, hem legal alanda karşılığını buldu. Sistemle amansız bir mücadele, bunun yanında içte de, çok ciddi bir iç mücadele ve bölünmenin planlandığı bir süreçte genel başkanlık yaptım. Yaşımız çok gençti, tecrübesizdik. Eksik, yetmezliklere rağmen yanımızdaki tecrübeli, birikimli ve deneyimli arkadaşlarla süreci götürmeye çalıştık. Hiç rahat bir süreç değildi.
Zor yıllardı yani!
Tabi, tabi. Ateşkes sürecinin devam ettiği bir süreçte, sistemin bütün gücüyle legal ve demokratik alanı tasfiye etmeye çalıştığı, uluslararası güçlerinde aynı şekilde sistemle birlikte yer aldığı bir süreçti. DEHAP'ın şöyle bir farkı vardı. Daha çok, genç, dinamik ve nitelikli kadro diyebileceğimiz bir yapı vardı. Profesyonel çalışan kadınlar, gençler, 24 saatini mücadeleye ayıran ve bütün işi gücü mücadele olan bir partiden söz ediyoruz.
HADEP ve DEHAP
Bu 20-25 yıllık zaman dilimi içerisinde Kürt siyasal hareketinin legal örgütlenmeleri değişik isimler altında örgütlendi. Bugün kime sorarsanız hala insanların beyninde HADEP ve DEHAP isimleri var, bunu neye bağlıyorsunuz?
Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) Kürtlerin beyninde yer edinmiş bir parti. HEP ve DEP'in karma ve ömürlerinin az olması, HADEP'in daha çok, kitlesel mücadele yürütmesi en büyük tabana sahip kitleye, Kürtlerin değişik çevrelerini bir arada barındıran bir partiydi ve gerçekten diğerlerinden farklı kılan bir yapıydı. DEHAP ise mücadele ve sokak partisiydi. Bugün en çok eksikliğini çektiğimiz ve en eksik yanımız. DEHAP sürekli sokaktaydı ve etkinliklerdeydi. Karadeniz'den Trakya'ya; Kilis'ten, Edirne'den, Kars'a kadar, Trabzon, İsparta'dan Çorum'a kadar ilk defa Kürt legal hareketinin örgütlendiği, tabelasını astığı, Kürtlerin dışındaki insanların yönetime girdiği bir süreçten söz ediyorum. Çatışmaların, baskıların en yoğun yaşandığı dönemde 2002, 2003, 2004 ve 2005 yılına kadar olan süreçten söz ediyoruz.
Edirne'de ve Trabzon'da olmak
Bugün için bir projeksiyon yaptığınızda, acaba on yıl sonra Karadeniz'de Kürt siyasal hareketi neden sıkıntı yaşıyor, DEHAP aksine o dönem kolaylaştırıcı bir rol oynamıştı. Bugün bunun nedeni nedir?
Aslında o döneme, 2004'lere bakıldığı zaman 10 yıl sonrası iyi okunuyor. O dönem başka şansınız yoktu. "Birlikte yaşayacağız, Türkiye'de yaşayan diğer halklar kardeşimizdir, kendimizi onlara anlatmalıyız ve gitmeliyiz düşüncesi" bugün en somut bir şekilde ortada duruyor. Arada şöyle bir fark vardı, Trabzon aynı Trabzon, bugünden daha demokrat ve daha esnek bir Trabzon değil. Ya da Trakya! O dönem parti binalarımız basılıyor ve yöneticilerimiz dövülüyordu. Tehditler vardı, Trabzon'daki temsilcilik binamız her akşam kurşunlanıyordu. Samsun'da üç günde bir, parti binamız basılıyordu. Kilis'ten Edirne'ye kadar partililerimiz saldırılara uğruyordu. Buna rağmen o dönem arkadaşlarımız, fedakârlıkla, canları pahasına o tabelaları tuttular. O dönem örgütlenme şekli küçümsenecek bir durum değil. Sistemin bizi bölgeye sıkıştırdığı, baskı ve zulümle yenmeye çalıştığı bir süreçte bölge dışındaki örgütlenmelerimiz büyük bir kazanımdı. Tabi 2004'ler farklıydı, aynı kadrolar militan bir ruhla çalışıyordu. Trabzon'da araçlar içinde yattığımızı hatırlıyorum. Erzincan'da İl başkanımız öldürülmüştü. Ölümünden sonra kimse giremiyordu Erzincan’a. Kimse bizi misafir edemediği için üç gün araç içinde yatıp kalktık. Polisler insanları ürkütüyordu ve insanlar bize selam vermekten korkuyor, çekiniyordu.
Geçmişteki çalışmayla şimdiki arasında fark var
O günler için muhalefetin, muhalif olmanın masumiyeti ve direngenliği diyebilir miyiz bu duruşa! İktidar olmak biraz daha sistemle uyumluluğu mu çağrıştırıyor.
Evet aynen tam da öyledir.O dönem parlamentoda temsiliyetimiz yoktu. Belediyelerde istediğimiz yerde değildi. O dönem herkes militanca aldığı sorumlulukla görevini yerine getirmeye çalışıyordu. Arkadaşlarımız beş parasız bir şekilde çalışmalarını yürütüyordu. Ama meyveleri de alınıyordu. Belki söyleyeceklerim iç eleştiri olacak, ama kimse yanlış anlamasın, şimdi bu kadar rahat olmamıza rağmen, her yerde kurumlarımızın olduğu bir ortamda herhangi bir kentte, örgütlenmeyle ilgili arkadaşlarımız 3, 5 gün bile kalmıyorlar. Daha çok kimi merkezlerde biriken bir kadro, merkezlerden yönlendirilen ve yöneten anlayış, daha çok örgütleneceği örgütlenmesi gereken yerde yapılanlar ters. Dolayısıyla geçmişte yaşananlar ile şimdiki çalışma sistemi arasında fark var.
Demokratik alan
Sayın Öcalan'da İmralı görüşmelerinde bu noktaya parmak basıyor gibi...
Evet. O dönem daha çok kırsalda bulunan arkadaşların değerlendirmelerinde şöyle deniliyordu, 'Dağda mücadele etmek kolaydır. Legal demokratik alan daha zordur' diyorlardı bu doğru bir tespit. Çatışmasızlık süreci ve bekleme durumu söz konusu olduğu bir dönemde, sistem tüm gücüyle legal alanlara yükleniyordu. Tabi bunun verimi alındı, binlerce kadro oluştu. Cezaevinden çıkan arkadaşlar çalışmalara dâhil oldular. O dönemin inanç ve kararlılığı sistemi çok korkuttu. Yeni arayışlara sevk etti. İktidar yanlısı basın eliyle, genç, profesyonel çalışanlar yerine; “demokrat, liberal insanlar Kürt siyasetinde almalılar, bunlar sorunu çözer” mantığını sürekli işliyorlardı.
Kanımca bizde bu duruma biraz kandık gibi. Bir taraftan ipin ucu bırakılınca genç arkadaşların her biri bir yere savruldu. Dolayısıyla Kürt siyasi hareketi profesyonel çalışma tarzı yerine, daha çok, imkânları yerinde olan, emekli maaşı olanların çalıştığı bir yapıya dönüştü. Yani birikimli genç ve dinamik kadrolar yerine, orta yaşlı ve orta sınıflı bir profil bize kaldı.
Biraz da "tuzu kuru" orta sınıf diyebileceğimiz bir yapı mı?
Evet. Orta yaşlı ve orta sınıf, ununu elemiş, eleğini asmış bir profille başbaşa kaldık. Bu dönem o sancıları çekiyoruz. Kadro bulmadaki sıkıntıların nedenlerinden biri budur. Dünyanın her yerindeki organizasyonlar böyledir. Örneğin altyapısı olmayan futbol ya da basketbol takımı bir üst lige çıkamaz. Takım ligde iddialı olabilir ama taşıma su ile dışarıdan futbolcu getiren takımların başarısı günübirlik ve anlıktır. Başarıları geçici olur. İşte o dönem ciddi bir altyapı vardı. O dönem kadrolar gidip de Kars'ta, Siirt'te il başkanlığı yapabiliyordu, ya da İstanbullu bir arkadaş Van'da il yöneticisi olabiliyordu, kimse bunu sorgulamıyordu. Zaman geçtikçe daha çok yerel değerlendirme ve talepler, yerelden olmayanların eleştirildiği, tartışıldığı sadece yereli ile sınırlı kalan, yerelin geleceğinde rol oynamak isteyen çevrelerin manevra alanı bulduğu bir süreç yaşadık. Tabi partiler arası bir ayrımdan ziyade, DEHAP güç, emek ve fedakarlıkla bayrağı devir etti.
KCK operasyonları
Sanırım 2009'daki KCK tutuklamaları da süreci bu yönüyle etkileyip tetikledi mi?
2005'lerde genç dinamik yapının tasfiye edilmesi istenmişti. 2009'da tekrar söz ettiğim orta sınıf ve orta yaş grubuyla bu işin yürümeyeceği anlaşılınca; tekrardan 2003-2004 ruhuna benzer bir yapılanmaya gidildi. Çeşitli alanlarda örgütlenen, siyasete kan kazandıran ve siyaseti geliştiren bir tarz benimsendi. Dikkat edin sistem KCK operasyonlarını o alana yönlendirdi. 2005'tekinin benzeri 2009'da tekrar yapıldı. KCK operasyonları kapsamında cezaevine girdik, sonrasında çalışmalara tekrar aktif olarak katıldık. DTP Genel Başkan Yardımcılığı yaptım.
Belediye başkanlığı
Herkes Tuncer Bakırhan'ı vekil olarak görmeyi beklerken Siirt'te belediye eşbaşkan adayı olarak gösterildiniz. Sanki Siirt'in böyle bir taze kana ihtiyacı vardı. Siz nasıl karşıladınız, bekliyor muydunuz?
Hiçbir zaman belediye başkanlığı düşüncem olmadı. Teklif gelince biraz şaşırdım, hem de Siirt olunca. "Nereden çıktı" gibi soruları ben de kendime sordum. Belediye başkanlığı üretimi ile var olan, tartışılan ve yarattığı eserlerin gözle görüldüğü bir sahadır. Daha önce sürekli siyaset yapmış birisi olarak biraz zorlandım. Siyaset gidip söz söyleyen, sonra da sırtını dönüp çıkmakla biraz eş anlamlıdır.
Halklar arası gizli bir duvar
Ama sizin tarz-ı siyasetiniz de sanki biraz hep sokakta gibi değil miydi zaten! Belediye başkanı olarak da izlediğimiz kadarıyla hep sokaktasınız...
Hayatım boyunca resmi bir kurumda çalışmadım, hayatımda ilk kez böylesi bir iş ile karşı karşıya kaldım. Tabi insanlar sonradan edindikleri ile değişiyorsa demek ki öncesi hiç yokmuş. Benim için belediye başkanlığı koltuğunda oturmak bir şey değiştirmedi. Ben yine dediğiniz gibi halkla birlikte sokakta olan, halkla bir şeyler yapmaya kafa yoruyorum. Siirt kozmopolit bir yer. Halklar arası çok gizli bir duvar örülmüş. Sistem belediyeyi kaybedeceğini anlayınca tamamen yerel yönetimleri bir kenara atmış. Burada daha çok devlet bürokrasisi ve diğer kurumlarla devlet kendini bulmaya çalışıyor. Burada halklar arasında ciddi bir mesafe var. Beni en çok şaşırtan olay bu oldu. Ben de kozmopolit bir kentte doğdum. Belki benim avantajım şuydu, o dönem bir Azeri de, Terekeme de HADEP'te siyaset yapabiliyordu ve kimse çok garipsemiyordu. Ama burada Araplarla, Kürtler arasında çok ciddi mesafe var. Arap halkının yüzde 99'u daha çok sistem ve iktidar partilerinde yer alıyor. Kürtler öteden beri hep muhalefette yer almışlar. Dedik ki belki çalışmalar ve söylemlerimizle bu aradaki mesafeyi kısaltabiliriz. Klasik Kürt algısını onların kafasında yıkarız. Biraz yakınlaşırız, acılarımızı dertlerimizi ortaklaştırırız, kardeşleşiriz. Bizim farklılıklarımız onlar tarafından saygı ile anlayışla karşılanır. Demokratik bir Türkiye'yi birlikte kurarız, yoluyla davrandık.
Dışarıdan göründüğü kadarıyla sanki Siirt'in demografik yapısı hayli değişmiş gibi! 1980'li yıllarda bir süre Siirt'te çalıştım, o yıllarda ticaret de, bürokrasi de, siyaset de Arap nüfusun elindeydi. Sanki şimdi denge Kürtlerin lehine değişmiş gibi mi? Siirt'teki değişimi nasıl görüyorsunuz? Kürtler, bu çok kimlikli ve çok kültürlü yapı içinde ortak bir yaşam kurgulayabilecekler mi? Belediye başkanı olarak siz dâhil!
Siirt yoğun bir göç aldı. Arap nüfustan parası olan dışarıya yatırım yaptı. Bugün haliyle nüfus yoğunluğu Kürtlerin elinde, yüzde 75-80 oranında demografik olarak Kürtler bulunuyor. Kürtler hep hizmet sektöründe çalışıyorlar. Muhafazakâr ve ırkçı bir bürokrasi ve siyasi aktörlük Arapların lehine var. Kendi kimliği ile ne kadar yetenekli olursan ol kesinlikle Türkiye'nin her yerinde bir şey olabilirsin ama Siirt'te bir şey olamazsın. Beni şaşırtan bu oldu. Burada siyasete yön verenlerin biraz Kürt karşıtı olmaları bunun en temel sebeplerinden biri. Hala Kürtlerin kimlikleriyle var olmasını; onlara layık ve hak olarak görmeyen bir siyasi anlayış var burada. Kendi olmayan Kürt bürokraside ve siyasette var. Ama kendi olan Kürt bu alanlarda yok.
Bizim elimizde olan yerel yönetimlerin dışında, Kürtlerin başka bir alanda var olma şansı yok. Ticaret ve ekonomi de aynıdır. Burada büyük ihaleler, partimize oy veren birine verilmez. Devlet ihalelerini alanlar ya Kürt olmayanlardır ya da her şeyi ile sisteme hizmet edenler Kürtlerdir. Bu hiç bir yerde böyle değildir.
Bürokrasideki hegemonya
Bu durum, yönetici olarak sizi de zora sokmuyor mu?
Tabi, elbette İstanbul'da bir belediyeye mesela Esenyurt'a gidin en önemli mevkilerde gidin bakın Kürtler vardır. Ama Siirt'te öyle değil. Önce bir süzgeçten geçiriliyor sonra bürokrasiye konuluyor insanlar. Bu da ciddi bir rahatsızlık yaratıyor.
Peki bu blokajın derinlerdeki hikâyesi nedir sizce.
Burada Tillo (Siirt’in merkeze bağlı bir ilçesi) hegemonyası var. Çok derin bir örgütlenme şekli var. Partimiz dışındaki bütün aday, başkan, sendika ve odaları belirleyen lobidir. Bizim partimize kadar da elleri uzanmış mıdır tahmin edemiyorum! Bu lobi, devletten bile daha güçlüdür. Vali buraya gelir geçer ama o lobi orada kalır. Her şeye karar veren bir lobidir. Dolayısıyla böyle olunca halklar arası ciddi bir kırılma yaratılıyor. Kürtler ciddi olarak taraf tutulduğunu biliyor ve görüyor dolayısıyla kendisini ait hissetmiyor. Araplar da belediyeyi kendisinin olarak his etmiyor ve görmüyor. Biz bunu kırmaya adayız. Bugüne kadar hizmetlerde Kürt, Arap ayırımı yapmadık.
Üç dilli tabelalar
Belediye kapısında üç dilde tabelalar var, Kürtçe, Türkçe ve Arapça. Bu tavrınız, üç dilliliğiniz gündelik hayata nasıl yansıyor? O sözünü ettiğiniz derinliklerdeki lobi bu tavrınızı nasıl karşılıyor?
Sınırları kırmak ve yıkmak bizimle ilgilidir ve lehimizedir. Burada Kürtler öcü gösterilerek, yoksul emekçi Araplar, dışarıdan gelen memurlar Kürt karşıtı bir cephede toparlanmaya çalışılıyor. Biz bunun tam tersini yapmaya çalışıyoruz. Üç dilli hizmet ile bunu hayata geçirmek istiyoruz. Üç dilli bir kreş açacağız. Yazılı görsel etkinliğimizi üç dilli yapıyoruz. Araplara ait olan, Kürtlerden farklı olan etkinliklerine katılmaya, katkı sunmaya çalışıyoruz. Bu coğrafyada bizim gibi farklı inanç ve etnik kimliklerin yaşadığın anlatmaya çalışıyoruz. Bu tabi ki yıkılacak ve kırılmak zorundadır. Kırıldıkça demokrasi ve halklar kazanacak. Bunu çok iyi bildikleri için habire kaşımaya çalışıyorlar. Burada Belediye Kürtlerin olarak görülüyor, Arap esnafı zorunlu olmadığı müddetçe belediyeye uğramaz. Belediyenin önünden geçerken dönüp bakmamaya çalışır. Tamamı için değil tabi, sözünü ettiğim o zihniyettekiler için geçerli.
Bizim halklarla bir sıkıntımız yok, bu halkı örgütleyen zihniyetlere tepkimiz var. Bütün zorluklara rağmen, bu duvarları yıkacağız. Siirt'te de bunu başaracağız. Siirt, ne Mardin'e ne de Kars'a ve başka bir yere benzemiyor. Kökleri çok derine giden bir kent. "Yeşil"lerin, İbrahim Şahinler'in; faili meçhul cinayetlerin öncülüğünü yapan derin çevrelerin örgütlü olduğu bir yerdi buralar. Geçmişteki derin yapılanmaların olduğu bir yer burası. Bu bir "derin miras" mıdır nedir. Kimi çevreler hala öyle görüyor buraları.
Türk, Kürt, Arap ayrımı yapmıyoruz
Kürt belediye başkanlığını hak edemez, alamaz ve yönetemez gözüyle bakılıyor. Tam tersine bizden bir önceki belediye Siirt'te AKP'nin elindeydi. Bir sürü sorun bırakmıştı geriye. Şimdi işçi alımında koşulları yerine getiren Arapların özellikle gelmesini istiyoruz. Çağrılar yapıyoruz, iş verirken Türk, Kürt, Arap ayrımı yapmıyoruz. Bu konuda hakka ve hukuka uygun bir yönetim uyguluyoruz. 6-7 aydır böylesi bir anlayıştan gelen bir kentte belediye meclis çoğunluğu bizde olmasına rağmen meclisteki kararları oybirliği ile alıyoruz. En ufak eleştiriyi tartışarak doğruya ulaşmaya çalışıyoruz. Bundan sonra da o siyasi derin yapılar, aktörler müdahale etmese meclisimizde bütün kararlarımızı oy birliği ile alacağız. Bu Türkiye'de bir örnektir. Hatta bununla ilgili yaşadığım bir anı var, AKP'li bir belediye meclis üyemiz görüşmek istediğini söyledi. Görüştük, benden özür diledi. Bana 'sizi tanımamama rağmen, seçim döneminde hakkınızda çok kötü propagandalar yürüttüm. Ama sizin sekiz aylık uygulamanız beni tamamen utandırdı. Bu nedenle özür diliyorum" dedi. Bilmeden görmeden hüküm vermenin yanlışlığını anlatmaya çalıştık. Bu politikamız sistemi rahatsız ediyor.
6-7 Ekim olaylarında basın açıklamasına sert bir şekilde müdahalede bulunuldu ve altı insanımız yaşamını yitirdi. Batman ve Şırnak gibi illerde olaylar az kayıplarla biterken, en kanlı yerlerden biri Siirt oldu. Tam bir savaş alanı yaşandı. Korucu ve askerler sokağa indi, 80'lerde bile böyle bir şey görmemiştim. Buradaki temel rahatsızlığın üzerine gideceğiz. Onlar Kürt karşıtı bir cephe kurmaya çalışırken o duvarları ortadan kaldırıp, Arap ve Kürtlerin kardeş olduğunu, birlikte yaşamaktan farklı bir seçeneğin olamayacağını anlatmaya çalışacağız. Yaşadığımız topraklarımızın hepimizin vatanı olduğunu anlatmaya çalışacağız.
6-7 Ekim süreci
Siirt'te 6-7 Ekim eylemliliklerinde, olaylarında altı kişi hayatını kaybetti. Son bir ay içinde Kobanê ve Rojavadaki IŞİD’e karşı savaşta da Siirt 20 kayıbı ile anılıyor. Bu kadar ölümlerin ve travmaların yaşandığı bir şehirde nasıl belediye başkanlığı yapıyorsunuz? Ölümler ve hizmet üretmek ikilemi zor değil mi?
Bu durumu daha çok eşim fark ediyor. Eve gittiğim zaman eşim yine cenaze ve taziye mi var diye soruyor. Gerçekten insan psiklojosinin bozulduğu bir süreç. Hiç bir dönem bu kadar ağıtlar yakılmadı. Siirt, Kobani'ye katılımların en fazla olduğu illerden bir tanesidir. Bize yönelik baskının sebeplerinden biri de bu olabilir. Cenazenin gelmediği ve taziye çadırının kurulmadığı gün yok diyebilirim. 40 gündür cenaze kaldırmadığımız gün yoktur.
Bugün size gelirken üniversiteyi yeni bitirmiş bir genç kadın Cennet Baba’nın Kobanê'den cenazesi geliyormuş Siirt'e. Muhtemelen bu söyleşiyi bitirdiğimizde cenazeye gideceksiniz!
İnanın bazen insanın psikolojisi kaldırmıyor. Rahat uyuyamıyorsun, görüşme yaparken bile gözün farklı yerlere kayıyor. Kolay değil, ailelerimizin acılarını paylaşmak durumundayız. Tamamında bulunmalıyız. 30 yıl cezaevinde kalmaktan daha zor geliyor, bu süreç. Yoksul, emekçi derme çatma gecekonduda kalmasına, yaşamasına rağmen o onurlu aileleri gördükçe, dik duruşları karşısında eziliyoruz. Ailelerin o kadar inançlı ve bağlı oldukları görülüyor ki, insan şaşırıyor. Daha çok ailelerin duruşu bize moral oluyor. Siirt, yurtsever ve yoksul bir kenttir. Yurtseverliği nedeniyle yoksul bırakılmış bir kenttir. Dört tarafı barajdır, ama elektriği Kocaeli ile aynı fiyata kullanıyor. Hatta kaçak oranı da yansıtıldığı için daha pahalı kullanıyor. Elektrik kesintilerinin yoğun olduğu bir yer. Petrol ve madenlerin yoğun olduğu bir yer. Bakır madeninin olduğu bir kentte sokağa çıkıp bakın, seyyar satıcılardan geçilmiyor. Günübirlik çalışmalarla karınlarını doyurmaya çalışıyorlar.
Çok yoksul bırakılan bir kent. Yolu ve yatırımı dahil doğru dürüst bir hava alanı yok. Buradaki siyasiler farklı amaçlarla uğraştıkları için Siirt büyük bir köy konumundadır. Bizde öğrendiklerimizle buradaki fotoğrafı giderebilecek şekilde yeni genç ve dinamik bir kadroyla buna derman olmaya çalışıyoruz.
Siirt'te kadın hiçbir yerde yok
Bundan sonraki projeleriniz neler?
Öncelikle katılımcılığı demokrasiyi esas aldık. Bunu önce kendi meclisimizde geliştirmeye çalıştık. Çok demokratik yapı ile çalışmalarımızı yürütüyoruz. Her hafta serbest kürsü ile halkımızı dinliyoruz. Herkes kendi alanıyla ilgili sorunlarını not ediyor, imkânlar dâhilinde sorunlara müdahale ediliyor. Muhtarlarla her ay bir gün biraraya geliyoruz. Sorunların karşılanıp karşılanmadığını birlikte takip ediyoruz. Daha çok kadına dönük projeler gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Duygu Asena "Kadının adı yok" demişti. Siirt'te kadın hiçbir yerde yok. Her alan kadınlara kapatılmış. Burada çarpık bir muhafazakârlık var. Önceliğimiz kadınların siyasal, ekonomik ve sosyal projelere katılmalarına yöneliktir. Şu anda bir proje ile uğraşıyoruz. El işini, el emeğini işleyecek bir kadınların yönettiği pazarı kurma, kadınlar pazarı kurma çalışmamız var. 56 proje ile ortaya çıktık. Bunların tümünü karşılamayı amaçlıyoruz. Sanki yeşil alan sevilmiyor, her alanı betonlaştırmak istiyorlar, ama bizde yeşil alana önem veriyoruz, bu yönlü çalışmalarımız var. Kaldırımlar işgal altındaydı, kaldırdık. 5-6 ayda burada bir belediye var, görünümü verdik.
Erkekleri resmi, kadınları eşbakan gören sistem eleştirilmeli
HDP Türkiye demokrasisine EşBaşkanlık sistemini sundu. Sizde nasıl yürüyor? İktidarı paylaşmak insan için çok zor olsa da!
Eşbaşkanlıkta kimi problemler yaşanıyor, görüyoruz. Koltuk ve iktidar öyle bir şey ki, koltuktaki kadında olsa erkekte olsa fark etmiyor. Tabi bizde yanlış bir algı oluştu. Eşbaşkanlık, eşit haklara sahip olmak demektir. Kadınlar ve erkekler açısından da her ikisini de görünür kılan, avantajlı konuma getiren bir figür görüntüsü oluşturulamadı. Bütün haklara eşit oranda sahip kişiler olarak görüyorum eşbaşkanlığı. Eşit haklara sahibiz. Yapma ve etmede aynıyız. Bizde bir problem yok. Problem olan yerlerde de ucuz hesaplar yapmaya gerek yok. Resmi ve gayri resmi ayrımı yapmamak gerekir. Bu konuda partimizi de eleştiriyorum. Erkekleri resmi, kadınları eşbaşkan olarak koyan mantık biraz eleştirilmelidir. Sanki eşbaşkanlık kadınlar üzerinden tartışılıyor gibi yürüyor. Umarım bu tablo önümüzdeki süreçte değişir, erkekler eş, kadınlar resmi olsun. Erkek üzerinden yürütülseydi daha iyi olurdu. Ama büyütülecek kadar büyük bir sorun değil. Ucuz tartışmalara girmemek gerekir. Önemli olan pratik işleyiştir. Kendimizi bir yere koyup onu yedek bir konuma koyduğumuz an problemler başlar. Sevgi ve çalışma ortamını gözetirsek hiçbir problem yaşanmaz. Dünyaya örnek olan bir projeyi ucuz tartışmalara boğmadan layığı ile götürürüz. Onbin yıllık bir egemenliği altı ayda çözmek elbette zor.
Gelecekle ilgili politik tahayyülleriniz hem bir politik şahsiyet olarak hem de Siirt belediye başkanı olarak; Kobanê'de yaşananlar ve süreçle ilgili olarak yaşananları da katarak düşüncelerinizi alıp söyleşimizi bitirelim.
Kürtler açısından on yıllardır gelecekle ilgili tahmin çok zordu. Çünkü sürekli ezilen her an başına ne geleceği belli olmayan süreçler yaşadık. Örneğin Saddam'ın kafası bozulduğunda Halepçe katliamını yaptı, Esad Kürtler örgütlendiği zaman farklı yerlere sürgün ediyordu. Türkiye ise baskı ve zulüm politikaları uygulardı. İlk defa Kürtlerin geleceğini tahmin etmek bu kadar kolay ve görünür oldu. Belki yarını tahmin etmemiz zor ama Kürtlerin 10-20 yıl sonrasını tahmin etmek yarınımızdan daha kolay. Kürtler yüzyıldır ilk defa böylesine kenetlenmiş, bütün duygusu, düşünce ve gücü, pratiği ile var olmaya çalışıyor.
Kobani'den Cizre'ye, Siirt'ten Kars'a kadar. İlk defa Kürtler uluslararası kamuoyu tarafından doğru algılandı ve algılanmaya devam ediyor. Muhafazakâr ve faşizan yönetimlerin sürdüğü bir bölgede Kürtler sekülerdir. Arab'ı, Süryani'si ve Ermenisi’de kendi soydaşlarının yanında göremediği itibarı Kürtlerin yanında görüyor.
Her eve gidin öyledir. Cizir ve Kobani kantonuna gidin, savaşanlar sadece Kürtler değildir. Bu durum uluslararası güçler tarafından iyi göründü ve okundu. Bu da kendimizi anlatma ve tanıtmada iyi oldu. Çünkü konsept sorunu yaşıyorduk. Kürt siyasal partiler ve hareketleri ilk defa siyası kaygıları bir kenara bırakıp ortak mücadele ediyorlar, bu çok önemlidir. Mahabat'ı gördük, 30 yıldır Türkiye'deki mücadele sürecinde Kürt partilerinin ortaya koyduğu pratik ortadadır.
Rojava düne kadar kendi içinde boğdurulmaya çalışılırken, izleniyordu. Bu da Kürtlerin ittifakı ve birliği konusunda önemli bir gelişme. Kürtleri yok sayan dört parçadaki hükümetler çok iyi biliyor ki, yalan yanlış, oyalamaya, aldatmaya dönük siyasetin karşılığı artık Kürtlerde yoktur. Kobani'deki Türkiye'nin tavrı ve ona karşı 6-7 Ekim'de yaşanan olaylar devletin yeni bir politika yürütmesine sebep olmuştur. Olacaktır demiyorum, olmuştur diyorum çünkü başka şansları yok.
Bu nedenle Kürtlerin geleceği, bütün eksikliklere, acılara rağmen olumlu olacağını, önümüzdeki on yılların Kürtler açısından en kazançlı dönem olacağını söylüyoruz. Kürtlerin uluslararası kamuoyunda hak ettikleri yeri bulacağını, Kürtlerin tek parça olmasa bile yaşamış oldukları bölgelerdeki sınırların sonuna kadar gevşediği, dört parçadaki yönetenlerin de zorunlu olarak Kürtler arası ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkilerin gelişmesine hep birlikte tanıklık edeceğiz.
Bu defa Kürtler "Sen bilirsin" diyebilir
Kazanımlar derken sınırların ortasında bayrak dikilmiş bir durumdan söz etmiyorum. Aslında o da olabilir. Ama ona denk gelecek kazanımlardan söz ediyorum. Dolayısıyla hükümetin son dönemlerdeki yaklaşımları, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yere düşmüş ve sersemleşmiş bir insanın o arada ağzından çıkan kelimeler gibi söylediklerinin neye hizmet ettiğini, konuştuğu şeylerin Türkiye Cumhuriyeti politikası olmadığını artık herkesin anlaması lazım.
Böyle bir politikayı Kürtler kabul etmez. Bu defa Kürtler "hadi hoşça kal" diyebilirler. "Sen bilirsin" diyebilirler. İlk defa Kürtler Türkiye'de "siz bilirisiniz" demek durumuna geldiler. Bu çok önemli bir gelişmedir. Bugüne kadar “aman ha!” deyip dört elle sarılıp, başımıza inen tokatlara, ağzımızdan alınan lokmaları görmemezlikten gelip "aman ha yürüsün, lütfen bizden kaynaklı olmasın" diyen Kürtler "Siz bilirsiniz" noktasına geldi.
Bugün "siz bilirsiniz" dediğimiz insanlar oturup doğru düşünüp, Ortadoğuda'ki gelişmeleri iyi okuyup, Kürtlerle dostça, kardeşçe, yüzyıllarca bir arada yaşayacakları bir planlama ile üzerinde çalışmaları gerekiyor.
Hükümetin bu kadar agresif olmalarının nedeni geleceği iyi okumalarından kaynaklıdır. İyi okuyorlar ama gelecek konusunda yapmak istedikleri bugüne kadarki ırkçı, şoven politikalarına ters geldiği için sindiremiyorlar. Onlar da Kürtlerin yolunun nereye gittiğini çok iyi biliyor ve farkındalar. Bunu görmemek için kör olmak gerekir. 6-7 Ekim biraz bunu göstermiştir. Umarım iyi şeyler olur ve süreç artık tek taraflı ve oyalamaya, aldatmaya dönük söylemlerle gidebilecek bir süreç değil. Birkaç AKP'lin "Kardeşiz, Müslümanız" söylemleriyle gidecek bir süreç değil. Artık somut ve net adımların atılacağı ve Kürtlerin kabul edeceği pratik bir sürece girilmesi gerekir. Gelecek yarınımız belki belli değil, ama Kürtlerin geleceği belli ve nettir. Bütün gelişmeler Kürtlerin lehinedir.
Latin Amerikalı yazar edebiyatçı Gabriyel Garcia Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık kitabından apartılarak sizce de Kürtlerin “yüzyıllık yalnızlığı” bitiyor mu?
Çok doğru Kürtlerin yüzyıllık yalnızlığı bitiyor... (ŞD/HK)
* Bu söyleşi www.tigrishaber.com'da yayınlandı.