Behice Hanım'ı ilk 1969 yılında tanımıştım. Ayak sesleri duyulan 12 Mart Cuntası öncesinde parti yönetimi faşizmin gelmekte olduğu değerlendirmesini yaparak "Faşizme Hayır" kampanyasını başlatmıştı. Tüm parti teşkilatı seferber olmuştu. Genel Başkan Behice Boran en ön saftaydı. Ben ise 19 yaşında ODTÜ öğrencisi bir aday üye.
Derken beklenen faşizm geldi. Önce bazı sol çevreler ordunun devrimci geleneğini öne sürerek cuntanın sol bir cunta olabileceğini umut etseler de kısa sürede niteliği anlaşıldı. İlk icraatlar arasında TİP’i kapatmak vardı.
17 Mayıs 1971'de İsrail İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom kaçırıldı. Misilleme olarak o gece "Balyoz Harekatı" olarak adlandırılan operasyon ile soldan seçilmiş 100 civarında kişi gözaltına alınıp Yıldırım Bölge'ye getirildiler. Ben de o kişiler arasındaydım.
Daha sonra Sevgi Soysal’ın "Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu" kitabında anlattığı kadınlar koğuşu, bir hafta içinde erlerin berber salonundan koğuşa çevrildi. Yanyana demir karyolalarda yatıyorduk. Tuvalet dışardaydı. Gece yarısından sonra GMS'ler hareket ediyor, sabaha karşı şaşkın, uyku sersemi, paniklemiş yeni tutukluları içeri sokuyorlardı.
Behice Boran TİP yöneticilerinden Yavuz Ünal ve partililerle.
Yıldırım Bölge'nin komutanı, İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün’ün kardeşi Tevfik Türing'di. Bir gece bahçede özellikle bize duyuracak şekilde bağırarak "O Behiçe Boran o… getirin" emrini verdi.
İçerde solun her grubundan kadın vardı. Maocu'su, TİP'lisi, Kıvılcımlıcı'sı, Kurtuluşçu'su… Çoğunluk ODTÜ'lülerdeydi. Gruplar genellikle birbirleri ile anlaşamadıklarından içerde yeni gelenler kendi grupları tarafından sahipleniliyorlardı. Yine de zoraki bir detant ortamı oluşmuştu.
İçerde TİP'li olarak benden başka ODTÜ İdari İlimler'den hocam Oya Köymen vardı. Gece, ikimiz Behice Hanım'ı beklemeye başladık. Sabaha karşı kapı açıldı, Behice Hanım, bir-iki kızla getirildi. Biz hemen yanına gittik. Onun için yatak organizasyonunu sabah yapabileceğimiz için ikimiz yataklarımızı birleştirdik, sabaha kadar üçümüz birlikte yatacaktık.
Oya bana "Sen ortada yat" dedi. Böylece yatıp uyumaya başladık. Bir süre sonra Behice Hanım beni dürterek uyandırdı. "Biraz öteye gider misiniz, yataktan düşeceğim" dedi. Hemen Oya’yı dürtüp uyandırdım. İkimiz de çok mahcup bir şekilde sabaha kadar birbirimize yapışıp Behice Hanım'a diğer yatağı boşaltmaya çalıştık.
İşte Behice Hanım'la dostluğumuz böyle başladı.
Daha sonra 1 Mayıs 1975 tarihinde İkinci TİP kuruluşunda kurucu Ankara İl Yönetim Kurulu üyesi olduğumda Behice Hanım ile daha yoğun görüşme ve onu tanıyabilme olanağım oldu.
Babamın ben evlenirken "Siz solcusunuz, size kimse ev vermez, bir garantiniz olsun" diye Çankaya’da aldığı daire, Başkanımız Ankara’ya geldiğinde kalabileceği bir ev oldu. Rahat etmesi için yatak odamızı ona verirdik. Yanındaki misafir odasında da genellikle Genel Sekreter Nihat Sargın kalırdı. Biz de salonda yatardık. Ev oldukça büyüktü ve Ankara’da o dönemdeki su sıkıntısına rağmen 24 saat sıcak su ile gerçekten konforluydu.
Behice Hanım'ın seçim çalışmaları, radyo konuşmaları, diğer politik ilişkiler için Ankara’ya geldiğinde kaldığı ve görüşmelerini yaptığı ev oldukça yoğun olurdu, politik görüşmeler hiç eksik olmazdı. O zaman evli olduğum Metin Çulhaoğlu da partinin Yürüyüş dergisinin yazı işleri müdürüydü.
Onun rahatlığını sağlamaya uğraşırdım, sevdiği yemekleri yapardım. İlk geldiği günlerde sabah kahvaltısında sofraya incir reçeli koymuştum. Birden "Yıllardır incir reçeli yememiştim, anneannem yapardı" dedi ve çok hoşlandı. Her geldiğinde incir reçeli kahvaltıda olurdu.
Partili olan annem Sevinç Erdilek ile de iyi arkadaş olmuşlardı, tabii yaşları daha uygundu. Az sayıdaki yurtdışı seyahatlerinde evde annem kalır, felçli eşi Nevzat Hatko'ya göz kulak olurdu.
Behice Hanım çok iyi bir eş, anne ve ev sahibi idi. Eşi her zaman tiril tiril giyinirdi. Sabah tıraşı yapılır, ütülü gömleği, pantolonu hatta kravatı ile salonda oturur, yemekte peçetesi , çatalı, bıçağı ve salatası ile tam bir sofraya otururdu. Evine gittiğimde "Sen otur, şimdi sen benim misafirimsin" der ve iş yaptırmazdı. Çok güzel salatalar yapardı ve sırrını "sosunu çok iyi karıştıracaksın" diye vermişti.
Oldukça sınırlı ekonomik imkanları vardı, tutumlu davranırdı, emekli maaşı ile geçinirdi. Partiden para almazdı. Pazar günleri öğlen özel olarak kıyma alınır ve fırında köfte yapardı. Diğer günler eve et pek girmezdi. Bulgaristan’a davet edildiğinde annemle birlikte bavulunu hazırlarken az sayıda kıyafetinin üzerine giyebileceği açık renk bir hırkası olmadığından annem yurtdışından aldığı kalın merserize ipli, saç örgüsü desenli hırkasını ona vermişti. Dönüşte hediye etmek istemesine rağmen kabul etmemişti. O hırka hala bendedir.
Neşe Erdilek, Sevinç Erdilek ve Behice Boran tatilde.
Behice Hanım'ı dinlendirmek, ona tatil yaptırmak için 1976 yazında annemin kullandığı araba ile onu Bodrum’a Gümüşlük’e götürdük. O yıllarda bir kıyı köyü olan Gümüşlük’te önce büyük koyda bir köylünün pansiyonuna yerleştik. Daha sonra partili arkadaşların organizasyonu ile Kuzey Koyu'nda kıyıda bir sempatizanın evinde kaldık.
Neşe Erdilek, Sevinç Erdilek, Behice Boran ve Yavuz Ünal.
Yüzmeyi çok severdi, bu tatil ona çok iyi gelmişti. Bir akşam üstü deniz çarşaf gibiydi. Güneş batarken Bodrum İlçe üyesi gençler bir kayık ile koyun başından diğer uçuna kadar topladıkları şişelerin yarısına kadar su doldurup üzerin mumlar yakarak bıraktılar. İnanılmaz bir görüntüydü. Çok mutlu olmuştu. 1977 yazında da Datça’da yine annemin kullandığı arabayla gidip bir pansiyonda 15 gün gibi bir tatil yapmıştık.
1979 1 Mayısı'nda sokağa çıkma yasağına rağmen TİP İstanbul’un birçok semtinde sokağa çıkarak Taksim’e yürüme eylemi başlattı. Ben de Ankara‘dan bir gün önce gelmiş ve Merter’de bir evde birçok partili ile sessizce sabahı beklemiştim. Sabah saati geldiğinde tüm partililer kaldıkları evlerden çıkıp DİSK Genel Merkezi'nin önünde toplandı. Yüzlerce kişiydik. Başımızda Behice Boran vardı. Hani mahkemede hakim "Nereye gidecektiniz?" dediğinde, "Taksim’e" demiş ve "Çok uzak değil mi?" sorusuna "Dinlene dinlene gidecektik" diye cevap vermişti.
Önce jandarma sonra özel harekat polisleri geldi, etrafımızı çevirip hepimizi yüzükoyun yere yatırdılar. Bakmayın deyip başımızın biraz üstünden yaylım ateş açtılar, ardından önden itibaren dövmeye başladılar. Ardından otobüslere tıkıldık. Annemle Selimiye Kışlası'nda karşılaştık, çok dayak yemişti, sırtı simsiyahtı. Bir süre Selimiye Kışlası'nda kaldıktan sonra Sağmalcılar'a nakledildik.
Behice Hanım'la bu sefer aynı ranzayı paylaştık. Altta Behice Hanım üstte annemle ben yatıyorduk (yer yoktu, çift yatılıyordu). Annemle ben ranza sallanmasın, Behice Hanım uyanmasın diye hiç kımıldamadan yatmaya çalışıyorduk. İçerdekiler çoğunluk genç partililerdi ve başkanları ile birlikte olmak herkesi mutlu ediyordu. Kimsede moral bozukluğu yoktu.
Behice Hanım kişisel bakımına önem verirdi, her zaman düzenli, temiz ama mütevazı kıyafetleri ile hapiste bile gençlere örnek olurdu. Her sabah saçlarını tarar, kolonyasını sürerdi. Duruşmaya gideceğimiz zaman saçlarının uzadığından ve biçimsiz olduğundan yakınınca o zamanlar tırnak makası ile kendi saçlarımı kesmekte ustalaştığım için kendisine de saçlarını kesmeyi önerdim. Saçlarını bana teslim etme cesaretini gösterince polis kadınlardan küçük bir tırnak makası almayı başardık ve avluda saçlarını düzelttim.
Behice Boran oğlunu, Dursun Hatko’yu, 1950'lerde Barış Davası'ndan uzun yıllar yattığı hapishaneden bir iki ay izin alarak doğurmuştu. Melih Cevdet Anday‘ın yazdığı, Ruhi Su’nun söylediği Dursun Bebek ninnisi, oğlu için yazıldı.
Merhaba Dursun bebek merhaba/İşte su/İşte ışık/İşte hava/İşte Dursun bebek bizim dünya
Dandini dandini dastana/Dursun bebek uyusun/Uyusun da aman çabuk büyüsün/Danalar girmiş bostana
Daha neler var neler var daha/İşte kundak/İşte hapis/İşte kavga/İşte Dursun bebek bizim dünya
Dandini dandini dastana/Bostana girmiş danalar/Böyle tosunlar doğursun yarına ninni/Bizim aslan gibi analar.
1950'lerde ve 12 Mart faşizminde demir parmaklar arkasına konan Başkanı'mıza annem hapishane anılarını, kendisini en çok etkileyen anısını sorduğunda şunu anlatmıştı. “Hapishanede yaşım nedeni ile koğuştaki küçük çocuklar bana 'anneanne' derlerdi. Bir gün 3-4 yaşlarında bir oğlan bana geldi, eteğimi tutarak beni avluya götürmeye çalışıyordu. Avluda duvar dibinden fışkırmış küçük bir otu göstererek ‘Anneanne ağaç bu mu’ diye sormuştu."
Behice Boran ve Sevinç Erdilek
Behice Boran kişilik olarak duyarlı, duygulu, biraz çekingen ama dirençli, cesur, inatçı, titiz, araştırıcı bir kadındı. Bir liderdi. Türkiye’nin en önemli sosyologlarından, düşün insanlarından ve siyasetçilerinden biriydi. Bir komünistti. Ve benim Başkanımdır.
Behice Boran hakkındaİlk, orta ve lise öğrenimini İstanbul'da, yüksek öğrenimini ABD'de tamamladı. 1946'da çevirmen Nevzat Hatko ile evlendi. 1948'de siyasi görüşleri nedeniyle Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'ndeki görevinden uzaklaştırıldı. 1950 yılında Türk Barışseverler Cemiyeti kurucu üyeleri arasında yer aldı, cemiyetin başkanı oldu. Kore'ye asker gönderilmesine karşı çıkan bir telgrafı Meclise göndermesi ve aynı konuyla ilgili bildiri dağıtması nedeniyle tutuklandı. 1953'te tekrar tutuklandı, 1954'te tahliye oldu. 1962'de TİP'e giren Boran, 1965 seçimlerinde Urfa milletvekili olarak Meclis'e girdi. 1970'de TİP genel başkanı oldu. 12 Mart sonrası 15 yıla mahkum oldu. 1971 darbesiyle TİP'i arkadaşlarıyla birlikte 1975'te yeniden kurarak genel başkan oldu. 12 Eylül 1980 darbesiyle TİP yeniden kapatıldı, Boran da kısa bir gözaltından sonra yurtdışına çıktı. Haziran 1981'de vatandaşlıktan çıkarıldı. Boran öldüğünde 77 yaşındaydı. Siyasi mülteci olarak Belçika'da bulunuyordu. 1 Mayıs 1910 Bursa doğumluydu. |
(NE/EMK)
* Çizim: Neşe Erdilek
Fotoğraflar: Neşe Erdilek arşivi