Fotoğraflar: Zeynep Kuray
Cumartesi Anneleri/İnsanları, gözaltında kaybedilen yakınları için 773. kez bir araya geldiler.
Galatasaray Meydanı’nın yasaklı olması nedeniyle İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi önünde buluşan Cumartesi Anneleri/İnsanları, bu hafta 24 yıl önce gözaltında katledilen Abdullah Canan için adalet istediler.
Bu haftaki açıklamayı yapan Hasan Ocak'ın kardeşi Maside Ocak, şunları söyledi:
“Hukukun siyasileştirilmesi, savcı ve yargıçların önlerine gelen olaylarda hukuk teknikleri ile değil siyasi gerekçelerle karar vermelerine neden oldu. Yargı faaliyetleri sırasında hukukun üstünlüğü ile devletin üstünlüğü karşı karşıya geldiğinde kazanan hep devlet oldu. Bunları gözaltında kaybedilen evlatlarımızın yargı süreçlerine dayanarak söylüyor ve iddia ediyoruz; gözaltında kaybetmelerde yargısal verilerin analizini yapacak herkes söylediğimiz bu gerçeklerle yüz yüze gelecektir.”
“24 yıldır ısrarla talep ediyoruz: Devlet, Abdullah Canan’ın kaybedilmesindeki sorumluluğunu üstlenmelidir. Fail ve sorumlular üzerindeki koruma kalkanı kaldırılarak yeniden yargılanıp cezalandırılmaları sağlanmalıdır. Abdullah Canan ve tüm kayıplarımız için adalet islemekten, 74 haftadır bize yasaklanan kayıplarımızla buluşma mekânımız olan Galatasaray Meydanı’ndan vazgeçmeyeceğiz.”
Ne olmuştu?
43 yaşındaki Abdullah Canan Yüksekova'da yaşayan bir iş insanıydı. Bölgede işlenen ağır hak ihlalleri nedeniyle Yüksekova Dağ Komando Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul hakkında 7 akrabası ile birlikte savcılığa suç duyurusunda bulundu. Bunun üzerine Abdullah Canan ve şikâyetçilerden 2 kişiyi taburdaki makamına çağıran Yurdakul, onlardan kendisi hakkındaki şikâyetlerinden vazgeçmelerini istedi. Abdullah Canan şikâyetinden vazgeçmeyeceğini söyleyince, Binbaşı Yurdakul tarafından tanıklar önünde tehdit edildi.
Bu olaydan birkaç gün sonra, 17 Ocak 1996 sabahı Abdullah Canan, Hakkâri'ye gitmek üzere Yüksekova'daki evinden ayrıldı. Tanık beyanlarına göre Van karayolunda askerler tarafından otomobili durdurularak gözaltına alındı ve askeri bir araçla Yüksekova Dağ Komando Taburu'na götürüldü.
Ailesi yerel ve ulusal tüm makamlara başvurarak Canan'ın bulunmasını istedi. Ancak onun gözaltına alındığı inkâr edildi. 21 Şubat 1996 günü Abdullah Canan'ın ağır işkence görmüş cansız bedeni elleri, ayakları ve ağzı bağlı olarak Yüksekova-Esendere Karayolundaki bir menfeze saklanmış halde köylüler tarafından bulundu. Canan, yakın mesafeden atılan 7 kurşunla öldürülmüştü.
Canan Ailesi Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurarak, Abdullah Canan'ın öldürülmesinden sorumlu olduğu gerekçesiyle Binbaşı Yurdakul aleyhine suç duyurusunda bulundu. Yüksekova taburunda görev yapan itirafçı Kahraman Bilgiç savcıya verdiği ifadede; Abdullah Canan'ın taburda işkence ile sorgulandığını, Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul'un talimatı ile Bölük Komutanı Yüzbaşı Nihat Yiğiter tarafından silahla öldürüldüğünü detaylarıyla anlattı.
Albay Kamber Oğur, Yüksekova Savcılığına başvurarak "Şubat 1996'da tabur karargâhında Abdullah Canan isimli şahsı başı sarılı vaziyette revirde gördüm" dedi. Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul ve Yüzbaşı Nihat Yiğiter hakkında Diyarbakır DGM Savcılığı'nca soruşturma açıldı. Bu kişiler, Abdullah Canan'ı öldürmekle suçlandı. Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada, ailenin ve tanıkların iddiaları yeterli ve inandırıcı bulunmadı. 12 Kasım 1999 tarihinde sanıklar Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul, Yüzbaşı Nihat Yiğiter ve Üsteğmen Bülent Yetit hakkında beraat kararı verildi. 2 Nisan 2001 tarihinde de Yargıtay 1. Ceza Dairesi beraat kararını onadı.
İç hukuktan sonuç alamayan Canan Ailesi davayı AİHM'e taşıdı. AİHM 3. Dairesi, "Aralarında askeri personelin de yer aldığı tanık beyanlarından da anlaşılacağı üzere Abdullah Canan'ın gözaltında öldürüldüğü mahkememizce saptanmıştır. Canan öldürülmeden önce ağır işkence görmüştür" tespitinde bulundu. Türkiye'nin hiç hukuktaki yaklaşımını şaşkınlık verici olarak değerlendirip oy birliği ile mahkumiyet kararı verdi. Abdullah Canan'ı gözaltına alanlar, işkence ile sorgulayanlar, katledenler bellidir. Savcılık ifadelerinde, mahkeme tutanaklarında, TBMM Araştırma Komisyonu Raporu'nda, AİHM kararında isimleri yazılıdır. (RT)