bianet'in görüşünü aldığı Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Hukuk Dairesi Müdürü Avukat Necdet Okcan, gösteri yürüyüşleri için yalnızca bildirimin gerekli olduğunu, basın açıklaması içinse hiçbir bildirimin veya iznin gerekmediğini söylüyor.
"İzinsiz gösteri ve basın açıklaması ifadeleri, hukuki değildir; yanlıştır. Anayasa'yla 'önceden izin almaksızın toplantı gösteri hakkına' sahibiz. Yani izin alma mekanizması yoktur. Ancak 'bildirimsiz' denebilir. Devletten izin alma fikriyatı yıllardır kafalara yerleşmiş durumda."
Anayasa'nın 34. maddesi, "Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir" derken, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu da, "bildirim, toplantının yapılmasından en az kırk sekiz saat önce ve çalışma saatleri içinde, toplantının yapılacağı yerin bağlı bulunduğu valilik veya kaymakamlığa verilir" diyor.
Tosun: Demokratik haklarını kullananlar "suçla" damgalanıyor
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden Doç. Dr. Gülgün Tosun da, bianet'e, bu adlandırmaların sonuçlarını anlatıyor.
"Bu haberlerle kamuoyu yanlış bilgilendirmiş oluyor. Demokratik haklarını kullananlar, izinsiz olmakla, haksızlıkla ve suçla damgalanmış oluyorlar."
"Suç işleniyor gibi bir imge yaratıldığı için, insanların yaptıklarının, söylediklerinin yerine 'suç işliyorlar' algısı öne çıkıyor. Dolayısıyla gösterinin, basın açıklamasının içi boşaltılıyor.
"Ayrıca, bu algı nedeniyle, demokratik kitle örgütleri de taraftar bulmakta zorlanıyorlar."
Vatan haini eylemci, müdahale eden vatandaş
"Bir başka şey daha var" diyor Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı ve Anadolu Ajansı (AA) muhabiri Ercan İpekçi:
"Basın açıklamasını 'illegal' olarak yapanların yanında müdahale eden 'vatandaşlardan' söz ediliyor. Açıklama yapan 'vatan haini', müdahale edenler 'vatandaş'mış gibi, ikili bir statü yaratılmaya çalışılıyor. Bu, toplumsal olayları tarafsız olarak yansıtmak yerine, daha da kızıştıracak haberciliktir."
Cumhuriyet gazetesinin editörlerinden sorumlu müdürü Mehmet Sucu da, geçen gün, Ordu'da polisin Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyelerinin basın açıklaması sırasında "izin yok" diyerek şiddet kullanmasının TGRT'de nasıl haberleştirildiğini örnek olarak anımsatıyor.
"Haber 'TKP'lileri linçten polis kurtardı' diye verildi. 'Ordu'da izinsiz yürüyüş yapmak isterken vatandaşların büyük tepkisini alan ve polisle çatışan Türkiye Komünist Partisi üyelerini linç olmaktan yine polis kurtardı' dendi."
Sucu haberi şöyle analiz ediyor:
* Yasadışı, diyerek yargılıyor.
* 'Vatandaşlar tepki gösterdi' diyor; yani, 'eylemciler vatandaş değil.'
* 'Polis il dışına çıkararak kurtardı' diyor. Bence, polis sürgün yapıyor; haber de bunu olumluyor.
"Polis Türkçesi"
"Bu durum" diyor İpekçi, "haber kaynağının, yani resmi ağızların bildirdiğine sadık kalmaktan kaynaklanıyor."
"Gazeteci, kendi inisiyatifiyle konuyu değerlendirmek yerine, aktarılan bilgiler doğrultusunda haberini sorgulamadan şekillendiriyor."
Sucu da bunu basında "Polis Türkçesi"nin yerleşmesi olarak adlandırıyor.
"Yaygın medya, haberlerini ajanstan alıyor. 'Polis Türkçesi', bunun da ötesinde bozuk bir Türkçe, ajanslar aracılığıyla yerleşti."
"Son 2 yılda bunlar çoğaldı. İktidara yakın olan medya, zaman içinde sözcükleriyle haberleri yönlendirmeye başladı diyebiliriz. Sonuçları, Türkçe'nin kötüleşmesi, yanlış bilgilendirme, bilgiyi yok etme oluyor."
Muhabir mi, editör mü?
İpekçi, "İlk kaynak olan muhabiri de suçlamamak gerek" diyor ve yazı işleri sürecine dikkat çekiyor:
"Haberi yayına sokan, tecrübeli olduğunu varsaydığımız, yasaları bilmesi gereken yayıncıları, editörleri de hesaba katmak gerek. Muhabirdeki eksikliği giderecek olan yayından sorumlu editörler var. Editoryal aşamada, polis ifadeleri, habercilik ilkeleri doğrultusunda düzeltilerek yayına verilebilir."
Sucu da editörlerin çok hassas olması, bu hataları düzeltmesi, "bir virgül, kelime üzerine çok düşünmeleri" gerektiğini söylüyor, ama ekliyor:
"Editörler günahsız demiyorum; ama bizimki haberi ilk yazanınkine göre daha azdır. Duyarlılık ilk yazandan başlayıp en son okuyana kadar devam etmeli. Her aşamada dikkatsizlik, yönlendirmeye yol açacak boşvermişlik var. Eskisi kadar özenli değiliz."
Duran: AKP'yi, orduyu öven "izinsiz gösteri" yok
Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi, gazeteci Ragıp Duran, "Bu durumun birkaç boyutu var" diyor:
* Mevzuatta yapılan değişiklikler, başta resmi makamlar ve uygulayıcılar tarafından bilinmiyor, kavranmıyor; bu olsa bile içlerine sindiremiyorlar. Örneğin dini içerikli gösteriler, basın açıklamaları konusunda engel yok; ama genel olarak muhalif, solcu kişilere karşı mevzuat değiştirilmemiş gibi davranıyorlar.
* Egemen medya, organik ve terminolojik olarak iktidara bağımlı olduğu için, eski geleneklerini, 'izinsiz basın açıklaması', 'korsan gösteri' kalıplarını, iktidar yanlısı olduğu için de ayrıca sürdürüyor.
* Daha tayin edici olan, işin siyasi yanı. Mesleki eksikliğin yanı sıra, esas olarak siyasi bakış açısı var. AKP'yi, orduyu öven herhangi bir gösteri konusunda "izinsiz gösteri" deyişi hiç kullanılmıyor. Görevini yapmada çifte standart var.
Okcan: Suç duyurusu ve dava açılabilir
Okcan, Anayasal hakkın kullanılması engellendiğinde, suç duyurusunda bulunulabileceğini ve dava açılabileceğini söylüyor.
"Polis orantısız güç kullandığında, suç duyurusunda bulunulabilir. İnsanlar darbeler veya gaz nedeniyle fiziksel zarar görebiliyorlar. Uğranan maddi ve manevi zarardan dolayı tazminat davası da açılabilir."
Polisin eylemlerdeki görevlerinden birinin eylemcileri korumak olduğunu anımsatan Okcan, eylemcilerin saldırıya uğramaları halinde, " idarenin hizmet kusuru var; görevi ihmalden suç duyurusunda bulunulabilir" diyor.
"Saldıranlarla ilgili de, hakkın kullanılmasını engellemekten suç duyurusunda bulunulabilir."
Ragıp Duran da, "Mevcut yasa hükümlerini ihlal eden güvenlik güçleri ve sorumluları hakkında savcıların soruşturma açması gerek. Bu bir örnek olacaktır" diyor.
"Böylece mağdur olanların mağduriyetinin de hukuk devleti tarafından giderilmesi gerek. Devlet, 'bakın, hakkınızı ihlal edenler hakkında soruşturma açtım; özgürsünüz' demeli."
Ajansın payı
Yurtsever Cephe, dünkü açıklamasında, haberlerin Anadolu Ajansı kaynaklı olduğuna dikkat çekmiş ve şöyle demişti:
"Anadolu Ajansı da, onun yaydığı 'izinsiz basın açıklaması' kavramını gelişi güzel alıp kullanan diğer basın organları da biliyorlar ki, bir basın açıklamasına izinsiz denmesi saçmadır; çünkü basına açıklama yapmak için kimseden izin almayı gerektiren bir yasal prosedür yoktur."
Duran, medyada editörlerin de muhabirlerin de, Anadolu Ajansı haberlerini genelde süzgeçten geçirmediğini söylüyor.
"AA'nın sözümona yarı resmi niteliği editörleri tembelliğe teşvik ediyor. Oysa, içerik açısından da, AA bir haber kaynağıdır. Herhangi bir haber kaynağına uygulanan muameleyi görmeli; örneğin çapraz kontrol (double-check) gibi."
Mehmet Sucu da, AA'nın AKP iktidarıyla birlikte muhalif gösterilerin haberlerinde sorunlu olduğunu söylüyor.
"Muhalif gösterilerin fotoğraflarının geç düştüğünü görmeye başladık. Hükümet karşıtı bir gösteri örneğin sabah saat 10'daysa, düşmesi 18'i bulabiliyor. Genellikle de kullanılamayacak kadar kötü fotoğraflar. Haberlerin yazımında özensizlik de var. AA protokol haberciliğine daha çok eğilmeye başladı."
En çok üyesi AA'da olan TGS'nin Başkanı İpekçi de, "Sendika olarak bir işyerinin yayıncılık politikasına doğrudan doğruya müdahale imkanımız yok" diyor ve gazetecilerin Gazeteciler Cemiyeti'nin (TGC) "Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bidirgesi"nin belirlediği, haber kaynağıyla ilgili uyması gereken ilkeleri anımsatıyor.
Okcan: Uygulamada da çifte standart var
DİSK'ten Okcan, "Yasa, valiliklere toplantı güzergahları belirleme yetkisi tanıyor. Örneğin İstanbul'da Kadıköy, Abide-i Hürriyet, Beykoz Çayırı belirlenmiş olan alanlar" diyor.
"Ama valiliğin belirlemesi, hakkın kullanılmasını sınırlıyor. Şu an İstanbul'da belirlenen yerler yerleşim yerlerinden uzak. Oysa bu hakkın özü kamuoyu yaratmak, mesaj vermektir, duyarlı kılmaktır. Bu irade, eylemi kentten koparıyor.
"Taksim hâlâ yasaklı. Ama muhalif olmayan birçok gösteri, konser, resmi gösteri, toplantı yapılabiliyor. Bu kimin ne söylediğine bakarak hakkı engellemek, çifte standart." (TK)