Global krizin ne menem bir kriz olduğu, derinliği, süresi, bulaşıcılığı, kime değip kime değmeyeceği tartışmaları uzun süre gündemi işgal edeceğe benzer.
Haliyle, başta Başbakan olmak üzere, hükümet yetkilileri de bu konuda ahkamlar kesiyor ve bırakın etkilenmeyi, “fırsat” bilip yararlanılabileceğini bile ifade etmekten geri kalmıyorlar... Ve herkes, böyle dönemlerin “müneccimleri”, iktisatçılara “nereye varır bunun sonu?” türü sorular sormaya devam ediyor, edecek..
Krizle ilgili olguları, biraz da “gönlüm neyi görmek istiyorsa” diye görmek ve yorumlamak da mümkün. Buradan istenirse hem pembe senaryo, hem de kapkara bir senaryo yazılabilir; ama ihtimaller bu ikisinden ibaret değil elbette. Arada daha bir dizi farklı renkle ifade edilebilecek senaryolar var. Yine de pembe bir senaryoya şöyle başlanabilir.
Pembe senaryo
Kriz, yatırım bankacılığı adı verilen sonradan yetme, “gölge bankacılığın” marifeti. Bunların yol açtığı mortgage enkazı ve toksik maddeler, ABD’de Kongreden geçirilen 850 milyar dolarlık paketle bir süre sonra bir safra gibi alınır, özellikle mevduat bankalarına, reel sektöre sıçraması engellenir.
Kurulan varlık şirketi, bankalardan, şirketlerden, bugün para etmez hale gelen bu varlıkları, zordaki kuruluşlara da faydası olacak bir fiyattan alır ve sırtlarındaki bu kamburdan kurtulan firmalar, bankalar böylece rahatlamış olur. Piyasa değerleri yeniden yükselir, borsada bunlara olan iltifat yeniden artar. Bu kuruluşlar da yeniden kaynak aracılığına başlarlar ve faiz indirimleri gerçekleşir, yeni kaynak enjeksiyonuyla, ABD ekonomisinde, 2009’un ilk çeyreğinden başlayarak ekonomi yeniden büyümeye başlar. Üstelik Kasım seçimlerinde işbaşına gelecek olan Demokratlarla birlikte yeni bir sayfa açılmış olur. Sarsıntı geçiren firmalar birbirleriyle evlendirilir, güçlendirilir. Kriz, daha sıhhatli bünyelere de vesile olur böylece.
Yatırım bankacılığının yol açtığı sarsıntı, bir daha böyle iş kazaları olmasın diye gözden geçirilir, önlemler alınır, kamuoyu da uyarılır. Bu durum Amerikalılara bir ders olur, ölümü gördükleri için sıtmaya razı olur, yardım paketini de sineye çekerler ve hayata dönüşle beraber her şey yeniden yoluna girer. Bütçede, kurtarmalardan dolayı faiz harcamaları arttığı gibi, ABD’nin asker-polis harcamaları da budanmaktadır. Bu, ABD’yi hegemonik dünya gücü olmaktan da çıkaracaktır, artık eskisi gibi saldırganlaşamayacak, gücünü farklı kutuplarla paylaşmayı öğrenecektir. Artık tek kutuplu ABD’den oluşan dünya, Rusyası, İranı, Çini, hatta Brezilyası ile, çok kutuplu bir dünya olmaya doğru seyretmektedir ki, bu da dünya barışı ve istikrarı açısından olumlu bir gelişmedir.
ABD’deki düzelmeye paralel olarak, AB’de de 350-400 milyar Avroluk bir kurtarma paketi oluşturulur ve orada da mali sisteme bulaşmış toksik maddeler ayıklanır, özellikle reel sektöre atlaması önlenir. ABD’deki iyileşme ile birlikte, AB’de de, 2009’un ilk çeyreğinden başlayarak, ekonomik büyüme kaldığı yerden sürer.
Pembe senaryomuza göre, ABD ve AB’de kopan film, yardım paketleriyle yapıştırılıp yeniden büyüme temposu kazandıktan sonra, bu durum, bu bölgelerin en büyük tedarikçileri olan başta Çin, G.Kore, Hindistan olmak üzere Asya ülkelerini, petrol ve hammadde üreticisi başta Rusya olmak üzere BDT ülkelerini, Orta Doğu ülkelerini ve son olarak Latin Amerika ülkelerini olumlu etkiler ve buralardan yine ücret malı ürünlerin ihracatı kaldığı yerden devam eder. Kriz konjonktüründe kıymete binip içine kapanan fonlar, yeniden dünyaya açılır ve özellikle aralarında Türkiye’nin de olduğu “yükselen ülkelere” akar da akar. Özelleştirmelere büyük ilgi devam eder, Çin ve Hindistan’ın dizginlenemeyen iştahları, biraz petrol ve emtia fiyatlarını artırsa da, dünyadaki ortalama büyüme hızını yıllık yüzde 5’in üstüne bile çeker.
Pembe Türkiye
Bunun devamı olarak pembe tablomuza göre, Türkiye, ABD ve AB’deki iyileşmelerle beraber yabancı sermaye ve sıcak para girişlerinin yarıştığı bir ülke olmaya devam eder. AB’ye aksayan ihracatın da yeniden hızlanmasıyla öyle çok döviz girişi olur ki, dolar kuru, 1.20 YTL’lerden 1.10’lara doğru geriler. Kurdaki bu iniş, haliyle ithal mal girişini hızlandırır ve fiyatların biraz daha burnunu sürter; enflasyon böylece hedeflenen yıllık yüzde 4-5’lere çekiliverir ve buna paralel olarak faizler de aşağı iner, kredi kullanımı hem tüketici kesimde hem firmalar kesiminde artar, büyüme yeniden yüzde 7’lere çıkarken yatırımlar artar, istihdam hızlanır. Zaten bir istikrar abidesi olan Türkiye ekonomisine yabancıların girişi hızlanır. Kimi özelleştirme projelerine, kimi gayrimenkul yatırımlarına sökün eder, sıcak para borsaya rekor üstüne rekor kırdırır.
Büyüme ve özelleştirmelerle kamu gelirleri de hızla artar. Hükümet GAP yatırımlarını kısa sürede tamamlar . Güneydoğu’da verilen gelişme sözü tutulmuştur, sulama ile tarımsal kalkınma hızlanır, işsizlik azalır ve barış akabinde arzı endam eder. Yanı sıra diğer sulama projeleri ile tarımda büyük üretim artışları yaşanır ve Türkiye gıda üretiminde bir dünya gücü olma başarısını yakalar, özellikle Rusya ve çevresi ile gireceği ilişkilerle hem ihracat hem turizm pazarları için AB’ye alternatif bir pencere açılmış olur. Ama bu arada, Türkiye, AB ile tam üyelik yolundan uzak durmaz ve kriz koşularının güvenli limanı olduğunu kanıtlamış olmanın avantajı ile, elini daha da güçlendirir. Başbakan Erdoğan’ın krizi fırsat olarak değerlendirmiş olmaktan kastettiği de işte böyle bir şeydir!..
2009 başından itibaren yeniden hızlanan büyüme, krizden zaten ucuz sıyrıklarla kurtulmuş Türkiye ekonomisini yönetenleri haklı çıkarmış, kriz fırsata dönüştürülmüştür. Kamuoyu bu öngörüsü de doğru çıkan AKP iktidarını yerel seçimlerde kahir ekseriyetle yeniden işbaşına getirir, muhalefetin de eli böğründe kalır.
AKP iktidarı, krizi atlatan ve BOP hedeflerinin yeniden peşine düşen ABD’nin, bölgedeki en önemli müttefiki olarak eli daha güçlenmiş olarak bölgesel rolüne devam eder.
Esmer senaryo
Gelelim krizin esmer senaryosuna. Daha ilk dalgada en önemli yatırım bankalarının iflası ve dara düşmesi ile başlayan ABD’deki yaprak dökümü, Kongre’nin sancılanarak çıkardığı yardım paketine rağmen, deva bulmaz..Toplum müthiş bir hayal kırıklığı ve güven bunalımı yaşamaktadır..Derin bir kriz toplumdan uzun süre saklanmıştır, umulmadık dağlara kar yağmıştır. İstenen fedakarlığın ilk ve son fedakarlık olacağı ne malum? Ya bu da kar etmezse ?
Bu güven bunalımı ile beklenen durulma bir türlü gerçekleşmez.
Yardım paketi, bütçede iç borç stokunu katlar. Bütçenin önemli bir kısmı borçları çevirmek için yükselmiş faizlere ayrılmak zorunda kalınır. Eğitim, sağlık gibi kesimleri içeren sosyal harcamalar daraltılır. Bu zaten önemli bir gelir eşitsizliği yaşayan ABD’de hoşnutsuzlukları artırır. Obama’nın “enkaz devraldık” bahanesine tahammül kalmamıştır. Yatırım bankalarındaki toksik madde, mevduat bankalarına sıçrar ve mali sektör, onu takiben tüm hizmet sektörlerinde daralma, hızla işten çıkarmalar yaşanır. Reklam harcamaları azalır medyada sıkıntı başlar. Toplumun öfkesine medya gönüllü tercüman olur ve toplumsal muhalefet hızla yükselir, protesto yürüyüşleri, yer yer yağma hadiseleri yaşanır, asayiş, güvenlik hızla azalır, Holywood’un korku filmleri gerçek hayatta yaşanmaya başlanmıştır artık...
Güven bunalımı yaşayan Amerikalı tasarrufunu altına yöneltir, bankalardan emin olamamanın kızgınlığı hızla artar. Yükselen faizler ve daralan kredi piyasası hızla reel sektörü vurmaya başlar. Tüketmekten kaçınan toplum, iç talebi hızla daraltır, bu hem ABD’li firmaları hem de ABD’ye mal satan ülkeleri vurmaya başlar. Özellikle NAFTA içindeki Meksika ve Kanada, ABD’deki gerilimi anında yaşamaktadırlar. Meksika’da hızlı bir muhalefet hareketi boylanır ve Latin Amerika’daki radikallerle bütünleşir. ABD’ye mal satmakta zorlanan Latin Amerika’da, “ABD’siz, emperyalistsiz bir dünya da mümkün” sloganı başatlık kazanır ve kıta içi dayanışmayı artırıcı düzenlemeler hızlanır.
Rekabet gücü zayıflayan, iç pazarı daralan ihracat takati kalmayan ABD’li firmalarda yaprak dökümü başlar . Hükümet, zordaki firmaları birleşmeye teşvik etmekte, büyükler dara düşenleri yutmaktadır. Bütçede, kurtarmalardan dolayı sosyal harcamalar azalmakta, batan firmalarla birlikte binlerce çalışan işini kaybetmekte, toplumda yeni bir yoksullaşma ve işsizlik dalgası yaşanmaktadır.
ABD’deki düşüşün etkilerini anında yaşayan Avrupa’da ise , oluşturulan 350 milyar Avroluk kurtarma paketi yeterince işe yaramamış görünmektedir. AB üyeleri içinde tam bir uyum da yoktur. ABD’ye göre daha köklü bir işçi hareketine sahip olan AB’de çalışanlar uyuyan sendikalarını silkelemiş ve etkili bir dip dalga ile krizin yükünü üstlenmeyeceklerini ilan etmişlerdir. Devlet müdahalelerinin kimin için, kime fatura edilmek üzere yapıldığı yoğun biçimde sorgulanmakta, genel grev tehditleri uçuşmaktadır. Piyasa odaklı yaklaşımların iflası, bunun savunucusu parti ve çevreleri hedef tahtasına oturturken hızla, daha sosyal bir Avrupa, sloganı etrafında birleşilmekte ve krizin yükünü çalışanlar değil, sebep olan banka ve firmalar üstlensin, tavrı yükselmektedir. Avrupa’da da mali kesimden reel kesime sıçrayan kriz hızla üretim daralmalarına ve tensikatlara yol açmakta, özellikle göçmenlere karşı faşist oluşumlar palazlanmaktadır. Bu oluşumlara karşı dayanışmalar hızla örgütlenmektedir. Tüm mali sektörün, finans kapitalin kamulaştırılması, yeni bir toplumsal düzen talepleri ile ilgili talepler hızla yayılmaktadır.
Türkiye'de
Kabusa dönüşen ekonomik çalkantı, ekonomisi daha çok AB ile bütünleşik olan Türkiye’de etkisini göstermekte gecikmez. Kriz öncesi, enflasyonu kontrolden çıkan, büyüme temposu düşen, cari açığı hızla büyüyen ve iş dünyasının sızlanmalarına yol açan AKP iktidarının ekonomi politikası daha çok eleştirilmeye başlanmıştır.
Yandaşı MÜSİAD bile gelişmelerden hoşnutsuzdur. AKP’nin islami toplum projesi odaklı politikaları toplumu zaten germiş, kutuplaşmaları artırmış ve diyalog ortamını erozyona uğratmışken, bunların üstüne binen dış krizin sert rüzgarları, bir de yolsuzluk dosyaları ayyuka çıkan AKP’yi iyice zayıflatır. Ekonomik ve siyasal kırılganlığı artan AKP yönetimi, AB’deki mali sistemin çatırdamasıyla paniğe kapılır. Karanlıkta ıslık çalmak fayda etmemektedir. Türk bankalarını ve sigortacılık şirketlerini birkaç yıl içinde satın alan AB mali sistemi, yaşadığı sarsıntıyı Türkiye’ye hissettirmekte geç kalmaz.
Sarsıntı geçiren bankaların ana karargahı, çevre ülkelerden ve dolayısıyla Türkiye’deki bankasından da kaynak istemekte, Türkiye’de toplanan mevduatlar dış yatırım adı altında Avrupa’daki merkezin ateşini söndürmeye yarayacak fonlara yatırılmaktadır. Bu durum, sağlam sanılan mali sistemi kemirmeye başlar.
Dahası, çoğu Avrupa bankalarından olmak üzere, 190 milyar dolara yakın borçlanan Türk özel sektörü, borç taksitlerini geri ödemekte zorlanmaktadır. Alacaklı bankaların bazıları kredilerini geri çağırmaktadır. Türkiye, tarafsız sayılan otoritelerce de riskli ülkeler arasında sayılmaktadır. Cari açığı yani döviz eksiği yıllık 50 milyar dolara tırmanmaktadır. Bu açığı finanse edecek yabancı sermaye girişi yavaşlamış, borsaya ve devlet bonolarına yatırım yapan sıcak para da satıp çıkmak eğilimindedir. Yüksek faiz afyonuyla yatıştırılmaya çalışılan kriz hızla açığa çıkma eğilimindedir.
Büyük iflaslar henüz baş göstermese de ekonomi durgunluğa girmiş, ikinci çeyrek büyümesi yüzde 1,9’a düşmüştür. Sanayi, ihracatta teklemeye başlamış, özellikle AB’den siparişlerin kesilmesiyle fabrikalar toplu tatillere çıkmaya başlamıştır. Firmalar, ilk elde işten işçi çıkarma yolunu dener ve gerilimlere yol açarlar.
Büyümesini dış kaynak girişiyle gerçekleştiren Türkiye ekonomisinin, yeni girişler bir yana, stoktaki azalmalarla, dış kaynak ihtiyacı büyür. Açık pozisyonları kapamak isteyen banka ve firmaların döviz talebi artar. Gerilim, TL’den dövize yönelişi kamçılar. Dolar kuru önce 1.30 YTL, kısa sürede 1.40, derken 1.50 YTL bandına fırlar. İthalat pahalılaşır ve enflasyonu körükler. Yükselen kur, borçlu firmalar için kabustur. Ödeme güçlüğü içine düşenler hızla hükümetten önlemler ister, piyasaya havlu atarlar ve kriz ateşi kısa sürede mali sektöre de sıçrar.
Artık, Türkiye için de bir kurtarma paketi ihtiyacı belirir. IMF ile yeni bir anlaşmaya can atan Hükümet, IMF’den, “bir tek sen değilsin darda olan” yanıtını alır ve fazla kaynak sağlayamaz. Fiyatlar hızla artmakta, döviz kuru yükselmekte, dış kaynak girmemektedir. İç talep daralmakta, her gün bir dizi firma iflasa gitmekte, ya da çoğu yabancı büyük firmalar tarafından yok bahasına satın alınmaktadır.
İşsizlik çığ gibi büyümekte, yeni bir yoksullaşma dalgası karabasan gibi toplumun üzerine çökmektedir. Borç yükünü artan faizlerle çevirmeye çalışırken sosyal harcamaları iyice kısan hükümet, Güneydoğu sorununu öne sürerek “savunma-güvenlik” harcamalarını kısamamakta, kaynak bulmak için dolaylı vergilere abanmakta, bu da toplumun sabrını , dayanma gücünü tüketmektedir. Küçük tarım üreticileri, KOBİ’ler, memurlar, tüm çalışanlar burunlarından solumakta, işini kaybedenler isyan etmektedirler.
Protestolara, toplu gösterilere biber gazıyla cevap veren AKP iktidarına karşı muhalefet hızla artmakta, toplumsal kutuplaşma hızlanmaktadır…Gerilim doruktadır. 2009 yerel seçimlerini, başta büyük kentlerde olmak üzere kaybeden AKP iktidarı, hızla saldırganlaşmakta, Ergenekon davası, bir tür intikam davasına dönüştürülmekte, her türlü muhalefete baskı ile cevap verilmekte, kimse nereye gidildiğini, işin içinden nasıl çıkılacağını bilememektedir…
***
Kuşkusuz hayatın muhtemel seyri, pembe ve esmer renklerden oluşan bu iki senaryodan ibaret değil ve ikisi arasında çok farklı renklerle ifade edilebilecek seçenekler içeriyor. Bu iki senaryodan pembe olanını mizahi bir deneme olarak okuyabilirsiniz ama ikinci senaryoya yakın renkteki ihtimaller, ne yazık ki, daha çok tarihe geçecek gibi duruyor.(MS/EÜ)