Yeşil Ekonomi Konferansı'na katılan Avrupa Parlamentosu (AP) üyesi Alain Lipietz, yeşil politikaların eşitsizliklerin yeniden üretimi ve kapitalistlerin gezegene saldırıları sorunlarına yanıt bulması ve siyasetin küreselleşmesini sağlamanın yollarını bulması gerektiğini söyledi.
Fransa'dan AP'nin Yeşiller grubu üyesi olan Lipietz, Bilgi Üniversitesi'nde 20-21 Haziran'da düzenlenen konferansta konuşan , ekonomik krizin aynı zamanda ekolojik ve toplumsal bir kriz olduğunu vurguladı.
Yeşil Ekonomi Enstitüsü ve Heinrich Böll Stiftung Derneği'nin ortak organizasyonunun açılışında, Yeşiller Partisi'nin eş sözcülerinden Dilaver Demirağ, sürekli kalkınma ve büyümenin refah getireceği tezinin yanlışlığının son ekonomik krizle de ortaya çıktığına, çözümün yeşil ekonomik bakış açısında olduğuna işaret etti.
Konferansta özellikle Yeşiller Partisi'nden katılımcılar, "sürdürtülebilir kalkınma" kavramının kriz ve eşitsizlik üretici niteliğine sık sık dikkat çekti; doğru kavramın "sürdürülebilir yaşam" olduğunu dile getirdi. Sık konuşulan konulardan biri de, bekleneceği üzere iklim değişikliği ve ülkelerin sera gazı salımlarını sınırlamaya yönelik Kyoto Protokolü gibi uluslararası düzenlemelerin kurgularında yer alan "salım ticareti" olanaklarıydı. Yeşiller "kirletme hakkı"nı baştan kabul eden bu bakış açısının yanlışlığını da vurguladı.
Lipietz, konferansın ilk gününde, Yeşiller'in Kyoto sonrasını programlamak için sürdürülen Kopenhag görüşmeleri sürecini, insanların mutluluğu ve güvenliği için bir gereklilik olarak anlatması gerektiğini söyledi.
"Yeşil hareket milliyetçiliğe karşı çıkmalı"
Kapitalizmin ve krizlerin kısa bir tarihini anlattığı konuşmasında kapitalistlerin kendilerini sınırlayan uluslararası düzenlemelere karşı üretimlerini bu düzenlemelerin geçerli olmadığı ülkelere kaydırdığına dikkat çeken Lipietz, "Liberalizm, düzenleyici yasaların dünya çapında geçerli olmasına karşı. Bu nedenle milliyetçilik kapitalistlerin işine geliyor. Yeşiller milliyetçiliğe karşı çıkmalı. Dünya çağında ortak siyasi alana ihtiyacımız var" dedi.
İnsel: Yeşillerin yoksullarla ve kalkınmayla ilgili söylemi olmalı
Kalkınma söylemini analiz eden Prof. Dr. Ahmet İnsel de, kalkınmanın çevreye ve topluma görünmeyen maliyeti hesaplanırsa, gerçek büyüme ve Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) oranlarının çok daha düşük olduğunun görüleceğini, Yeşiller'in siyasi ödevlerinden birinin de bu maliyeti hesaplamak ve görünür kılmak olduğunu gösterdi. "Dışsallıklar" olarak adlandırılan bu maliyeti Galatasaray Üniversitesi'nde, henüz paylaşmadıkları bir araştırmaya göre yaklaşık yüzde 45-55 arasında hesapladıklarını da ekledi.
Ancak Türkiye gibi eşitsizliklerin ve toplumsal kültürde dışlamanın yaygın olduğu bir ülkede, Yeşiller'in -siyasi olarak- büyümeye ve yoksulluğa dair bir söylemi olması gerektiğine de işaret eden İnsel, Avrupa Birliği görüşmelerindeki çevre bölümünü de anımsattı. Çevreyle ilgili düzenlemelerin Türkiye'ye maliyetinin 55-70 milyar dolar olacağına dair hesaplamaları gündeme getiren İnsel, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin bu alanda "bekleme" politikası sürdürdüğünü söyledi.
Finans ve ticaret sistemi değişmedikçe yeni krizler kaçınılmaz
Birleşmiş Milletler Çevre Programı'nın (UNEP) krizle ilgili 2009 raporuna göre, 1930 krizinden çıkış için uygulamaya konan"Yeni Sözleşme/Düzen"e bir göndermeyle adlandırdığı "Yeni Yeşil Düzen" temelde üç hedef öneriyor.
Krizden çıkış, istihdam yaratmak ve toplumun savunmasız kesimlerini korumak.
Sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyümenin teşvik edilmesiyle Binyıl Kalkınma Hedefleri'ne ulaşmak.
Karbon bağımlılığını düşürmek ve ekosistemi korumak.
Ancak İTÜ İşletme Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi ve Yeşiller Partisi'nden Yrd. Doç. Dr. Ahmet Atıl Aşıcı, ekonomik ve ekolojik krizleri yaratan temel etkenin dünyadaki finansal ve ticari sistem olduğunu gösteren analizinde, bu sistemler değişmedikçe, bu hedeflere dair bir programın yeni krizler yaratacağını ve "yeşil sosa bulanmış bir Keynes''cilikten farkı olmayacağını" saptıyor. Aşıcı, krizin yalnızca enerji temelini değiştirmeye odaklanmış, yenilenebilir enerjiye geçmekle yetinen programların ekolojik-ekonomik krize çare olmayacağını vurguluyor. (TK)