Haberin Kürtçesi / İngilizcesi için tıklayın
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin Cenevre’deki 54. oturumunda “Türkiye: Alıkonulmuş ve Kaybettirilmiş” başlıklı bir yan etkinlik düzenlendi.
Türkiye’deki zorla kaybetmeler ve keyfi gözaltıların konuşulduğu etkinlikte Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Genel Sekreteri Coşkun Üsterci, Cumartesi Anneleri/İnsanları'ndan Sebla Arcan, İnsan Hakları Derneği'nden (İHD) Rehşan Bataray Saman, Hafıza Merkezi'nden Özlem Zıngıl ve İşkenceye Karşı Dünya Örgütü'nden Ulviyya Hasanova konuşmacı olarak yer aldı.
Etkinliğin kolaylaştırıcılığını, İşkence Mağdurları İçin Uluslararası Rehabilitasyon Konseyi'nden Roberto Frifrini üstlendi.
Oturumda ilk olarak söz alan Ulviyya Hasanova, Türkiye’de zorla kaybetmelerin 90’lı yıllarda ve darbe girişimi sonrasında görüldüğünü belirtti. İnsan hakları savunucularının da sıklıkla keyfi gözaltılara maruz kaldığını belirtti, Cumartesi Anneleri/İnsanları’nı örnek verdi.
Arcan: Devlet politikasının sonucu
Sebla Arcan, konuşmasında, Cumartesi Anneleri/İnsanları'nın, Türkiye’de gözaltında kaybetme suçunda, tüm hak arama kanallarının kapatılıp iç hukuktan sonuç alınamamasıyla bir araya gelip mücadeleye başladıklarını söyledi:
“Taleplerimiz açık ve nettir, devlet zorla kaybetmedeki sorumluluğunu kabul etmeli, kaybedilenlerin akıbeti açıklanmalı. Cezasızlığa son verilmeli ve adalet sağlanmalıdır. Türkiye, zorla kaybetmelerle ilgili uluslararası sözleşmeyi imzalamalı ve uygulamalıdır.”
Arcan barışçıl toplanmalarının polis şiddetiyle engellendiğini, Anayasa Mahkemesi kararlarının da uygulanmadığını ekledi:
“Cumartesi Anneleri/İnsanları son 5 ayda 23 kez gözaltına alındı, haklarında davalar açıldı. Hak örgütleri, bu durumu hak ihlali olmasının yanı sıra yargısal taciz olarak nitelendirildi.
Zorla kaybetmeler özellikle 90’lı yıllarda sistematik devlet terörü olarak uygulandı, inkar edilmesiyle bugün de sistematik uygulama devam ediyor. Zorla kaybetmeler devlet politikasının sonucu olarak, örgütlü olarak işlendi. Aynı kurumlar arasında örgütlü işbirliği, suçların cezalandırılmasını da engelliyor.
Hak savunucuları, her türlü kötü muamele ve sindirmelere karşı korunmasız durumda. Yasalar bireyin haklarını koruma işlevini yitirdi. Bunda, uluslararası insan hakları mekanizmaların sessiz kalmasının da payı var.”
Zıngıl: Davalar beraatla sonuçlandı
Özlem Zıngıl, yargının zorla kaybetmelere dair tutumundan bahsetti:
“Yargı soruşturmalarda isteksiz davrandı, başvurular ya işleme alınmadı ya da soruşturmalar yavaş işletildi, neticesiz kaldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Türkiye’den 148 kişiyle ilgili 73 başvuru yapıldı, özellikle işkence ve kötü muameleyle ilgili maddeden verilen usulden ihlal kararları, hesap verilebilirlik adına Türkiye’de bir etki geliştirmedi.
2009 yılından sonra zorla kaybetmelere dair davalar açılabildi. Devlet görevlileri kasten öldürmeyle suçlandı. Bu davalar, 2015 yılından itibaren devlet görevlilerinin cezasız kalmasıyla sonuçlandı. Beraat kararları Yargıtay’da onanıyor. Sadece bir dava istinaf aşamasında bozuldu ancak mahkeme tekrar beraat kararı vardı. AYM sadece bir başvuruda ihlal kararı verdi, yargılama başladı.
Sonuçta açılan 10 davadan sadece ikisi devam ediyor. Bir davada zamanaşımı kararı verildi. Mecit Baskın’ın kaybedilmesi de zamanaşımına uğrayacak.”
Zıngıl, davaların nasıl görüldüğüne dair inceleme raporlarını da paylaştı.
Saman: Dosyalar cezasızlıkla kapatıldı
Rehşan Bataray Saman şu bilgileri verdi:
“Özellikle 80 darbesinin ardından zorla kaybetmeler arttı, yoğunlukla Kürt vatandaşlara yönelik zorla kaybetmeler de 90’lı yıllarda arttı. Aynı dönem zorla yerinden etme ve siyasi cinayetlerde de artış kaydedildi. İHD listesine göre 1300 civarında kişi kaybedildi.
Maalesef bu suçlarla ilgili etkili yargısal süreç yürütülmedi, hiçbir yetkili cezalandırılmadı. 2015 öncesinde hak savunucularının çabasıyla yargı önüne gelen davalar beraatla sonuçlandı. Zorla kaybetme dosyaları, cezasızlıkla kapatıldı, kapatılmaya devam ediyor. 2015’te şiddetin arttığı dönemdeki güvenlik güçlerinin ihlalleri de cezasızlıkla sonuçlandı.”
Rehşan Bataray Saman, Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin cinayetinin de aradan 8 yıl geçmesine rağmen halen faillerin cezalandırılmadığını ekledi.
Üsterci: İhlaller sistematik bir hal aldı
Coşkun Üsterci şöyle konuştu:
“Türkiye kişilerin özgürlük ve güvenlik hakkını koruyan uluslararası sözleşmelere taraf bir ülkedir. Anayasa ve kanunlar da aynı güvenceleri sağlar. Ancak Türkiye’de her dönem siyasal erki kullananalar bu güvenceleri yerine getirmekten kaçınıyor.
Özellikle 2015’te yeniden çatışma ortamına girilmesiyle ve darbe girişimi sonrası OHAL ilanıyla başlayan ve günümüze ulaşan süreçte, ihlaller sistematik bir hal aldı. Çok sayıda gözaltı ve tutuklama vakası, örgüt üyeliği suçlamasıyla açılan dava ve soruşturmalarla sonuçlandı.
Kuvvetler ayrılığı ilkesinin terk edildiği, yargı bağımsızlığın son bulduğu dönemde hapsetme, iktidar açısından asli yönetim haline geldi.
Tutuklamaya alternatif tedbir olarak öngörülen adli kontrol uygulaması, mahkemelerin keyfi ve sıkça bu yönde karar vermesi nedeniyle tutuklamanın devamı haline geldi. Adli tedbir ve cezaevlerindeki kişi sayısı yaklaşık 700 bin kişiye ulaşıyor. Demokratik bir toplum iddiasındaki bir toplum için bu kabul edilemez bir rakam.
Bunun yanı sıra mültecilere yönelik keyfi gözaltılar ve ayrımcılık uygulamaları devam ediyor. Son dönemde siyasi iktidarın ideolojik tercihleri nedeniyle LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılık politikası da sürüyor.” (AS)