Ukrayna’dan Afganistan’a, Suriye’den Yunanistan’a, Dağlık Karabağ’dan Malezya’ya kadar dünyanın faklı bölgelerinde çalışmış deneyimli bir gazeteci Bülent Kılıç. Agence France-Presse (AFP) foto muhabiri.
Çalışmalarıyla World Press Photo ve Visa Pour l’image’de büyük ödüle layık görüldü. Time ve The Guardian 2014’te yılın fotoğrafçısı seçti. Plutzer’e aday gösterildi.
Dünya’nın çeşitli savaş ve çatışma bölgelerinde bulundu ama sadece Türkiye’de polisten şiddet gördü ve gözaltına alındı.
2021’in Onur Haftasıydı. 26 Haziran’daki Onur Yürüyüşünü takip etmek istedi. Ancak polis onu Mis Sokak’ta yere yatırarak ve boğazına basarak gözaltına aldı. Daha sonra vereceği söyleşilerde Kılıç “Nereyse hayati tehlike atlattım” diyecekti.
Gazeteciler birlik oldu. Üç gün sonra Babıali'den İstanbul Valiliğine yürüdü. Ankara ve İzmir’de eş zamanlı eylem yaptı. Gazetecilere yönelik polis şiddetinin ve tacizinin son bulmasını istedi. Ancak son bulmadı. Bir yıl sonra 2022’de yine İstanbul’daki Onur Yürüyüşünde polis Kılıç’ın mesleğini yapmasına izin vermedi. Cihangir’de gözaltına aldı.
2021’de kendisini darp eden polislerden hem şikayetçi oldu hem de kırılan fotoğraf makinesi için tazminat istedi.
İstanbul 8. İdare Mahkemesi, gazeteciye müdahale eden polislerin ‘orantısız güç kullandığına’ hükmederek Kılıç’a toplamda 30 bin 95 TL tazminat ödenmesine karar verdi.
Ancak suç duyurusuyla ilgili başvuruda savcı Aysel Daşkıran, kimliği tespit edilen iki polis hakkında takipsizlik kararı verdi. Aynı gün Bülent Kılıç hakkında ‘görevi yaptırmamak için direnmek’ ve ‘kamu görevlisine görevinden dolayı alenen hakaret’ suçlamasıyla dava açtı.
"İnsanlar cımbızla hak arıyor"
Davada ilk duruşma yarın (26 Ekim), Çağlayan’daki İstanbul 19. Asliye Ceza Mahkemesinde. Davaya sivil toplumdan da destek çağrısı var.
İdare mahkemesi lehinde karar verse de Kılıç “Bu yargılamadan çok umutlu değilim” diyor. Örnek olarak da gazetelerden bir başka haberi gösteriyor:
İki gün önce bir haber vardı. Afyon’da bir fizik öğretmeni lisede sürekli yapılan deneme sınavı karşısında öğrencilerinin hakkını korumak istemiş. Önce kınama cezası verilmiş. Sonra sürülmüş. Valiye derdini anlatmak istediğinde de koruma ve polislerce dövülmüş. Üstüne dava açılan da fizik öğretmeni olmuş. Benimki de aynı buna benziyor.
Yargılanan, polisler değil ben oldum. Her zamanki komediden bir başka parça şimdi bu. İnsanlar cımbızla hak arıyor, haklı olmaya çalışıyor. Her şey aleni iken gözaltına alınan da, boynuna bastırılan da, yargılanan da ben oluyorum.
Dahası kamera kayıtlarında her şey gözükürken polisler çıkıp şiddete uğradığını iddia edebiliyor. Savcılık benim suç duyurumu hiçe sayıp polisleri ciddiye alabiliyor. İdare mahkemesinin beni haklı bulduğu ve tazminat ödenmesine hükmettiği kararına rağmen bunlar yaşanıyor.
Bir mahkeme benim hakkımda mağduriyet kararı verirken diğer mahkeme polislerin mağdur olduğunu iddiasını kabul edip beni yargılayabiliyor.
Dünyanın birçok farklı bölgesinde güvenlik kuvvetleriyle, eline silah almış insanlarla tartıştığım çok oldu. Ancak böyle bir şiddet ilk kez vatandaşı olduğum ülkenin polisinden geldi. Polis kendisini bu davayla aklayabilir ama bu cesareti onlara Türkiye’deki cezasızlık kültürü verdi.
Türkiye'deki bir demokrasi sorunu sonuçta. Bunu hepimiz biliyoruz. Tutuklu onlarca gazeteci varken, her gün sokakta polisten şiddet gören gazeteciler varken benim yaşadıklarım çok da önemli değil.
Ama umuyorum ki bu davadan tüm gazetecilerin lehimize bir sonuç çıkar ve bu da bir emsal olur.
(HA)