İzmir Mülkiyeliler Birliği'nin düzenlediği gezideyiz.
Unutulmuş bir şiirin mahzun dizeleri gibi hüzünle denize doğru akan o güzelim sokaklardan birinde, yorgun ve sitemkar duruşuyla karşıladı bizi Ayazma.
Yıllar ama yıllar önce düşünde sürekli Meryem Ana'yı gören küçük kızın gösterdiği yerde su çıkması üzerine, suyu Meryem Ana'nın hediyesi olarak kabul eden insanlar, oraya yaptıkları kiliseye Ayazma adını vermişler. Cumhuriyetten sonra zeytinyağı işliği olarak kullanılan ve gururlu sütunları, güzelliğinden hiçbir şey yitirmeyen alınlığı ile zamana direnen yapı, şimdilerde müze veya kültür merkezi olmayı bekliyor.
Ayazma'yı, karşısındaki mavi boyalı pencere demirlerinin arkası begonvil saksılarıyla dolu 34 numaralı evde yaşayan yaşlı teyzeye ve ikinci ayağını birinci ayağının önüne zarifçe atıp, kuyruğunun ucunu gökyüzüne savuran meraklı bakışlı kediye emanet edip yola devam ediyoruz.
Renk renk evlerin, pencere demirlerinden sarkan çiçeklerin bezediği, kıvrılıp bükülüp başka mahallelere kavuşan sokakların peşine takılıp, kentin kalbine doğru ilerlemeyi sürdürüyoruz.
Her yerde olduğu gibi hayat sokaklarda akıyor Ayvalık'ta da. Ve yine her yerde olduğu gibi, en çok çocuklar çıkarıyor sokakların tadını.
Eski taş kahvelere, Rum evlerinin görmüş geçirmiş yüzlerinde mordan sarıya, turuncudan maviye koşan renklere, yeni restore edilmiş yapıların estetik ama biraz yabancı duruşlarına baka baka, saatli caminin kentin ortasında sıkıştırılmış halinden yakınan ama yine de merkezi bir yerde, bakımlı, eli yüzü düzgün yaşamaktan hoşnut haline tanıklık ederek sahile inip, Ayvalık'ın "meşhur sakızlı kurabiyesi"ni yolluk olarak yanımıza alıp, teknemize yerleşiyoruz.
Güneş beyaz bulutların arasından sık sık başını uzatıp gülümsüyor.
Keyif bizim, denize açılıyoruz
Kendimizi serin sulara bırakacak olmanın hayaliyle, "Köy Mehmet Ağa'nın keyif bizim" ruh haliyle denize açılıyoruz.
Arkamızda Ayvalık sere serpe deniz kenarına uzanmış güneşleniyor, karşımızda Cunda Adası güzelim evlerini sahile dizmiş gülümsüyor. Tavuk Adası'ndan Maden Adası'na dönüyor teknenin yüzü, mavi bayraklı Ortunç'ta karar kılıp yemek molası veriyor. Sonra alıp bizi, Kara Ada yakınlarındaki akvaryum güzelliğinde sulara bırakıyor.
Yaz aylarının hırçınlığından sıyrılmış mavilikler dingin koynuna alıyor gövdelerimizi, bütün uzuvlarımızla yaşadığımızı duyumsuyoruz.
Cunda
Yönümüz Cunda Adası'na dönüyor sonra.
Korsanların bu güneşli kıyılarda saklanıp, zengin gemilerini soymalarından söz eden hikayeler, adanın adının bir gemicilik terimi olan cunda sözcüğünden geldiğini söylerken, Ada'yı Ayvalık'a bağlayan Türkiye'nin ilk boğaz köprüsünü anlatıyor teknedeki rehberimiz.
Ada'ya yaklaşırken, solda Taksiyarhis Kilisesi'nin çatlaklarla dolu yorgun yüzünü, tepede restore edilmekte olan yel değirmeni ve küçük şapeli seyrediyoruz.
Kıyıda rüzgarla usul usul söyleşerek sallanan kayıkların güzelliğini, denizin karaya dokunduğu çizgiyi mekan edinmiş çay bahçelerinin şiirselliği tamamlıyor.
Çay bahçelerinin hemen arkasından geçen yolun kenarına kurulmuş Taşkahve ise, Cunda şiirinin nakaratı güzelliğinde duruyor karşımızda.
Yıkım tehlikesi nedeniyle içine girilmesi yasaklanan Taksiyarhis'e bir merhaba dedikten sonra Taşkahve'de oturup, deniz fenerlerinin tanıklığında kahvelerimizi yudumluyoruz.
Sonra teknemiz bizi alıp, maviliklerde oyun çocuğu haylazlığıyla sağa sola yatarak, küçük balık sürülerinin peşinde, martı kanatlarının esintisinde Ayvalık'a götürüyor.
Otobüsümüze binip, pür telaş yollara düşüyoruz yine.
Yol boyu yeni yanmış çamların siyah köklerine canımız yanarak, arka arkaya bin bir özür sıralayarak bakıyoruz.
Hekate yeryüzüne siyah tül örtüsünü örterken ulaşıyoruz; cennetten kovulan şeytanın yeni cenneti olarak ilan ettiği Ayvalık'ta ayak bastığı yer olduğu rivayet edilen Şeytan Sofrası'na.
Bulutların ardına gizlenen güneş alçalarak gökyüzünü maviden griye, turuncudan mora boyuyorken, giderek birer siluete dönüşen adaların arasında keyifle dolaşan mavi suların kararan güzelliği, kıyılardaki teknelerin ve evlerin gözden yiten görüntülerinden boşalan yerlere gecenin siyahının hızla akışı, alıp gönüllerimizi, başka başka diyarlara savuruyor.
Sabah yine doğacak oluşunu teselli kabul etmeyerek kendi ölümünün yasını tutmaya başlayan gövdesiyle giderek siliniyor ufukta güneş.
Geride bıraktığı gökyüzünü hızla dolduruyor yıldızlar.
Dönüş yolunda, durmadan birbirine dönüşen hayat ve ölüme dair düşünmeye mahkum edilen kırılgan çocuklar gibi ellerinden tutuyoruz hüzünlü şarkıların. (Gİ/TK)