Nadire Mater'in Mehmedin Kitabı'ndaki askerler Kuzey Irak operasyonlarını da anlatıyordu. Aşağıda, kitabın 182. sayfasında yer alan, bu askerlerden birinin "Niye Biz" Diye Çok Sızlandık; Baktık Ki Çaresi Yok... başlıklı, tanıklığını alıntılıyoruz. Metnin tamamını okumak için tıklayın.
1976, Alanya doğumlu, lise mezunu, üniversiteyi kazandı, gitmedi. Beş oğlan, iki kız yedi kardeşin en küçüğü. 1996 Haziranı'nda, acemi eğitimi için Zonguldak Devrek'e gitti. Aralık 1997'de Beytüşşebab'tan döndü. Jandarma komando. Babası gibi esnaf.
Kuzey Irak'tayız. Albay tuvalette, helikopter de bize mühimmat getiriyor. Helikopterin pervanesi tuvaleti devirdi. Aşağısı uçurum, adam tuvaletin içinde yuvarlanıyor. Gülmekten yerlere yıkıldık. Bir gün rütbelinin biri onun tuvaletini izinsiz kullanmış, tekme tokat dövdü. 9 Mayıs'ta Kuzey Irak operasyonu için yola çıktık. Uludere'nin yanındaki Ballı taburunda birlikler toplanıyorlar.
Zaho'nun biraz soluna düşen Altıntepe karşıda görülüyor. Helikopterler, uçaklar orayı bombalıyor. Alay komutanının amacı oraya girmek, yani çok büyük bir başarı elde edip paşa olmak. Biz jandarma taburuyuz ama profesyonel değiliz. Bu işi para için yapanlar var. Bir ay önce düzenlenen operasyonda Özel Harekât sekiz şehit veriyor, tepeyi alamıyor. Kayseri Hava indirme de alamıyor, kaç şehit verdiğini hatırlamıyorum.
Albay veda hutbesi okur gibi bizi topladı, "çok onurlu bir görev, Altıntepe'yi almak biz Jandarma komando alayına düşüyor" dedi. Alay komutanının helikopterle geleceğini sanıyoruz, kalıyor. Koruması olduğumuza göre, herhalde biz de kalıyoruz. Hayır, ikinci tim olarak en önde gidiyoruz. Askerler yeni, operasyon tecrübesi yok ama biraz seçmeli geldik. 300 kişi falan... Ben 2. Timde, 8. Sıradayım. İstanbullu arkadaş, "dönüşte kimler aramızda olmayacak" diye soruyordu, şehit oldu. Elini omzuma atmış, "bugün ne biliyor musun?" demişti. "Anneler günü, şimdi birileri işten çıkmış annesine çiçek veya hediye götürüyor". "Kaderimiz," dedim, "seneye inşallah!"
O sıra ayağımda romatizmal bir hastalık oldu, yürüyemiyorum. Komutana söyledim. "Hayır gideceksin" dedi. Biri geldi, sonra öğrendim tümgeneralmiş. Kimlerin sigara içtiğini, herkesin yanında ne kadar sigara olduğunu sordu. "Albayım, çocuklara sigara gönderelim," dedi. Ayağımı albaya söylemedim. Yola çıktık. Timler tek sıra halinde, beşer onar metre arayla yürüyoruz. Bir dereye ineceğiz, çıkacağız, tekrar bir dereden geçeceğiz, sonra yükselmeye başlayacağız. Sırtımda en az 40 kilo var, yürüyemiyorum.
Arkadaki arkadaş koluma giriyor. Dere çok azgın akıyor. Tek tahta var, onun üzerinden geçeceğiz. O sıra bir ses duydum, arkadaşım bir dala tutunmuş, düşüyor, aşağısı da dere. Çektim çıkardım. Önüme baktım, kimse yok, ışık yaksak görüntü vereceğiz. İlerde çökmüşler, onları bulduk. Köprüden geçerken, "çök" verildi. Çöküyorsun, ses dinliyorsun. Önümüzdeki iki yoldan birinde yüzde yüz pusu atılmış. Bize teslim olmuş bir terörist yol gösteriyor, Beytüşşebab'ın yerlisi. O pusu atıldığını söyledi. Derenin üzerindeki tahta gıcır gıcır ediyor. "Allahım yüzlerce asker var" diyorum. "Niye bana denk geldi tam köprünün üzeri." Göçse... Arkadaşıma, "bir arada durmayalım" dedim. Düşmekten korkuyorum. Köprü işi gören tahta çok dar, çanta çok ağır, denge sağlayamıyorsun. Derenin çok küçük bir kısmında çakmak yakarak geçiyoruz.
Beş metre kadar üstümüzde tepe var, tam o sıra bir karaltı gördüm. Arkadaşımı dürttüm. Karaltıyı kimseye haber veremedik. Ateş yaksan, belki de taburun yarısı gider. Daha sonra timi tekrar kaybettik. Üç patikanın hangisinden gideceğimi bilmiyorum. Arkamızda gelenlerin de kaderini tayin edeceğim. Üç patikadan ikisi bizi teröristin kucağına götürecek. Antepli bir arkadaşımız vardı, keskin nişancı. Önüme geçti, "ne korkuyorsun," dedi, " bizim de silahımız var, takip et beni". Yürüdük geçtik, ayağımda da bir şey kalmadı. Bir saate yakın gittik, telsizle konuşmamaya da özen gösteriyoruz, teröristler dinliyor. Bir metre önümü göremiyorum. O kadar karanlık... Düştüm, korktum. Yola, gecenin 8'inde çıktık, köyden geçerken dört saattir yürüyorduk. Üşüyorum, terliyorum. Sigara yasak. Köyden geçtik, zirveyi aştık.
Komutana ulaşınca terörist gördüğümü söyledim. "O zaman niye söylemedin?" dedi. "Timi kaybettik," dedim. Alnımdan öptü, "söyleseydin, daha kötü olurdu" dedi. Zirvenin altına geldik, herkes perişan... Yüzbaşı, "herkes bir tarafa gitsin" dedi. O kadar yorgunuz ki zirveye çıkarken bir adım atıyorum üç adım geri. O kadar yüksek. "Gitmiyorum," dedim, çantamı attım. Biz üç kişi bir saat uyumuşuz. Kar yağmıyor, fakat kar üstünde yürüyoruz. Öndekileri bulduk, zirveye vardık. Altıntepe'deyiz. Üç dört tane kobra helikopteri geçti, yıldız ve sim atıyor. Biz alkışlıyoruz. Tepenin uzantısında küçük bir tepe daha var, girdili çıktılı kaya... "Oraya iki tim gitsin, emniyet alsın" denildi. Komutan, "muhafız timi öne geçsin" dedi. Birerli kol halinde ilerlemeye başladık. Sekiz kişiyiz, altı kişi önde gidiyor. Piknik gibi. Tam taşın arkasındayım "çuf" diye bir şey geçti, o anda bir roket patladı. Tak, tak, tak.... Ali düştü, Muharrem düştü. Kendimizi kayanın arkasına attık.
"Yandım, ölüyorum" diye Ali bağırmaya başladı. Biz kafamızı kaldıramıyoruz. İki üç roket daha geldi. Bizimkiler ateş edemiyor, biz varız ortada. Soldaki arkadaş da açıktaydı, kalçasından vuruldu, kucağıma düştü. Çektim, atkısını yırttım, pamuk bastım, bacağını bağladım. Öndeki iki arkadaş daha canlı ama açıktalar, çekemiyorsun. Bursalı arkadaşımla aynı taşın arkasındayız. Onda bixi var, bende de roket ama, roketi atmak için arkasında en az 26 metre boşluk lazım, çünkü müthiş bir alev çıkarıyor. Yerim ateş etmeye müsait değil, müsait yere gitmeye çalışsam vurulacağım. Bir tek Bursalı bixi ile ateşe başladı. Sonradan öğrendik, dört bayanmışlar. Kafamızı kaldıramıyoruz. Şok... ağlayacağım. Öğle oldu, beş saat kaldık orda. Sonra iki kobra geldi, sevindik. Kobra bizim üzerimizde, onlara ateş ediyor. Kobra ateşi kesince, onlar ateşe başlıyor.
Gözü kara üç köy korucusu bir de astsubay geldi. Biz geri çekildik. Yaralı arkadaşı omuzladım. Hem çantamı hem onu taşıyorum. O sıra yaralıları almak için iki helikopter geldi. Ali'ye baktık, ölmüş. İkisi yaralı, ona sevindik. Ölen üç arkadaş bayağı canlı kaldı, biliyoruz. Bir saat zarfında alınsa kurtulma şansları olabilirdi. O gece mevzide yattık. Moral çok bozuk, iki gün sonra termal kamera gelince, yerleştiğimizi anladık. Bizim alay komutanı da geldi. Paşanın korumaları olan piyade taburu gece her kıpırtıda ateş ediyor. İki gece bizden tek ateş yok. Paşa, "beni komando koruyacak, siz işe yaramazsınız" dedi. Sevindik. Alay komutanının postası komutanın beni çağırdığını söyledi. Şanssızlıklar beni buluyor. Beni termal kameraya verdiler. "Yapamam" dedim. Nasıl kullanılacağını bilmiyorum ama termalci olduk. Termal çok ağır. İki timiz, kimi kablosunu aldı, kimi kamerayı taşıdı. Asteğmen etrafı gözetlememizi söylüyor, sonra da "sana söyledim lan" diye bağırıyor.
"Duyuyorum ya ne var," dedim, "görüşürüz senle" diyerek küfür etti. "Burası dağ başı sen bana muhtaçsın, ben de sana. Rütben bana sökmez," dedim. Gregimar tepesine vardık. O gece Gregimar'da en uçtan bir berideki mevzide konakladık. Yanda ve altta birer mevzi var. Gece ikiye kadar uyuyup termali devralacağım. Alır almaz, üç dört kıpırtı gördüm ve ateş başladı. İçimize 50 metre kadar sızmışlar. Uzman çavuş, "ateş etmeyin" dedi. Alt mevzideki uçaksavar tutukluk yaptı. Bağrışmalar duyuluyor. Bize de ateş gelmeye başladı. Ateş ediyoruz, el bombası atıyoruz. Bir saat geçti, sağdaki mevziden hiç ateş gelmiyor. Ölmüşler. Gerimizdeki mevziden bir çocuk gönderdiler, telsizle konuşmak istemiyorlar. "Kıpırdamayın, hiç bir şey yapmayın" haberi getirdi çocuk. "Sizi fark etmediler" dedi. Tam o sıra beş altı el keleş geldi bize, hemen yattık. Çocuk yeni, heyecana kapıldı, ateş etmeye başladı. Öyle bir ateş geliyor ki, bırakın ateş etmeyi, bakamazsınız bile. Bu haberci Çorumlu çocuk, teröristin sürünerek geldiğini görüyor. Taşın arasından bir ses geldi.
Çorumlu çocuk tam benim üzerime fırladı, kalkamıyorum. Boynu düştü, gitti artık, dilim tutuldu. Çorumlu bombayı görmüş, artık refleks mi, el bombasını tekrar geri atmak mı istedi, bilmiyorum. Bizi kurtardı, kendi öldü. El bombalarını atıyoruz. Sabah, onlardan ikisinin el bombasından öldüklerini öğrendik. Birini kaçırıyorlar, birini bırakıyorlar. Çorumlu çocuk paramparça, yüzü mosmor... Altı aylık bir çocuğu varmış. Onu battaniyeye sardık. Sabahın ilk ışıklarıyla geri çekildik. Sağdaki mevzide üç asker, bir uzman çavuş da şehit. O gece ölebilirsin. "Niye ben" diyorum, ağlamak sızlanmak da fayda etmiyor. Timdeki arkadaşlarım rahat, çünkü çatışmadan uzak. Ölmek istemiyorum. "Beni değiştirin" demeyi gururuma yediremiyorum. Aslında, "korkuyorum" dersen göndermiyorlar. Bir kişi demişti. Dersen yüz kızartıcı bir şey yapmışsın gibi bir imaj bırakıyorsun. Artı, herkes yaşamak istiyor. Altı şehitle Altıntepe'yi almış olduk. Operasyondan önce, bizim için Ballı'ya yüz kadar tabut göndermişler. O kadar insanı gözden çıkarmışlar yani. Orda iki gece daha kaldık. Konserve ve kutuda çayla geçti. Bir arkadaşa kız arkadaşımı anlatıyordum. O da bizim oraya gelirse ona kız ayarlayıp ayarlamayacağımı soruyordu. Ben de, "kızı mızı boş ver, sağ gidelim yeter" diyordum.
Çok üzüldüm. Beraber başlıyorsun, sen döneceksin, o dönmeyecek. Düşünüyordum, o öldü. Şu an kimse bilmiyor. Üçüncü gün tekrar üs bölgesine geldik. Bu defa da Zaho'nun üzerindeki Kantur dağına gideceğimiz söylendi. Biz muhafızdık, geride kaldık. Öğleden sonra helikopterle gittik. Çok ihtiyar bir helikopter, düşer diye korkuyoruz. Ertesi gece termali gördüler, termal, "bu tarafa saldır" der gibi açık bir yerdeydi. Termali sol tarafa götürdük. Uzman çavuş, "bu gece uyumayacağız, alabildiğiniz kadar el bombası alın" dedi. Gece iki oldu. Küçük bir tepe var, baktım üç dört kafa, termali sağa çevirdim her tarafımızı çevirmişler. Çavuş binbaşıya koştu, haber verdi, ateş başladı. Bir taraftan uçaksavar bir taraftan keleş müthiş bir ateş geliyor, çok kalabalıklar. Bizim mevzie çalışanlar ağır silah. Üç dört roket geldi. Uzman çavuş ateşi kestirdi. Yarım dakikada bir sızmasınlar diye el bombası atıyoruz. Çavuş, "el bombasının pimini çekin, yatın" dedi.
Aramızda 15-20 metre var. O mevzi düştü. Biz uçta kaldık. Arkadaşım "el bombası düştü" deyince, uzman çavuş atladı kaçtı. İkimiz kaldık patladı patlayacak bekliyoruz. Pimini çektiğimiz el bombalarını fırlattık. Biri patlamamış, sabah gördük. Bir kişi ölmüş, bayan terörist, toprağı kazdık, onu gömdük. Cebinden Antalya'da çekilmiş resimler çıktı. Bizden bir şehit, bir yaralı. Üç dört gün geçti, bir ses yok. Bu arada o kaçan uzman çavuşla sürtüşmeye başladık, yapması gereken işleri bize yaptırıyor, o uyuyor. Yüzüne bir şey söyleyemedim ama yansıttım. Termale bakarken, karanlıkta göremiyorum, üç dört yumruk geldi. Kendimi kaybettim, vuracağım, ama göremiyorum. O sinirle mevzie indim, komutanı üsteğmene şikâyet ettim, "bu adamı vururum" dedim. Gereken söylendi, rahatsız etmedi. 45 gün oldu. Onları geri gönderdiler. En son biz helikopterle Ballı'ya geldik. Operasyon bitti derken, "Cudi'ye operasyon var" demezler mi? Düşünün, hepimiz bitkin ve perişanız. Moral çok bozuk. Tuvalete gidiyorum. Üç rütbeli oturuyor, fark etmedim. Biri, "delikanlı çok artistsin" dedi. Öyle dalmışım ki, "sağ olun" dedim. "Heyt ne kadar artistsin" dedi. Konuşuyorum, ama kimle konuştuğumu bilmiyorum. Aklım Irak' ta...
İki üç tokat attı bana. "Ne oluyor lan" dedim. "Rütbeleri çıkarır dövüşürüm" dedi. "Komutanım kendinizi kanıtlamaya ihtiyacınız var mı?" dedim. Bizim taburdaki üsteğmene beni şikâyet ediyor. Bu arada, binbaşıyla konuştum, operasyona gitmedim. Beytüşşebab'a geldik, her taraf yemyeşil olmuş. Sular akıyor, cennet gibi... Herkes pırıl pırıl, yemekler güzel çıkmaya başlamış. Yeni alay komutanı gelmiş. Herkeste bir sıcaklık, özel yemekler, özel bir ilgi bana. Yatak çok güzel. O kadar gün banyo yapmamıştım, her tarafım simsiyah. Banyo yaktırdım, hiç o kadar güzel banyo yapmamıştım. Kuş gibi oluyorsun, temiz kıyafetleri giyiyorsun. Irak'ta bitlenmiştik, toprak biti berbat bir şey. Üç dört gün nöbet de yazmadılar. Bu arada, kız arkadaşım sürekli telefonla arıyor. Arayınca telefonda ağlamaya başladı. Yeni alay komutanı devamlı, "ölürseniz bir şey olmaz, vatan memleket sakarya," diyor. Yani resmen "ölün" diyordu. O kadar gözü kara ki, o geldikten sonra Beytüşşebab karıştı. Kendisi de ölüme hazırdı. İzin istedim. Alay komutanı, "yasak" dedi. Diyarbakır'da görevli bir albayın yardımıyla on beş gün izin aldım. "Bir gün bile takarsan," affedersin, "bilmem nerene bilmem ne yaparım," dedi. İzne çıkamayan arkadaşlara, "annem hasta" dedim. Yazın bizim oraların ortamı çok farklı, kız arkadaşımı çok özledim.
Öğleyin memlekete inince denize baktım, hâlâ rüyadayım. Kaç gün önce Irak'taydım. Sanki sen kahramansın bütün millet kırmızı halılar sermiş seni bekliyor. Öyle bir psikolojik durumum var. Aslında kimsenin umurunda değilim. Kız arkadaşım boynuma sarıldı bırakmıyor, hüngür, hüngür ağlıyor. O ağlıyor ben ağlıyorum. İzin bitti. Dönmek istemiyorum, 12 gün taktım. Gitmedim, "asker değilim" diyorum. Gitmem lazım, ağlıyorum. Urfa'ya teslim oldum. Mardin'de 10 gün kaldım. Birlikten her tarafa firardayım diye faks çekmişler. Firar kâğıdım imzalanmak üzereyken Beytüşşebab'a vardım. Ayağımda da çok kötü bir kan çıbanı çıktı, yürüyemiyorum. Gittiğimde, Beytüşşebab çevresinde operasyonlar oluyor. Alay komutanı çağırdı. "Oğlum sana takma demedim mi" dedi. "Çok güzeldi," dedim, "yaz ortamı, bir de nişanlıyım." Albay, doğruyu söylememe sevindi, "böyle söylemeseydin askerliğini yakacaktım," dedi. Taburun önünde nöbet tutuyordum. Bir ay sonra teskereciyim. Nöbette votka içtik. İçtimada alay komutanı, "öne çık" dedi. İşte, "bunlar vatanını satar, bilmem ne yapar nöbette uyudular" diyerek birkaç tokat vurdu.
İki gün sonra, hâlâ terlikten istirahatım var. Masada içki içerken resim çektirdik. Tekrar yakalandık, ceza. 40 gün vukuat, yani 40 gün geç gideceğiz, dayak da cabası. Daha sonra bir rütbeli Kuzey Irak'ı anlatınca komutan kâğıdı yırtmış. Son bir ay biz görevden düştük, uğraşacak mevzu arıyoruz. Bir tane ibne yakaladık. "Kim vardı ilişkiye girdiğin?" diye soruyoruz. Gece herkesi kaldırdık, tek tek "bu mu bu mu?" soruyoruz. Askerliğini yapan bir polis işin erbabı, o konuşturdu. Korkutunca, bir şekilde işkence.... Sonra, astsubayımıza aktardık. Çocuğa pembe teskere verdiler. Sivilleri giydik. Müthiş kar var, buz tutmuş. Konvoy yok, uyuyamıyoruz. Yırtarak çıkardım elbiseleri, düğmelerini falan açmadım. Gece mesaj geldi, konvoy düzenlensin. Birbirimizle sarıldık çığlık atıyoruz. Havaalanlarında kızlar görüyoruz. İstanbul'a indik, arkadaşımın ailesi sarmaş dolaş... On-on beş gün kaldım İstanbul'da. (NM)
* Mehmedin Kitabı, Metis Yayınları, 330sf.