İnsan Hakları Araştırmaları Ağı’nın düzenlediği Türkiye’nin İnsan Hakları Gündemi Konferansı'nın Ortadoğu’da Savaş Türkiye’de Mültecilik başlıklı oturumunun ikinci bölümünde, mültecilik statüsü, ırkçılık, çocuk, kadın ve LGBTİ mülteciler konuşuldu.
Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Didem Danış’ın kolaylaştırıcı olduğu oturumda Hazal Takmaz “Mülteci mi Sığınmacı mı? Çıplak Hayatlar, Artan Milliyetçilik ve Suriyelilerin Sosyal-Hukuksal Statüsü”, Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden A. Nevin Yıldız Tahincioğlu “Suriyeli Mülteci Çocukların Yaygın Medyada Temsili ve Irkçılık”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Zeynep Kıvılcım ile Nurcan Özgür Baklacıoğlu da “İstanbul’da Suriyeli Kadın ve LGBTİ Mülteciler: Mevzuat, Uygulama, Sorunlar” başlıklı sunumları gerçekleştirdiler.
Takmaz: Suriyeliler mültecidir
İkinci Dünya Savaşı’na dek haklar tanımlaması genellikle vatandaşlık üzerinden yapıldı. Agamben, ulusa tabiyetin doğum ilkesiyle buluştuğunu söylüyor. Mültecilerin çıplak hayatın doğrudan taşıyıcısı haline geldiği bir sistemden bahsediyor.
Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu Nisan 2013’te yürürlüğe girdi. Kanun mülteciyi “Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle…” diye başlıyor. Türkiye sadece Avrupa’dan gelenleri mülteci kabul edeceğini, Avrupa’dan gelmeyenler için de “şartlı mülteci” tanımlaması getiriyor. Ama şartlı mültecinin sahip olduğu haklar, sığınmacı ile aynı. Kaçak göçmen gibi yanlış terimler kullanılmamalı.
Mültecilik insan hakkıdır ve şartlı diyerek ayırılmamalı. Burada Suriyelilere ne diyeceğiz sorunu ortaya çıkıyor. Suriyeliler mültecidir. Devlet, geçici koruma altındakiler olarak tanımlanıyor. Bu tanım farkı uygulamada birçok haktan mahrum kalmalarına yol açıyor.
Ayrıca medyanın da katkısıyla büyük bir ırkçı söylem yayılıyor. Misafirlik tanımlaması da “veren-alan” kavramını hatırlattığı için çok problemli. Mültecileri “yardıma muhtaç” olarak tanımlamak da nefret söylemini yükseltiyor.
Tahincioğlu: Hem basında hem sokakta ayrımcılık
Gündelik yaşamda sıradan insanlar bu linç kültürüne nasıl dahil oluyorlar? 1,6 milyon Suriyeli mültecinin yarısının çocuk olduğu tahmin ediliyor. Kamp dışında yaşayan çocuklar cinsel istismara açık, zorla çalıştırılıyorlar. Sokakta ayrımcılıkla karşı karşıya kalıyorlar.
Suriyeli çocuklar basında da ya “masum, narin, çaresiz, kurban” olarak tanımlanıyor ya da eyleme giden çocuklara yapıldığı gibi “terörist, suçlu” olarak tanımlanıyor. Haber dilinde her kesime yapılan ayrımcılık Suriyeli çocuklar için de yapılıyor. Medya bu tür haberlerde “elitizmi” de öne çıkarıyor.
Basının söyleminde, “göçmenlerin iş hakkını kısıtladığı, sosyal hakları kısıtladığı, Suriyelilerin hakları çaldığı” öne çıkıyor.
18 Ağustos’ta İskenderun’da 15 yaşındaki Suriyeli bir çocuğun 10 yaşındaki İskenderunlu bir çocuğu tecavüz ettiği iddia edildi. Çocuğun tecavüze uğramadığına dair Adli Tıp raporu tepkileri engellemedi. İnsanlar sokaklara döküldü, dükkanlar yağmalandı, Suriyelilere saldırılar düzenlendi, ilçeden kovuldular. Yerel ve ulusal basında ayrımcı dilde haberler yazıldı. Haberlerde “Türklerin misafirperver, Suriyelilerin istismarcı oldukları” yazıldı.
Suriyeli çocuk tecavüze maruz kaldığında ise olay basında “münferit” olarak tanımlandı.Hatta aileleri “cahil, sahip çıkmadı” diyerek suçlandı. Hak odaklı bir dilinin ve medya okuryazarlığının yaygınlaştırılması gerekiyor.
Kıvılcım: “Heteroseksüel, yetişkin, erkek”
Suriyeli mültecilerin yüzde 77’si kadın ve çocuk. Kadınların yüzde 73’ünün pasaportu yok. Nisan-Aralık arasında İstanbul’daki kadın ve LGBTİ mültecilerle görüştük. Tabii konuşmakta çekinceleri oldu.
Yabancılar ve Uluslararası Koruma Yasası ile Geçici Koruma Yönetmeliği eril ve liberal. Hak temelli düzenlenmemiş. Kadın sadece mağdur ya da anne-eş olarak tanımlanmıyor. Kadın özne olarak tanımlanmıyor. Bu metinlerde Suriyeliler “heteroseksüel, yetişkin, erkek” olarak tanımlanıyor.
Mülteciler kaydedilirken de toplumsal cinsiyete duyarsız bir işlem yapılıyor.
Baklacıoğlu: Cinsel şiddetten korkuyorlar
Suriyeli mülteciler büyük ihtimalle geri dönemeyecekler. Ölüm ile Türkiye’de istismar arasında sıkışmış durumdalar.
Görüşme için girdiğimiz evlerin hepsi harabeydi, parsellenmiş dükkanlara 40 lira para veriyorlar, lavaboda yıkanıyorlar. Kadınların hepsi, özellikle de kız çocuğu olanlar kampa gitmekten çok korkuyorlar, yaşadıkları sokaktan dışarı bile çıkmıyorlar. En büyük korkuları cinsel şiddete uğramak.
Doktorların onlara dokunmadan muayene etmek istemediğini, eczanelerin ilaç vermediğini anlatıyorlar. Bu nedenle bazıları Suriye’den kaçak getirilen ilaçları kullanıyor.
Çalıştırılan çocukların ilk öğrendiği kelime “Çabuk, çabuk” oluyor. AFAD rakamlarına göre kamp dışında yaşayan kadınların yüzde 93’ü son bir ay içinde hiçbir gelir elde edemedi. Çalışsalar da ücretleri verilmiyor. Dilenme yoluna başvuruyorlar. (AS)