Bu yazının yazılma nedeni, Dünya Su Forumu’nun ilk gününde gerçekleştirilen yürüyüşe yönelik kolluk kuvvetlerinin sert tavrına karşı, ‘kökü dışarıda’ eylemci bir arkadaşımızın ettiği şu basit kelamdır: "Neden yürütmediler ki, bu barışçıl bir yürüyüştü..." Sonrasında gerçekleşen polis müdahalesinde ise arkadaşımızın nutku tutulduğu için, temel bazı soruları sormaktan imtina etmiştir, onu da ifade edelim.
Kendi bilir, halbuki bizde daha ne sorular ve o sorulara verilecek fantastik cevaplar vardı... Uzatmayalım, aslında hadise oldukça basit: Politik olsun veya olmasın, sopa, taş, silah-külâhtan azade bir toplaşma, yürüme, koşma, bağırıp-çağırma, vs. sadece Avrupa’nın değil, gezegenin birçok noktasında mümkün! Kimse de gelip sizi gaz ve cop manyağı yapmıyor. Tecrübeyle sabit. Sadece mümkün de değil, bir hak. Bizde ise resim; "halk dilinde dia negatif". Hem sadece "art-niyetli" bir kısım eylemciye yönelik de değil bu uygulama, işinde gücünde, halinde, vaktinde yurttaş için de aynı durum geçerli.
Ki bu prototip yurttaş, inatla "ben bu devletin, iktidarın, idarecisinin hastasıyım!" dese de durum değişmiyor. Bir sabah işine gitmek için kalkıyor ve bir bakıyor, trafik durmuş, kentin caddeleri kendisine kapatılmış. Vatandaşlığını konfirme ediyor ve soruyor ‘Ne oluyor, memur bey? Tek derdim işe gitmek, eve ekmek, devletime hizmet getirmek!’ Alıyor cevabı: "Yok öyle, emir böyle... Güvenlik!" Hülâsa, memlekette önce toplu yürümek, sonra sadece yürümek o kadar da basit bir iş değil.
Yasa maddesiyle devam edelim; malum bu toplumla hukuki temasımızın en "kuvvetli" payandaları, kanunlarımız ne de olsa. O meşhur 2911 numaralı, 1983 tarihli "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu" aynen şöyle der: "Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir."
Madde’ye 19 sene sonra, 2002’de, "alternatif küreselleşme"nin tüm gezegeni eylem yerine çevirmesini müteakip "yabancıların bu topraklarda nasıl eylem yapacağına" dair ince bir "ayar" yapılsa da, işin özü değişmez. Yani, maddeden de anlaşılacağı üzere memleket sokaklarında can ve mal yakmadan, her türlü politik ve apolitik ‘azma faaliyetleri’ serbest gözüküyor. Lakin kanun maddesine güvenip öyle vatandaş vatandaş gaza gelmenin aleminin olmadığı da tecrübeyle sabit.
Sonuçta, bu memleket ‘sahipsiz’ değil; mahalli, yerel, merkezi mülki idare amirlerimiz var. İdare etmekle yükümlü oldukları mülkler var. Türlü türlü durumlardan çıkarılan nevi şahsına münhasır vazifelenmeler var. Bu vazifelenmeleri halka paylaşacak kolluk kuvvetleri var. Ez cümle; nush var, tekdir var, olmadı türlü türlü köteklerimiz var... İktidarlar da değişse, AB rüzgarları da esse, meydanlar ‘demokrasi demokrasi’ diye de inlese, zinhar değişmeyen bir yönetim zihniyetinin ‘kamu güvenliği’ algısı var. Bu algıya göre, meydanlar yasaklanabilir, toplantılar ertelenebilir, yürüme hakkı engellenebilir, yürüyüşler rotaları ‘kafes’lerle, azami sayıda polislerle, panzerlerle, arama noktaları ile çevrilerek ‘terörize’ edilebilir.
Bu vesileyle şu gösteri yapma hakkının altını tekrar çizelim: Sokaklarında çok başına, omuz-omuza, bağıra çağıra yürüme hakkının, yurttaşın kentin taşıyla, toprağıyla, börtü böceğiyle değil, diğer yurttaşlarla temas kurmasının koşullarından biri olduğunun altını çizelim. Bir derdiniz varsa, bunu sokağa çıkıp, anlatmak istediğinizde, toplumla konuşmak istersiniz, kolluk kuvvetleri veya mülki idareyle değil. Yoksa, idarecilerimizle konuşulmak istendiğinde, yerleri sabittir, kapıları çalınır, bir kolonya ve bir paket baklavayla (opsiyonel) bu tarz temas zaten sağlanır.
Toplumla konuşmak istediğinizde ve bu konuşmanın bir işe yaramasını düşündüğünüzde de, cem-i cümle toplaşıp, pankartlaşıp, sloganlaşıp, sokaklara inersiniz. Bu dünyanın her yerinde böyledir ve böyle ola gelmiştir. Yani kimsenin insanlık köyüne yeni adet getirdiği yoktur. Elbette hiçbir iktidar, kendisine -efendi efendi olsa dahi- dayılanan sokak istemez. Ama ağzınızdan ‘demokrasi’, ‘AB kriterleri’, ‘önce insan’, vs. lafları düşmüyorsa bu işin bir raconu olduğunun bilinmesi gerekir. Yani, ‘pasif dayılanma hakkı’ mülki idarenin tasarruflarına bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir. Yok eğer bu konu hakkında başka türlü fikirleri varsa da, ‘kamu güvenliği’ gibi nereye çeksen gelecek bir kavramdan gayrı kelamlar ederek, konuya en azından bir ‘ciddiyet’ kazandırmak gerekir.
Öte yandan, şehri ‘uluslar arası konferanslar’ şehrine çevireceğiz derken, hadiseyle kenti ‘insansızlaştırarak’ baş edilmesi de bir acayip ‘yerli malı yurdun malı’ resmi performansımızdır! NATO toplantısı olur, kent ‘nüfus sayımı’ atmosferine sokulur, bilmem neye evsahipliği yapılır, yöneticilerimiz nükleer saldırı paranoyasına girer. Misal en son gerçekleşen resmi su forumunda, adeta Vatan caddesi’ndeki Emniyet Müdürlüğü kendini hem Sütlüce çevresine hem de içine klonladı.
Bölgenin çevresi kafeslendi, binlerce polisle kuşatıldı, Galata Köprüsü’nde balık tutulması yasaklandı, eski Galata Köprüsü Sütlüce Feshane arasına taşındı, Eyüp İskelesi iptal edildi. ‘Yahu ne yapıyorsunuz, yamulttunuz bizi’ diyenlere de dünya dar edildi. Forumun gerçekleştiği binanın koridrolarında yüzlerce takım elbiseli kadın-erkek sivil polisler ortalıkta dolaşırken, takım elbise giymeyen potansiyel ‘aktivist’ görünümlü forum katılımcılarına pis pis bakılıp duruldu.
Ez cümle; Her ne kadar bizi resmi su forumunun çekeceği eziyet zerre ilgilendirmese de Dünya Su Forumu, Dünya Su Forumu olalı herhalde böyle eziyet görmedi. Ecnebiler şaşıra dursun biz memleket insanı olarak hadiseden çok da fazla huylanmadık, malum biz daha ‘ne kent eziyetleri sevdik, zaten her daim vardılar’. Hatırlayalım; kentten Bush geçmişti, Ahmedinecad geçmişti, her daim başbakan Dolmabahçe’deki konutuna geçmişti, hiç olmadı resmi plakalı araçlar koruma ordularıyla sokaklarımızdan geçmişti; yurttaş da yol kenarlarında, trafik içinde, kaldırımlarda mecburi fener alaylarında kendinden geçmişti.
Zamanın meşhur ‘Mektepler olmasa, maarifi ne güzel yönetirdim!’ lafı nasıl da her daim vücuda geliyor güzel ülkemizde: ‘Şu İstanbullular olmasa, acayip güvenli bir şehir olacak burası ama hınzırlar her yerden çıkıyor!’ yollu fikir cimnastikleri ve pratikleri ile temas edip duruyoruz. Ahmedinecad’ın bile gözleri fal taşı olup özür dilerken, İstanbul Valisi en fazla ‘sabır’ diliyor. Sokakta ise vatandaş içine doğru sövüp, şiştikçe şişiyor. Lakin, o kadar çok kolluk kuvveti pozisyonda ki, vatandaşa pet şişe kıvamında, evinin yolunu yürüyerek arşınlamaktan gayrı yapacak birşey kalmıyor.
Mühim bir hatırlatma ile bu bahsi kapatalım: Eğer son dakika değişikliği olmazsa, Nisan’ın 6’sı veya 7’sinde müstakbel ABD başkanı Barack Obama İstanbul’da olacak. Selefine uygulanan ‘güvenlik muamelesi’ düşünülünce, bu ziyaretin İstanbul’da yol açacağı paranoyaya dikkat etmek gerek. Şimdiden, validen sabırı hak eden İstanbullulara, o gün dışarı çıkmamalarını, mazaret hakkı kullanmalarını, velileri olarak da İstanbul Valisini göstermelerini öneririz. Kim bu mazeretinize muhalefet ediyorsa, gitsin ona anlatsın derdini...
Velhasıl, son zamanların en ‘üretken’ ve ‘presci’ forvet hattıyla karşı karşıyayız. Vali ve emniyet müdüründen oluşan bu hücum hattı, sahayı enlemesine de boylamasına da, ahaliye dar ediyor. Bu takımın hocası pozisyonundaki İçişleri Bakanlığı ile takımın sahibi konumundaki hükümet ise, oynanan oyundan, ‘kazanılan’ puan veya puanlardan oldukça memnun gözüküyor. Hal böyle olunca, daha çok konferans, devlet adamı, eylem ve etkinlik ağırlayacak şehr-i İstanbul’da, bizlere kapalı sokaklar, yollar, kaldırımlar ve bunların başında bekleyip ‘Ordan yürü, burdan yürüme, çok konuşma, devlete karşı gelme, adamı hasta etme, devleti felç etme, vs...’ gibi kelamlarla bizi titretmeye and içmiş kolluk kuvvetleri gözüküyor. Hayırlı olsun!
Son söz yerine: Bir kentli olarak, tek başıma ve/veya çok başıma, kanun maddesindeki gibi, izin almadan, silahsız ve saldırısız olarak, gerektiğinde bağırıp, çağırarak şehrimin yolların ‘aşındırmak’ istiyorum. Bana zincir vuran çılgınlara şaşırmak istiyorum. Belediye başkanı adayları bu sese duyarsız kalmasın istiyorum. İşte gerçek ‘yerel yönetim’ vaadi budur demek istiyorum. Yerse! (TM/EÜ)