Behice Boran 1 Mayıs 1910'da Bursa'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini İstanbul'da, yüksek öğrenimini Amerika'da tamamladı. Michigan Üniversitesi'nin sosyoloji bölümünü bitirdikten sonra Türkiye'ye döndü.
1946'da çevirmen Nevzat Hakko ile evlendi. 1948 yılında siyasi görüşleri nedeniyle Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'ndeki görevinden uzaklaştırıldı.
1950 yılında Türk Barışseverler Cemiyeti kurucu üyeleri arasında yer aldı ve cemiyetin başkanı oldu. Kore'ye asker gönderilmesine karşı çıkan bir telgrafı Meclise göndermesi ve aynı konuyla ilgili bildiri dağıtması nedeniyle bir grup arkadaşı ile birlikte tutuklandı.
On beş ay hapis cezasına çarptırıldı. 1953'de tekrar tutuklandı, 1954'de tahliye oldu. 1962 yılında Türkiye İşçi Partisi'ne giren Boran, 1965 seçimlerinde Urfa milletvekili olarak Meclis'e girdi.
1970 yılında Türkiye İşçi Partisi'nin genel başkanı oldu. 12 Mart sonrası 15 yıla mahkum oldu. 1971 askeri müdahalesiyle kapatılan Türkiye İşçi Partisi'ni, arkadaşlarıyla birlikte 1975'de yeniden kurarak genel başkan oldu.
12 Eylül 1980 darbesiyle TİP yeniden kapatıldı, Behice Boran da kısa bir gözaltından sonra yurtdışına çıktı.
Haziran 1981'de yurda dön çağrısına uymadığı gerekçesiyle Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Boran öldüğünde yetmiş yedi yaşındaydı. 1980 yılından beri siyasi mülteci olarak Belçika'da bulunuyordu.
Marks'la ilk tanışma
Amerika'da öğrenciliği sırasında, bir arkadaşıyla coca cola içerken yaptığı bir sohbet hayatının dönüm noktası oldu.
Yakın dostu Çetin Altan, şöyle anlatıyor.
"Sosyoloji öğreniminin derinliklerine indikçe, çeşitli yaklaşım ve yorumların büyük ölçüde varsayımlara dayanan mantığı kendisini rahatsız ediyordu. Böyle bir bilim dalının daha tutarlı bir temele dayanması gerektiğini düşünüyordu. Bir öğle tatilinde yine sınıfın çalışkanlarından bir gençle kafeteryada Coca Cola içerlerken ona sosyolojide gözüne çarpan bu tutarsızlıktan söz etmişti. Ve Amerikalı genç kendisine ilk kez Marks'tan söz etmişti. Marks'ın yapıtlarına karşı merakı böyle uyanmış ve Marks'ın görüşlerini öğrendikçe, sosyoloji teorilerinde kafasına takılan boşluklar, yeni bir boyutta tutarlı bir zincir oluşturmaya başlamıştı. Boran'ın yaşamındaki bu dönemeç noktasını kendisiyle başbaşa gün ışıyıncaya kadar konuştuğumuz çok oldu."
Bu dönemeç ona pekçok şey yaşattı.
"Bu kadar da olmaz"
1971'de tutuklu bulunduğu cezaevinden yakın dostu ve avukatı Necla Fertan'a yazdığı mektupta şöyle diyordu Behice Boran:
"Üzülmekten çok şaşırıyorum, bunca sorunun biraraya gelmesine. Bir romanda okusam, bu kadar da olmaz derim, melodrama kaçmışlar biraz derim. 64 yaşından sonra kolları sıvayacağım demek. Ama düşünüyorum da, ömrüm boyu kolları sıvamaktan öteye gidemedim gibi geliyor. Başlanıp geliştirilip, tamamlanmış bitirilmiş bir şey yok. Yarım kalmış hep. Meslek hayatım öyle, politik hayatım öyle, aile hayatım öyle. Hep bir yerde darbe yemiş, yarım kalmış. Bunun farkında değildim, hiç düşünmemiştim. Şimdi yazarken yaptım bu tespiti."
Çetin Altan'ın deyimiyle tek oğlunu dahi cezaevinde dünyaya getirmişti.
Ve Çetin Altan'a göre, "Türkiye'nin siyasal tarihinden, çöl ortasında kurumamaya uğraşan bir pınar gibi, anıtsal bir dirençle gelip geçen ve insanlığın uğradığı haksızlıklarla dövüşmeyi kendine mezhep yapmış bir kutsal insandı o."
Hayatlara bakarak karar vermek
Herşeyi yarım kalmış gibi hissetse de, seçtiği yoldan hiçbir zaman pişmanlık duymamış, yakınmadan bedel ödemiş, kararlı, mücadeleci bir kadındı o.
İlk kadın parti başkanı, parti başkanı olmaktan da öte, bir liderdi.
İnandığı gibi yaşadı.
"Kişiler hakkında nasıl mı karar vereceksin? Hayatlarına bakarak. Bir insan, yaşadığı hayatın insanıdır. Doğru bulduğumuz fikirleri öyle benimsemiş, öyle içimize sindirmiş olmalıyız ki, bunlar davranışlarımızı biz farkında olmadan dahi etkilemeli, tayin etmeli, yönetmelidir. İnsan nihayet ne kadar sosyalist olmaya devam etse de, bir gün bedeni bu fani dünyaya veda eder, ama işçi sınıfı partileri, işçi sınıfı var oldukça devam eder, gider. Sosyalist doğulmaz, sosyalist yaşanır," diyordu.
Bir sosyalist gibi yaşadı.