İktidar bloğunun yeniden şekillenmesi, burada güç ve alan paylaşımı, sermaye birikimi süreçlerinde muslukların yönü çevresinde dönen mücadele bitmedi. Yeni biçimlere bürünerek sermaye hizipleri arasında, devlet kurumları içinde uluslararası yansımalarıyla birlikte sürüyor. Görünür bir gelecek için dinecek gibi de gözükmüyor.
İşin doğrusu; halk kitlelerini kendi yörüngesine çekerek kutuplaştırması bir olumsuzluk olsa bile, çatlağın kapanmaması solun lehine. Elbette, bağımsız bir hatta ve bir başka kutupla çatlaktan yararlanmak kaydıyla.
Önümüzdeki dönemde düzen içi kutuplaşmada taşların yeniden dizileceğini haber veren göstergeler artıyor. Bunların en tazesi Hanefi Avcı'nın saf değiştirerek "Haliç'te Yaşayan Simonlar" başlıklı kitabıyla cemaati ihbar etmesidir.
Bunun hükümet ve cemaat için kötü bir haber, karşı kamp içinse adeta rahatlatıcı bir öpücük olduğu muhakkak. İstifa eden Tuğamiral Türker Ertürk'ün "Hanefi Avcı'nın kitabı imdadıma yetişti" diye sevincini belli etmesi nedensiz değil.
Hükümetin şu anki suskunluğu ve hükümet yanlısı kalemlerin "ne yani cemaat mensubu olmak suç mu" türünden savunmalarla işi pişkinliğe vurması, olayın geçiştirilebileceği anlamına gelmiyor.
Zira, Avcı, devletin bütün kurumlarında kendi kurallarına göre çalışan ve ayrı bir hiyerarşisi olan gizli ve paralel bir örgüt var diyor; demekle kalmıyor alenen ve kanıtlarla ihbar ediyor. Saf değiştirmesini ise hep "mazlum taraf"ta olmakla açıklıyor. Kendi davranışını nasıl açıklarla açıklasın, Avcı'nın çıkışının önemli sonuçları olacağı kesin. (KK/EÜ)
Matematiği bir "dinî ilim" olarak tanımlamak, hem matematiğin evrenselliğine hem de dinî ilimlerin özgünlüğüne zarar veren bir yaklaşımdır. Bilgi türlerini net bir şekilde ayırmak, hem bilimsel düşüncenin gelişimi hem de dinî bilginin kendi içinde tutarlı kalması açısından önemlidir.
"Bilim, sorgulayan aklın ışığıdır; inanç ise anlam arayışının rehberi. İkisini karıştırmak, ne bilimi yüceltir ne de inancı derinleştirir."
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, 10 gün önce Zonguldak Ereğli’de bir Kuran kursu açılış töreninde, "Hadis ne kadar dini ilimse, matematik de o kadar dini ilimdir" dedi. Erbaş’ın bu ifadesi, bilgi kavramlarının iç içe geçtiği, fakat epistemolojik olarak tartışmalı bir yaklaşımı yansıtıyor. Bu ifadeyi eleştirel olarak değerlendirmek için öncelikle "ilim" ve "dinî ilim" kavramlarının sınırlarını belirlemek, ardından matematiğin bu bağlamda nasıl konumlandırıldığını analiz etmek gerekir.
Dinî ilimler, genellikle bir dinin kutsal metinleri, inanç esasları, ibadet kuralları ve teolojik yorumlarıyla ilgilenen disiplinler olarak tanımlanır. Hadis ilmi, İslam'da Hz. Muhammed’in sözleri, fiilleri ve onaylarını inceleyen, rivayet zinciri ve metin eleştirisi gibi yöntemlerle doğruluk derecelerini belirlemeye çalışan bir alandır. Dolayısıyla dinî ilimler, dini referanslarla şekillenir ve doğrudan inanç temelli bir bilgi üretim sürecine dayanır.
Matematik, mantık kurallarına ve akıl yürütmeye dayalı evrensel bir bilimdir. Sayılar, yapılar, uzay ve değişim gibi kavramlarla ilgilenir ve kesinlik ilkesine dayanır. Matematik, gözlem ve deneyle doğrulanabilir bilimlerden farklı olarak soyut kavramsallaştırmalar üzerine kurulu olsa da, teorem ve ispat yoluyla kesin bilgi üretir. Matematiksel doğrular, kültürel ve inançsal farklılıklardan bağımsızdır; 2+2’nin 4 etmesi, herhangi bir inanca bağlı olmaksızın her bağlamda doğrudur.
Erbaş’ın sözlerinden anlaşılan, matematiğin de "dinî ilim" olarak değerlendirilebileceğidir. Ancak bu iddia birkaç açıdan sorunludur:
Dinî ilimler vahiy, kutsal metinler ve dini otoritelerce belirlenen anlam çerçeveleri içinde bilgi üretirken, matematik gözlem, mantık ve akıl yürütme ile ilerler. Matematiğin dayandığı aksiyomlar, herhangi bir dini referansa ihtiyaç duymadan işlevseldir.
Matematik, tüm toplumlar ve inanç sistemleri tarafından benimsenebilen, evrensel doğrulara sahip bir bilimdir. Oysa dinî ilimler, belirli bir inanç sisteminin içinden üretilen bilgilerdir ve başka inanç sistemleri tarafından zorunlu olarak kabul edilmezler.
Matematik, çeşitli bilim dallarının temel taşı olduğu gibi, mühendislikten ekonomiye kadar geniş bir uygulama alanına sahiptir. Dinî ilimler ise ibadet, ahlak ve teolojiyle sınırlıdır. Matematiğin tarih boyunca dinî çalışmalar içinde kullanılmış olması (örneğin, İslam'da kıble yönü hesaplamaları) onu dinî bir ilim yapmaz; aynı şekilde astronominin takvim hesaplamalarında kullanılması da onu "dinî bir bilim" yapmaz.
Bu tür söylemler, dinin bilimsel alanları kapsayan bir bilgi kaynağı olduğu fikrini pekiştirme amacı taşıyor olabilir. Bu, İslam bilim tarihindeki büyük matematikçilerin (Harezmî, Ömer Hayyam vb.) çalışmalarına gönderme yapmak ya da ilim anlayışını bütüncül bir yaklaşımla ele almak niyetiyle söylenmiş olabilir. Ancak bu tür genellemeler, bilimin metodolojisini ve dinin epistemolojik çerçevesini bulanıklaştırabilir.
Matematiği bir "dinî ilim" olarak tanımlamak, hem matematiğin evrenselliğine hem de dinî ilimlerin özgünlüğüne zarar veren bir yaklaşımdır. Bilgi türlerini net bir şekilde ayırmak, hem bilimsel düşüncenin gelişimi hem de dinî bilginin kendi içinde tutarlı kalması açısından önemlidir. Eğer her bilim dalı "dinî" olarak tanımlanırsa, bu tanım genişleyerek işlevsiz hale gelir ve bilgi üretiminde sınırlar muğlaklaşır. Bu yüzden, dini ilimlerle matematik gibi pozitif bilimlerin yöntemsel ayrımını korumak hem bilimsel doğruluk açısından hem de dinin kendi bütünlüğünü muhafaza etmesi açısından gereklidir.
"Bir yerde kötülük varsa oradaki herkes biraz suçludur" Zülfü Livaneli
Bir akşamüstü yemek masası… Etrafında birkaç kişi oturmuş, kahkahalar yankılanıyor. Masada, sohbetin ortasında bir tespih beliriyor. Kahverengi ahşap görünümlü, 33’lük bir tespih. Biri eline alıyor ve soruyor: "Sizce bu tespih neyden yapılmıştır?" İlk anda kimse yanıt veremiyor. Derin bir sessizlik… Ardından birisi cevaplıyor: "Zeytin çekirdeği."
Bu tespihin öyküsü oldukça anlamlı. Onu masadakilere gösteren kişi, kısa süre önce cezaevinden tahliye edilen ceza hukukçusu Avukat Dr. Dilek Ekmekçi.
Ekmekçi, koğuş arkadaşlarıyla birlikte yaptığı bu tespihi hüzünlü bir gülümsemeyle anlatıyor. "Biz birlikte 33’lük yaptık ama birçok koğuş arkadaşım kendine 99’luk tespih yaptı" diyor.
Avukat Dr. Dilek Ekmekçi, "Silahlı terör örgütüne üye olmak" gibi ağır bir iddiayla yargılanan bir ceza hukukçusu.
10 Ocak’ta, İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde ikinci duruşmasını izlerken tanıklık ettiklerim aklımdan hiç çıkmıyor. Ekmekçi'nin 86 yaşındaki annesinin gözlerinde umut ve endişe birbirine karışmıştı. Şaşkın gözleri ile mahkemede olup bitenleri pür dikkat izliyordu.
Duruşma sırasında tanık olarak ifade veren ve Ekmekçi’nin babalık davasının davalısı eski üst düzey bir bürokrat, oldukça şaşırtıcı bir beyanla Ekmekçi hakkında hüküm vermiş gibiydi: "Sosyal medyasına baktım ve örgüt üyesi olduğunu anladım."
Bu ifadeler, adeta mahkemenin ruhunu kuşatan bir ağırlık yaratmıştı. Mahkemede gerilimin elle tutulur bir hal aldığını hissettim. “Karanlığa karşı mum ışığının mücadelesi gibi” dedim, yanımdaki arkadaşım Feride Çetin’e. O da ekledi: "Bu dava iyilikle kötülüğün savaşı gibi."
Ekmekçi o gün tahliye edilmedi. Ancak bir sonraki duruşmada, 31 Ocak’ta 1 yıl 13 ay ceza verilerek serbest bırakıldı. Örgüte üye olmamakla birlikte, “sosyal medya paylaşımları ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez, örgüte yardım sayılır” gerekçesiyle bu ceza verildi.
Soranlar olmuş Yunus Emre’den dolayı, Hz. Yunus’tan dolayı ve tabii denizlerin en insan dostu, özgürlük simgesi hayvanı yunuslardan dolayı adı “Yunus”…
İstinaf veya Yargıtay aşamasında beraat edeceğinden emin olduğunu ve tahliye olduğu için mutlu olduğunu dile getiren Ekmekçi, içeride yaşadığı hak ihlallerini ise saklamıyor. Sözleri düşündürücü: "Cezaevinde, özellikle zorla akıl muayenesine götürüldüğüm zamanlarda adeta bir gözaltı süreci yaşadım. Tutukluluk içinde sık sık gözaltı yaşadım. İlk tahliyemden sonra da 2 gün gözaltında kalıp, tekrar tutuklanmıştım. Bunlar 5 aylık tutukluluğu benim için daha da yıpratıcı hale getirdi."
Bir hukukçunun bile böylesi süreçlerden geçtiğini duymak, hukuk sistemimizin zedelenmiş olduğunu açıkça gösteriyor.
Ona cezaevinden çıktığı gece ne yaptığını soruyorum. Dilek Ekmekçi gibi bir denizci böyle bir gecede en çok neyi özler? Düşüncem doğru çıkıyor.
Ekmekçi de ilk olarak denize ve Adalar’a bakmış. "Bir de sevdiklerimin yüzüne baktım tek tek," diye ekliyor. Kalabalık gruptan ayrıldıktan sonra bütün gece yanında annesi ve avukatı Peren Sanrı varmış. Sessiz bir şükran dolu gece…
*Dilek Ekmekçi ve annesi cezaevindeki görüşlerden birinde.
Avukat Dr. Ekmekçi’ye, dışarıdayken kadın örgütlerinden aldığı desteği soruyorum. Cezaevindeyken Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) başta olmak üzere, birçok kadın örgütü ve dostları onun için dayanışma gösterdi. Davasını takip edenler, sosyal medyada destek paylaşımları yapan arkadaşları oldu. "Bu destekleri hissettiniz mi?" diye sorduğumda, yüzü aydınlanıyor:
"Evet, kadınların desteği benim için çok değerliydi. Yanımda olduklarını hep hissettim. Hiç unutmayacağım bir dayanışma örneğiydi. Ayrıca Paris Barosu dahil yurtdışından bile avukat meslektaşlarımın ve İzmir Amerikan Lisesi’nden dönem arkadaşlarımın destekleri de unutulmaz. "
Avukat Dr. Ekmekçi’nin hakkında açılmış 30 civarında ceza davası var. Şikâyetçileri arasında belediye başkanlarından siyasetçilere kadar birçok isim bulunuyor. Ancak o kararlı ve net: "Hukukun üstünlüğünü sağlayacağız bu ülkede" diyor.
*İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Eren Keskin ve Avukat Peren Sarı, tüm davalarda Ekmekçi'yi ve ailesini yalnız bırakmadı.
Hukuk mücadelesine inancını kaybetmemiş bir ceza hukukçusu Dilek Ekmekçi…
Türkiye’de hukuk sistemine olan güvenin sarsıldığı bir dönemde, onun gibi hukukçular adeta adaletin ağır yükünü omuzlarında taşıyor. Kendisi hakkında açılan davalara rağmen yılmadan bu mücadelenin parçası olmaya devam ediyor.
En son şöyle diyor: "Hukuka hava gibi, su gibi ihtiyacımız var. Hukuka her kesimden herkesin ve dahi hukuksuzluk yapanların da ihtiyacı var. Hasımlarımızın bile adil yargılanma hakkını savunma erdemine sahip olmalıyız. Yoksa onlardan bir farkımız kalmaz ”
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de yerel gazetelerde...
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de yerel gazetelerde çalıştı. Sivil Sayfalar, Yeşil Gazete, Journo ve sektör dergileri için yazılar yazdı, haberleri yayınlandı. Hemşin kültür dergisi GOR’un kurucu yazarlarından. Yeşilden Maviye Karadenizden Kadın Portreleri, Sırtında Sepeti, Medya ve Yalanlar isimli kitaplara katkı sundu. Musa Anter Gazetecilik (2011) ve Türkiye Psikiyatri Derneği (2024) en iyi haber ödülü sahibi. Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu kurucularından. Sendikanın İstanbul Şubesi yöneticilerinden (2023-2027). İstanbul Üniversitesi Avrupa Birliği ve Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümlerinden mezun. Toplumsal cinsiyet odaklı habercilik ve cinsiyet temelli şiddet haberciliği alanında atölyeler düzenliyor. Ekim 2018’den bu yana bianet’te çalışıyor.