Bir taslak metin olması itibarıyla irdelenmeye, işlenmeye, tadilata, geliştirilmeye, eleştirilmeye ve açımlanmaya muhtaç yönlerine; doğal ve kaçınılmaz kabul edilmesi gereken eksikliklerine, boşluklarına, muğlâklıklarına ve hatta kimi iç tutarsızlıklarına; yer yer "somut durum"la ilintisi iyi kurulamamış soyut bir tasarımcılığa kaçan örgüsüne rağmen, 18-19 Aralık 2010'da, Demokratik Toplum Kongresi'nin (DTK) Diyarbakır'da düzenlediği çalıştayda (komxebata) Kürt hareketi tarafından, savaştan kalıcı bir çıkışın ve çözümün yolu olarak tartışmaya sunulan "demokratik özerklik" teklifi, hiç kuşkusuz, özünde ilerici, demokratik, özgürlükçü, devrimci, anti-kapitalist ve sosyalizme açık bir içeriğe sahip.
Özünde demokratik, çünkü...
Kürt hareketini yakından izleyenler için hiç de beklenmedik ve şaşırtıcı olmayan taslak metin, Zeynep Gambetti'nin gayet iyi fark ettiği gibi, sadece "özerklik" değil, özerkliğin "demokratik" olanını talep ediyor, bunu belirli bir dolgunlukla içeriklendiriyor ve eleştirel bir diyaloga davet eden ama burun kıvrılıp geçilemeyecek belirli bir felsefi ve bu anlamda derinlikli bir yaklaşıma dayandırıyor.
Taslak metin, liberal cenahtan, örneğin Cengiz Çandar ve Taha Akyol'dan gelen mesnetsiz (ama taslağa iktisadi liberalizminin optiğinden bakıldığında "anlaşılır") "totaliter"lik suçlamalarının tam aksine, son iki yüzyılın bildik ulus inşa etme pratiklerine kopuşçu denecek ölçüde eleştirel yaklaşıyor; türdeşleştirici ve farklılıkları özümleyici bir inşa anlayışından kesinlikle uzak duruyor. Her halk gibi, Kürt halkının da çoğulcu doğasını teslim etmek ve bir dizi alt özgünlük/özerklik alanı (kadınlar, gençler, vb.) tanımlamakla kalmıyor; Kürdistan'daki farklı dini ve etnik kimliklerin varlığını ve kendilerini özgürce ifade etme haklarını açıkça tanıyor.
Kürt hareketinin "devletsizlik" derken belki de takiye yaptığından ve bilinçaltındaki ayrı devleti özerklikle kılıflayarak sunduğundan işkillenen Ayşe Hür, yanılıyor. Kürt hareketinin yaklaşık on yıldır "ulus-devlet" eleştirisiyle iştigal etmesi, toplumsal örgütlenme ağlarına dayalı bir konfederalizme odaklanması, hareketin önderinin "ulus devlet mantığını uç noktasına vardırırsanız faşizme varırsınız" mealinde sözler etmesi, Kürt cenahının bazı odaklarının bu tartışmadan zerre kadar haz etmemesi, kesinlikle bir mizansenden, bir laf olsun torba dolsun tartışmasından ibaret değil. Bu nedenledir ki, taslak, ulus-devleti fetişleştiren klasik ulusal kurtuluşçuluktan uzak duruyor ve adına "demokratik ulusçuluk" denen bir perspektiften besleniyor.
Özünde özgürlükçü, çünkü...
Tartışmaya açılan taslak, birinci, ikinci ve üçüncü kuşak insan haklarını tanıyor, bunları "özerk-demokratik Kürdistan"ın hukukunda güvence altına almayı ve uygulamayı taahhüt ediyor.
İktisadi bir temelle desteklenmediği müddetçe, tanınan hak ve özgürlüklerin halkın çoğunluğu için büyük ölçüde biçimsel kalacağını kayıt altına alıyor.
"Kadınların özgürlük düzeyini demokratik toplumun temel kıstası olarak" görüyor; bir cinsiyetçilik eleştirisinden besleniyor ve cinsiyetçi bir toplumda ailenin "erkeğin küçük devleti olarak inşa" edildiğini saptıyor.
Demokrasi sorununa ve demokratikleşmeye, bir devlet biçimi olarak demokrasi çerçevesinde değil, tam, kısıtsız ve doğrudan halk egemenliği anlayışıyla yaklaşıyor; hakiki bir demokratikleşmeyi devletle halkın açığa çıkarılan öz-örgütlenme, öz-yönetim, öz-etkinlik, kuruculuk ve girişkenlik kapasitesi arasında gerilim alanında "devletin yetkilerinin ve gücünün" durmaksızın sınırlanmasıyla ilişkilendiriyor.
Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, inşa edilecek demokratik özerkliği öz-yönetimci bir çerçeveye yerleştiriyor: "Demokratik özerklikte siyasi yönetim; tabandan başlayarak köy komünleri, kasaba, ilçe, mahalle meclisleri, kent meclisleri biçiminde demokratik konfederal temelde örgütlenmesini yaparak üstte Toplum Kongresinde temsiliyetini bulur."
Anti-kapitalist, çünkü...
Eldeki taslak, Marx'tan çok Karl Polanyi'nin görüşlerini çağrıştırsa ve antropolojik bir yaklaşımın izlerini taşısa da, kendi kendini düzenleyen piyasa anlayışını zımnen reddediyor; ekonomiyi topluma iade etmeyi, iktisadi süreçlerle toplumsal örgütlenmeyi kaynaştırmayı hedefliyor: "İnsanın ekonomiden kopartılması bütün yabancılaştırmaların temelidir. Bunun önlenmesi şart olduğu gibi, yegâne yolu da ekonomiyi tüm topluluklara mal etmekten geçer."
Kendine özgü bir terminolojiyle ve "ekonomi, toplumsallığı ve demokrasiyi gerektirir" veya "ekonomi teknik bir altyapı sorunu değildir" türünden vurgularla kapitalizmin işleyişinin en önemli dayanaklarından biri olan ekonomik alan/siyasi alan ayrımını aşma arayışını yansıtıyor.
Ütopyacı tınılar taşımasına ve iyi temellendirilmemiş olmasına rağmen, kapitalizmi ve sermaye hâkimiyetini en azından sınırlandıracak bir iktisadi model yaratmayı öngörüyor: "Herkesin kendi işinin ve işyerinin emekçisi olduğu, kadın istihdamına öncelik veren, azami kârı hedeflemeyen kullanım değerini esas alan, anti tekelci, eşitlikçi, dayanışmacı bir ekonomik sistemi oluşturmak gerekmektedir."
Ekolojik eleştirisini anti-kapitalist bir temele dayandırıyor; kapitalizmin krizi ile yaşanan çevre felaketleri arasında diyalektik bir ilişki bulunduğunu saptıyor; salt çevreci yaklaşımların bu gidişata set çekmeye yetmeyeceğini vurguluyor ve yeterince içeriklendirilmemiş olsa da "ekolojik bir devrim"in gerekliliğinden söz ediyor.
Tepkilerden al haberi
Maruz kaldığı olumsuz tepkilerin ve değersizleştirici yaftalamaların büyük çoğunluğu taslağın bu yapısından kaynaklanıyor aslında; bayrak ve sembollerden söz etmesinden değil. Semboller konusunu paravan olarak kullanan devlet ricalinin koro halinde tehditkâr bir dil kullanmasının ve parmak sallamasının, Kürt hareketiyle temas halindeki liberallerin açığa vurdukları memnuniyetsizliğin nedeni de aynı: Yerel yönetim reformunu, AB müktesebatını çok aşan, sermaye yerelciliğinin ve kalkınma ajanslarının çerçevesine sığmayan ve anti-kapitalist içerikte bir özerklik talebiyle karşı karşıya kalmaları.
Örneğin, taslağın aldığı eleştirilerin, "gerçeklerle bağdaşmayan 'ütopik' yönün"den, "daha da önemlisi içerdiği 'totaliter' özelliklerinden" kaynaklandığını, kanıtlama zahmetine girmeden ileri sürebilen Cengiz Çandar, gönlünden geçeni gerçeğin yerine geçirerek, Öcalan'ın "iyi sunulmadı" uyarısından sonra, taslağın tedavülden kalktığını ilan edebildi.
"Kürt burjuvazisinin fevkalade önemli yükselişi"ni selamlayan Baskın Oran, ayrı ve görece farklı bir Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) metninin varlığını önemli bir olay ve farklılaşma gibi sunarak kendisini rahatlattı.
Taslağı dehşetle karşılayan Ali Bulaç, Sovyetler'de uygulanan kolhoz ve solhoz sistemini, bir parça da Tito'nun öz-yönetim modelini çağrıştıran bir özerklik yaklaşımının, sadece bu özelliğiyle bile "insanların tüylerini diken diken" ettiğini yazdı.
Taha Akyol, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Galip Ensarioğlu'nun "komünlerden, liberal ekonominin reddine, oradan rekabetçi yapıdan vazgeçmeye" yönelen bir modele karşı çıkışını, Kürt toplumunda modern çoğulculuğun bir alameti olarak selamladı.
Ensarioğlu, hakaretamiz bir dille , "Hayatında dükkân işletmemiş birileri Kürdistan için ekonomik model öneriyor. Dünyadaki ekonomik sistemden haberi olmadan oturup koca bir Kürdistan mıntıkası için ekonomik model önerebiliyor" diyerek taslağa hücumunu sürdürdü.
Diyarbakır MÜSİAD Eski Başkanı Vahdettin Bahadır, tepkisini "Leninist, Maocu zihniyetin bütün kodlarını, kavramlarını ve fikirlerini o metinde bulabiliyorsunuz" diyerek ifade etti.
Taslağın sorunlu yönleri
Şüphesiz, taslak sorunlardan, bulanıklıklardan ve hatta çelişkilerden muaf değil. Bunların başlıcalarını şöyle sıralamak mümkün:
* Taslakta kuvvetli bir "komünal değerler" ve "topluluklar ekonomisi" vurgusu var. Hatta bu ikisi bütün ekonomik sorunların panzehiri ve ekonominin yeniden topluma döndürülmesinin en esaslı manivelaları olarak takdim ediliyor. Ancak, bu komünal bakış daha çok bir tür kooperatif sosyalizmi çerçevesinde kalıyor. Modern ve karmaşık bir toplumda ve karmaşık bir işbölümü altında mülkiyet biçimleri, ekonominin yönlendirilmesi, planlanması, kaynak yaratılması, kaynak transferi, Kürdistan'ın kamucu ve ekolojik bir perspektifle kalkındırılmasının öncelikleri ve işçi denetimi gibi sorunları ıskalıyor.
* Taslak; sadece yerleşim yeri esaslı ve bu nedenle tek boyutlu bir öz-yönetimi savunuyor. Öz-yönetimi işyerlerine, işletmelere, işkollarına, vb. yayarak aynı zamanda sınıfsal bir temele oturtmayı amaçlamıyor.
* Özerkliğin sınırlarını, merkezden hangi yetkilerin devralınacağını belirsiz ve bulanık bırakıyor. "Ekonomik kaynakların kullanım ve tüketim hakkı Demokratik Özerk Kürdistan'a ait olmalıdır" derken, iktisadi cephede özerkliğin ötesine geçmekle kalmıyor; devamında Kürdistan'ın kendine yeterliliğini de abartıyor, geri bıraktırılmışlıkla baş etmek üzere bir kaynak transferi talebini ve hakkını es geçiyor.
* Normatif olarak iyi temellendirilmemiş, müesses nizama yönelik eleştirilerle gerekçelendirilmemiş, dolayısıyla keyfiliğe ve çekiştirmelere açık bir "ahlaki toplum" tanımı yapıyor.
* Devletin toplum lehine durmadan sınırlanmasını ve geriletilmesini, kapitalizmin veya kapitalist modernliğin "demokratik bir modernlik" doğrultusunda aşılmasıyla zımnen bir ve aynı şey sayma yanlışına düşüyor.
* İfrata vardırılmış bir devletsizlik vurgusuyla kendisini bağladığı için, özerkliğin "öz-savunma" boyutunu gerekçelendirmede zorluk çekiyor.
* Batı'da yaşayan Kürtler konusunda pek az şey söylüyor.
Demokratik özerkliğin koşulu
Fiili bir inşa sürecinin ötesinde, demokratik özerkliğin bir statü olarak tanınması ve anayasal güvenceye kavuşturulması bir tek koşula bağlı: Türkiye'nin de ciddi bir rejim değişikliğiyle, köklü bir demokratikleşmeyle ve bunu tescil eden yeni bir anayasa ile hem Kürtlerin özgürleşmesine cevaz vermesi hem de bu özgürleşmeye bir ölçüde eşlik etmesi.
Aslında, taslak da aynı şeyi söylüyor: "Demokratik özerklik, demokratik cumhuriyetin Kürdistan'daki izdüşümü olarak görülmelidir."
Bu demektir ki, demokratik özerklik savunusunun ve talebinin tecrit edilmemesi ve kısmi kalmaması Türkiye'nin tamamına seslenen bir anayasal mücadele ile ilişkilendirilmesine ve bu mücadele içinde diğer toplumsal muhalefet dinamiklerini talepleriyle buluşturulmasına bağlı.
Öte yandan, çeşitli basınçlar altında sermaye yerelciliğine doğru geri çekilmek, demokratik özerkliği içeriksiz bırakır. Sermaye yerelciliğinden belki "özerklik" çıkabilir ama taslak metinde kastedilen anlamda "demokratik" olanı asla. (KK/EK)