Kanal İstanbul projesi genellikle ekolojik yıkım, deprem riski, İstanbul’a getireceği ek nüfus ve çarpık kentleşme gibi başlıklarla tartışılıyor. Ancak projenin bir de Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası çevre sözleşmeleri açısından doğuracağı sonuçlar var. Özellikle Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni delip delmeyeceği konuşulan bir konu.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde uzun yıllardır deniz çevresi hukuku, iklim ve çevre politikaları üzerine ders veren Prof. Dr. Nesrin Algan, konuyu bianet’e değerlendirdi. Algan, bu tartışmaları şöyle özetliyor:
“Montrö Boğazlar Sözleşmesi sadece İstanbul Boğazı’nı kapsıyor gibi yansıtılıyor. Ancak gerçekten Montrö’yü delmek için Saros’a da bir kanal lazım çünkü Montrö, İstanbul Boğazı, Marmara Denizi, Çanakkale Boğazı’nı kapsar. Yani siz Kanal İstanbul’dan Marmara’ya bir gemi geçirdiğinizde Montrö’den kurtulmuş olmuyorsunuz. Marmara’da ve Çanakkale’de de var.
Montrö’nün taraflarının bu kadar sessiz kalması mümkün değil. ‘Seyrüsefer serbestisi’ kavramı var. Literatürde ‘Türk Boğazlar Sistemi’ denir. Kastedilen İstanbul Boğazı, Marmara Denizi, Çanakkale Boğazı’dır.”
Aslında bu; kanalı savunanların, ‘Biz Montrö’yü delmiyoruz ki’ diyenlerin, işine gelen bir şey. Dolayısıyla bunu söylerken çok mutlu olmuyorum. Ama öbür türlüsü de hurafecilik oluyor.”
“ÇED’in yapılışı Bükreş Sözleşmesi’ne aykırı”
Prof. Dr. Nesrin Algan, kanalın Türkiye’nin taraf olduğu Bükreş Sözleşmesi'ni ve biyolojik çeşitliliği koruma protokollerini ihlal ettiğini hatırlatıyor.
Karadeniz'in biyolojik çeşitliliğini ve peyzajını koruma amacını taşıdığını vurguluyor. Kanal İstanbul’un ÇED sürecinin, uluslararası çevre hukukuna aykırı olduğunu söylüyor:
“Bükreş Sözleşmesi’nin 6. maddesi, Karadeniz’i etkileyebilecek projeler için, altı kıyı ülkesinin ortak kriterlere göre ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi’ yapmasını öngörüyor. Ancak Kanal İstanbul’un ÇED raporu, bu maddelerle uyumsuz olarak hazırlandı.
“6 kıyı ülkesinin iş birliğiyle yapılması gereken çevresel etki değerlendirmesi yapılmadan, projenin çevresel etkilerinin sınır aşan boyutları göz ardı edilmiş durumda. Bu, hem ulusal çevre mevzuatına hem de uluslararası yükümlülüklere açıkça aykırıdır.
“Bükreş Sözleşmesi, Karadeniz’in korunması için ortak kriterlere göre ‘sınır aşan etkilerin’ değerlendirilmesini istiyor. Ancak bu süreç yerine tek taraflı bir ÇED raporu hazırlanarak, proje hukuka aykırı bir şekilde ilerliyor. Bu bile tek başına projeye dair ciddi bir iptal sebebi oluşturuyor.
Bükreş Sözleşmesi’nin 11. maddesi, Karadeniz kıta sahanlığında kirletici faaliyetlerin yapılmasına izin vermiyor. Kanal İstanbul'un yapımı sırasında ortaya çıkacak olan hafriyatın, Karadeniz veya Marmara’ya dökülmesi durumunda, bu maddeler de ihlal edilmiş olacak.”
Anayasa’nın 90. Maddesini hatırlatan Algan, usulüne uygun yapılmış uluslararası sözleşmelerin yok hükmünde olduğunu söylüyor.
Ona göre Kanal İstanbul yapılırsa, Bükreş Sözleşmesi’nin birçok maddesi ihlal edilmiş olacak. Hatta ÇED aşamasında bile sözleşmeye aykırı hareket edilmiş durumda.
“Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne de aykırı”
Projenin sadece Karadeniz’i değil, Türkiye’nin taraf olduğu BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ni de ihlal ettiğini söyleyen Algan, özellikle Sazlıdere Barajı ve çevresindeki konut projelerinin, biyolojik çeşitliliği koruma sözleşmesi ile çeliştiğini ifade ediyor:
“Şu anda yapılanlar ‘Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne de aykırı. Sazlıdere Barajı ve civarındaki konut projeleri sözleşmeye aykırı. Çünkü sözleşme sadece endemik türleri korumayı değil, tarımsal çeşitliliği de korumayı zorunlu kılıyor.
Eğer tarım alanlarınızı iskana açarsanız, bu sözleşmeyi ihlal etmiş olursunuz. Ayrıca ekosistemleri koruma yükümlülüğü de var. Oradaki sulak alanlar ve su kaynakları, ekosistemlerin bir parçasıdır. Bunları korumazsanız yine sözleşmeyi ihlal etmiş olursunuz.
Biyolojik çeşitlilik, sadece tür çeşitliliği değil, ekosistem çeşitliliği ve genetik çeşitliliği de içeriyor. Tarımsal genetik çeşitlilik ise gıda bağımlılığı açısından çok önemlidir.
Karadeniz’in suyu Marmara’ya, oradan da Ege’ye kirlilik taşırsa, bu sefer Ege Denizi’nin de dahil olduğu Akdeniz Sözleşmesi ihlal edilmiş olur. Akdeniz’in kirlenmeye karşı korunması sözleşmesi, Akdeniz’i Cebelitarık’tan Çanakkale Feneri’ne kadar bir bütün olarak ele alır. Burada da benzer yükümlülükler bulunmaktadır. Hem kirletme yasağı hem de kıyı ülkeleriyle ortak çalışma zorunluluğu vardır.”
“Projeden etkilenen herkes karar alma sürecinin parçası olmalıydı”
Kanal İstanbul projesi, sadece çevresel ve hukuki açılardan değil, aynı zamanda karar alma sürecindeki şeffaflık ve katılımcılığın eksik kalması nedeniyle de eleştiriliyor.
Prof. Dr. Nesrin Algan, proje sürecinin başlangıcından itibaren vatandaşların ve etkilenen tüm tarafların sürecin bir parçası olması gerektiğini söylüyor:
“Projenin yapımında şeffaflık ve katılımcılığın bireye, vatandaşa inmesi gerekiyor. Bu projenin yapımından etkilenen herkes sürecin parçası olmalıydı. Hükümet tarafında hala projenin yapılıp yapılmayacağına dair çelişkili açıklamalar var.”
Yasa ve sözleşmeler ne diyor?
Bükreş Sözleşmesi:
Bükreş Sözleşmesi (Karadeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi), 1992 yılında Karadeniz'e kıyıdaş altı ülke (Türkiye, Bulgaristan, Gürcistan, Romanya, Rusya ve Ukrayna) tarafından imzalanmıştır. Temel amacı, Karadeniz'in deniz çevresini ve canlı kaynaklarını her türlü kirlenmeye karşı korumak ve iyileştirmektir. Sözleşme, taraf ülkeler arasında çevresel iş birliğini teşvik etmeyi, kirlilik kaynaklarını kontrol altına almayı, biyolojik çeşitliliği ve ekosistemleri korumayı ve çevresel etki değerlendirmesi süreçlerinde ortak kriterler belirlemeyi öngörür.
Madde 6:
Taraflar bölgedeki türleri ve bunların yaşama ortamlarını, korunan alanları ve özellikle hassas deniz alanlarını ve peyzajları önemli derecede etkileyebilecek olan proje ve faaliyetler hakkında karar alınması ile ilgili planlama sürecinde, Âkit Taraflar Sözleşmeye ve örneğin, Sınıraşan Boyutta çevresel Etki Değerlendirilmesi Sözleşmesi (25 Şubat 1991, Espoo, Finlandiya) gibi bu konudaki uluslararası deneyimlere istinaden bölgesel olarak geliştirilecek ve üzerinde uzlaşılacak olan kriterlere ve amaçlara uygun olarak öngörülen proje ve faaliyetlerin toplam etkileri de dahil olmak üzere olası doğrudan ve dolaylı, kısa ve uzun dönemli etkileri değerlendirecek ve göz önüne alacaklardır.
Madde 11:
Taraflar, Karadeniz'in biyolojik ve peyzaj çeşitliliğinin bir bütün olarak en üst düzeyde korunmasını ve caydırıcılığı sağlamak için, Karadeniz'in deniz ortamına insan faaliyetleri ve/veya kirlenme yoluyla sebep olunan zararların sorumluluğu, değerlendirilmesi ve tazmin edilmesi ile ilgili yasalarını, yönetmeliklerini ve prosedürlerini geliştirmek ve uyumlaştırmak üzere işbirliği yapacaklardır.
Anayasa 90:
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.
Nesrin Algan hakkında
Nesrin Algan, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Şehircilik ve Çevre Sorunları bölümünden de yüksek lisans derecesi aldı. 1984-1998 yılları arasında Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı (daha sonra Çevre Bakanlığı) Dış İşleri Daire Başkanlığı'nda çalıştı.
1998 yılından bu yana Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kentsel, Çevresel ve Yerel Yönetim Politikaları Bölümü'nde profesör olarak çalışıyor. Uzmanlık alanları arasında çevre politikaları, çevre güvenliği, uluslararası çevre hukuku, sürdürülebilir kalkınma, deniz çevre politikaları, iklim politikası gibi konular bulunuyor.
(HA)