Taş kahvenin önünde denize karşı oturuyorum. Kıyıya halatlarla bağlı onlarca kayık bir yandan dalgaların değişmeyen ritmiyle sallanarak güneşin ışığında yıkanırken, öte yandan gökyüzünün mavisini kanatlarıyla savuran martılarla söyleşiyor.
Karşıda, 4-5 ağaç ve harabesiyle Tavuk Adası uzanıyor. Ada’nın önündeki iki deniz feneri sürekli göz kırpıyor gelip geçen teknelere.
Şeytan Sofrası’nın bulunduğu tepenin küt görüntüsü, yeni bir gün batımı için kendini hazırlarken, Ayvalık sere serpe güneşe uzanmış, yüzünü keyifle denize dönmüş, dinlenmekte.
Gemiler geçiyor açıklardan.
Martılar çığlık çığlığa peşinden gidiyor, balıktan dönen küçük bir teknenin.
Açık denizlerin tuzdan notalarıyla, şarkılara bata çıka ilerleyen tekne, ağlarında ölü balıkların hüznünü taşıyor. Bıçkın gözleriyle ada kedileri kıyıdaki balık sürülerini gözlerken, arka masada yaşlı balıkçıların kahkahalarla süslenen sohbeti sürüyor.
İnsan burada, Cunda Adası’nda; sarımsak taşı renginin verdiği huzurla boyalı ada evlerinin görüntüsüyle kendinden geçiyor. Evlerin taş oymalarının güzelliğiyle, kapı kollarının taşıdığı anılarla, pencere kafeslerindeki demir işçiliğinin durmadan anımsattığı insan yaratıcılığının sınırsızlığıyla, kentlerin çirkinliğinden koparak yaşamaya, gerçek anlamda yaşamaya başlıyor.
Sırtınızı sıvazlıyor güneş, saçlarınızı okşuyor rüzgar. Deniz, en güzel mavisini sunuyor gözlerinize. Arınıyorsunuz her türlü çirkinlikten. Her türlü yükten, anlamsızlıktan, sanal olandan kurtuluyorsunuz.
Kendi içinize yolculuğunuz başlıyor
Dalgalar Midilli’den Sappho’nun dizelerini taşıyor kulaklarınıza.
Zeus’un yedi kızı Musalar* gelip hiç teklifsiz oturuyor masanıza.
Kırmızı balık ağlarıyla yüklü tekneler rüzgarın sesine karışıp uzaklaşıyor kıyıdan.
Aklınız anlamsızlıktan uzaklaşıyor, yakın geliyorsunuz kendinize.
Havada yasemin kokusu, iğde kokusu, denizin kokusu, ağların kokusu birbirine karışıyor, karışıyorsunuz kendinize.
Başlıyor yolculuklarınız, adanın kışkırtan güzelliğinde.
Kendi yüreğinize gidiyorsunuz önce, kendi içinize. Kimsenin bilemediği, göremediği, sizin de yıllardır el değdirmediğiniz, kapısını çalmadığınız gönlünüze...
Geçmişe dönüyorsunuz sonra. Yaşadıklarınıza az biraz, yaşamadıklarınıza en çok da. Yaşamayıp da, gizli bir mabede dönen yüreğinizin en derininde yıllar yılı gizlediklerinize.
Çıkarıp, denizin mavisinde yıkıyorsunuz onları bir bir, güneşin sarısında kurutuyorsunuz.
Eski taş binaların merdivenlerinde, pencere kafeslerinden sarkan ada çiçeklerinde, taş döşeli ince uzun sokakların kenarında sıralanan akşam sefalarının renginde yeniden tanıyorsunuz onları. Kendinizi yeniden tanıyorsunuz.
Siz Cunda Adası’nın yaşayan güzelliğinde, kendi güzelliğinizi buluyorsunuz.
Sonra kiliseye götürüyor ayaklarınız sizi. Onun harap ve yalnız gölgesinde kendi hüznünüzü yaşıyorsunuz.
Savaşçı meleklerin çizilmiş, oyulmuş resimlerinde, balığın ağzından çıkan Yunus resminin solgun görünüşünde, duvarların birbirine hasretini çoğaltan çatlakların iç çekişlerinde kederleniyorsunuz, geçmişle birlikte.
Sahilde Afrodit'i aramak
Yan binanın her adımda çıtırdayan ahşap odalarına atıyorsunuz kendinizi. Pencere içinde bağdaş kurup ağlıyorsunuz Taksiyarhis Kilisesi’nin haline.
Sonra sahile koşup Afrodit’i** arıyorsunuz denizin köpüren yüzünde.
Hekate*** geliyor, yavaşça örtüyor siyah bir tülle yeryüzünü.
Bindiğiniz ada vapuru usul usul ilerliyor gümüşi bir geceye.
Gökte yıldızlar avuç avuç serpilmişçesine çok ve ışıl ışıl. Yakamozlar sonsuz çoğalıyor. Sonsuz çoğalıyor mehtap. Suyun üzerine vuran ay ışığı, zamansız, mekansız kılıyor gövdelerinizi.
“belki bir sabah geleceksin
lakin vakit geçmiş olacak
gönül hicran şarabından
yudum yudum içmiş olacak”
diyen ses yüreklerinize işliyor.
Duruyor zaman...
Unutulan, unutulmayan sevgilileri getiriyor yanıbaşınıza şarkının sözleri, ölüm ile tartıldığında 50 dirhem ağır gelen ayrılığın kederini bir de...
Yüzünüzü okşuyor esintisi martı kanatlarının. Ne varsa yaşadığınız, yaşamadığınız, bildiğiniz ne varsa tümden siliniyor. Bir yıldızlar kalıyor sahici olan, suların karanlığında ışık ışık, renk renk devinen Cunda’nın yansısı bir de.
Teypteki kadın sesi, rüzgara karışıp dağılıyor zamana.
Durduruyor motoru kaptan, duruyor zaman.
Parlıyor suların koynunda, martı çığlıklarıyla sarsılan Cunda... (Gİ/NZ)
* Musalar ;Zeus’un esin perisi 7 kızı
** Afrodit; Deniz köpüğünden doğduğuna inanılan deniz, aşk, güzellik, mevsimler tanrıçası
*** Hekate; gece ve büyücülük tanrıçası