PKK'nin silahlı eylemlerinde son günlerde görülen artış, yalnızca bir çatışmasızlık halinin ve buna uygun bir konumlanışın sona erdirilmesi anlamına gelmiyor; çok daha fazlasına işaret ediyor. Olup biten, barış ve siyasi çözüm çabalarının karşılıksız kalması, "açılım"ın fos çıkması, tasfiye tehdidi ve yaz döneminde artan operasyonlara karşı misillemeler nedeniyle silahlı mücadeleye basit ve daha önceki ateşkeslerin sonlandırılmasını takiben olana benzer bir geri dönüşten, bu anlamda bir deja vu'dan da ibaret değil.
Her şeyden önce, silahlı mücadeleye herhangi bir geri dönüşün doğuracağı sonuçlar, olası yankı ve yansımaları eskisinden farklı olacağı için bir deja vu halinden söz edilemez. Ama daha önemlisi, silahlı faaliyetlerdeki artışın gerisinde başka içerimleri de olan bir kararın, yeni bir yönelişin bulunuyor olması. Türkiye içinde ve bölgede siyasi dengeleri ve güçlerin dizilişini derinden etkileyecek ve dramatik sonuçlar doğurabilecek bir yeni yöneliş.
"Üçüncü dönemi sonlandırıyorum"
İşaret fişeği Abdullah Öcalan'dan geldi. "Görüşme notları"ndan anlaşıldığı kadarıyla, avukatlarıyla 31 Mart 2010 tarihli görüşmesinde, Öcalan, mutat siyasi durum değerlendirmelerinden birini yaptıktan sonra sözü PKK tarihine getiriyor; bu tarihi dönemselleştiriyor ve bu bahsi kesin bir ifadeyle şöyle noktalıyor: "Adına tasfiye ve çözüm dediğim üçüncü dönem bitti. Açık, net ve kesin bir şekilde üçüncü dönemi sonlandırıyorum. Üçüncü dönem boyunca sürekli tasfiye edilmeye çalışıldık, hem biz hem muhataplarımız tasfiye edilmek istendi. Biz de, tasfiyeye karşı değişim-dönüşüm hamlesini yaptık."
Öcalan'ın tasfiye ve çözüm dayatmalarıyla karakterize ettiği ve sonlandırdığını duyurduğu dönem, 1993-2010 arası 17 yıllık bir dönem. Bu dönem kısa ve nispeten uzun süreli birçok ateşkese, Öcalan'ın yakalanışına, silahlı kolun sınır ötesine çekilmesine, sınır ötesi operasyonlara ve belirli sınırları aşmayan bir silahlı mücadeleye aralıklı geri dönüşlere tanıklık etti. Sonlandırılan böyle bir dönem olduğuna göre, açılan da silahlı mücadeleye öncekilere benzer bir geri dönüş dönemi değil. Öcalan'ın muhatap bulamadığı için kendi çözüm girişimlerini ve arayışlarını, 31 Mayıs 2010 tarihi itibarıyla askıya alma, "aradan çekilme" ve devletle PKK'yi karşı karşıya bırakma kararının da, bu dönemin bitirilişi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekiyor.
Kandil: "Hedefimiz değişiyor"
Bir süredir arayış halinde olan Kandil mesajı almakta gecikmedi ve "dördüncü stratejik dönem"e geçildiğini ilan etti. Fırat Haber Ajansına konuyla ilgili açıklamalar yapan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan'a göre, bu şu anlama geliyor: "Şimdiye kadar siyasi, askeri, ideolojik her alandaki mücadelemizin tek hedefi, 'siyasi diyalogla çözüm bulma' doğrultusundaydı. Şimdi bunu söylemeyeceğiz. Hedefimiz değişiyor. Biz kendimiz, kendi demokrasimizi inşa ederek, demokratik toplum örgütlülüğünü geliştirerek kendi çözümümüzü kendi özgücümüzle sağlayacağız."
Duran Kalkan, Kürt sorununa siyasi diyalogla çözüm bulmayı tamamen dışlamadıklarını, ama artık önceliklerinin öz-güce dayalı çözüme kaydığını vurguladıktan sonra ekliyor: Her şeyimizi buna göre değiştireceğiz...
"Dördüncü dönem" ve değişecekler
PKK sözcülerinin açıklamalarındaki belirgin vurgularından ve satır aralarındaki imalardan anlaşıldığı kadarıyla, benimsenen yeni hedefe uygun olarak dördüncü dönemde çarpıcı değişiklikler olacak. İşte bunların en önemlileri:
- Kürt hareketi bundan böyle kendi çözümlerini empoze edecek ve koşulları olgunlaştığında bunları tek taraflı olarak fiilen hayata geçirecek.
- Bütün mücadele biçimleri, Şimdiden bilirli nüveleri bulunan bir "ikili iktidar" durumuna erişmek amacıyla bir arada kullanılacak.
-Gerektiğinde ve yine koşulları olgunlaştığında tek taraflı ve fiili bir özerklik ilanına başvurulacak. Abdullah Öcalan da, özerlik ilanını önümüzdeki döneminden ihtimallerinden biri olarak görüyor: "İkinci seçenek ise, KCK ortaya çıkarak sorumluluk üstlenebilir; zaten daha önce Murat Karayılan ve Duran Kalkan'ın açıklamaları olmuştu, yeni bir süreç demişlerdi. 'Siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel, her açıdan halkımızın sorumluluğunu üstleniyoruz, demokratik özerkliği ilan ediyoruz' diyebilirler. İşte dünyada bunun çok örneği var; Abhazya, Kosova, Çeçenistan örnekleri var."
Aynı hedef, KCK'nin yeni döneme ilişkin açıklamasında da vurgulanıyor: "Dördüncü dönem olarak adlandırdığımız bu dönem, stratejik bir dönem olup halkımızın kendi demokratik sistemini kurma ve demokratik özerkliğini ilan etme sürecidir."
- HPG (Hezen Parasitna Gel/Halk Savunma Güçleri), savunma konumundan çıkarak "orta yoğunlukta" bir savaşa göre yeniden mevzilenecek.
- Silahlı mücadele kırsal alanla sınırlı kalmayacak, kentlere de yayılacak. 31 Mayıs tarihli Taraf'ta Neşe Düzel'e konuşan Diyarbakır Barosu eski başkanı Sezgin Tanrıkulu da benzer bir öngörüde bulunuyor: "Silahlı çatışma tekrar başlarsa, bu kez sadece dağlarla sınırlı kalmaz. Bütün metropollere ve şehirlere de yayılır bu çatışmalar."
- Silahlı mücadele "serhıldan"larla, kitlesel bir seferberlik ve direnişle birleştirilecek.
Başlıca çizgilerini sıraladığımız bu yeni yönelişin, Kürt hareketinin toplumsal tabanının nabzını yansıtmadığı, onun beklenti, arayış, hayal kırıklıkları ve bir bütün olarak ruh halinin uzağında seyrettiği sanılmamalıdır. Sezgin Tanrıkulu, bu ruh halini şöyle ifade ediyor: "Çünkü bu toplumun üzerinde 25 yıllık büyük bir yük var. İnsanlar artık kopma noktasına geldiler. Özellikle gençler koptular. Şimdi Diyarbakır'da sokağa kendiniz çıkın ve sorun. İnsanlar, 'artık ne olursa, nasıl olacaksa olsun, bu iş çözülsün' diyorlar. İnsanlarda, 'bu durum ilelebet mi sürecek?' diye büyük bir bıkkınlık hali var. 'Eğer bu durum büyük bir çatışmayla ya da savaşla bitecekse, öyle bitsin' diyorlar. İnsanlardaki bu ruh hali çok ürkütücü."
Yenilgiyi göze almak
Geçildiği söylenen "dördüncü dönem"in açıkça zikredilmeyen bir boyutu da, yenilgi riskinin göze alınmasıdır. Yenilgi bahsinde, PKK'ye zaman zaman Tamil Kaplanları'nın akıbetini hatırlatanlar oldu. PKK yetkililerinin bu hatırlatmalara cevabı, genellikle Kürdistan koşullarının kıyas kabul etmez farklılığının, Kürt hareketinin derinlik ve yaygınlığının, belirli eşikleri çoktan geçmiş bir Kürt direnişinin bu türden bir yenilgiyi artık ihtimal dışı bıraktığı şeklinde oldu. Yeni süreci başlatırken de, Kandil'deki PKK sözcüleri yüksek bir özgüvenle konuşuyor ve hareketin "yenilmezliği"nin altını çiziyorlar.
Ancak, Abdullah Öcalan böyle düşünmüyor ve PKK'nin bir yenilgi ya da ağır bir darbe almasını önümüzdeki dönemin ihtimallerinden; özellikle bölge devletlerinin uluslararası güçlerin ve Irak Kürdistan'ı yönetiminin de desteğini alarak PKK'ye eşzamanlı yönelişi halinde güçlenecek ihtimallerden biri olarak görüyor: "Birincisi Devlet PKK'ye ağır saldırılarla yenilgi olmazsa bile, ciddi kayıplar verdirebilir -işte son hava saldırılarında görülüyor bazı şeyler-, bu birinci seçenektir."
Gelgelelim, yenilgi riski tek taraflı olarak sadece PKK bakımından mevcut değil. Bu risk, benzer biçimde olmasa, gerçekleşmesi halinde daha çok ciddi bir itibar ve meşruiyet aşınması şeklinde yaşanacak olsa bile, eşit derecede karşı taraf, yani devlet ve TSK için de var. Dolayısıyla, dördüncü dönemi başlatmakla, PKK çıtayı ve meydan okuma derecesini yükseltiyor ve yenilgiyi göze alırken karşı tarafa da yenilgi riskini hatırlatıyor.
İç savaşı da göze almak
PKK'nin yeni yönelişinin, özellikle de bu yönelişin en önemli unsuru olan orta yoğunlukta bir savaşın barındırdığı en büyük tehlike ise, PKK ile devlet arasındaki savaşın mahiyet ve kapsam değiştirerek bir iç savaşa, bir Kürt/Türk çatışmasına dönüşmesi ihtimalidir. Bunun iklimi, potansiyelleri ve ortamı belirli ölçüde şimdiden mevcut ve bu zeminde biriken gerilim giderek artıyor.
Devlet, şimdiye kadar yıllardır devam ede gelen düşük yoğunluklu savaşın ülkenin her yanına yayılan maddi ve manevi acılarının uyardığı tepkileri, savaşın kendisini sorgulayan ayrıksı örnekler ve çıkışlar dışında,"cephe gerisi"ni sağlama almaya hizmet eden ırkçı ve milliyetçi bir eksene soğurmayı, bu yolla Kürt hareketini baskılamayı ve olası toplumsal ittifakların oluşmasını önlemeyi; ama aynı zamanda bu ırkçı-milliyetçi eksenin tepkilerini genelleşme temayülü gösterebilecek bir Kürt/Türk çatışmasına varmayacak, az çok denetlenebilir bir marj içinde tutmayı başardı. Ancak, en son, Kürt genci Şerzan Kurt'un ölümüyle sonuçlanan Muğla'daki olayların da gösterdiği gibi, bu sınırların aşıldığı yerel örnekler giderek çoğalıyor. Dolayısıyla, orta yoğunluktaki bir savaşın daha ciddi kayıp ve acılarının ırkçı-milliyetçi eksene artan ve giderek denetlenemez hale gelecek bir özerklik kazandırması ihtimal dışı değil. Aynı eksenin kendisine devlet içinde rezonansa girebileceği bir karşılık bulması da öyle.
Dördüncü dönemi başlatırken, PKK'nin iç savaş tehlikesini tamamen ıskalayan bir gaflet içinde olduğu söylenemez. Bu bakımdan, Mehmet Ali Birand, 1 Haziran tarihli Posta Gazetesinde, Türk kamuoyunun biraz daha sertleşeceğini göz önüne almadığı ve bu cephenin nabzını doğru dürüst tutamadığı için, "PKK, büyük bir hesap hatası yapıyor" diye yazarken yanılıyor. Ortada, bir değerlendirme hatasından kaynaklanan bir hesap hatası yok. Tersine, PKK, iç savaş veya Türk kamuoyunun giderek sertleşmesi riskini göze almış gözüküyor. Daha doğrusu, artık bu riskin baskısı altında davranmak ve kendini sınırlamak yerine, "biraz da siz düşünün" dercesine onu devletin ve hükümetin sahasına sürüyor.
Hükümeti düşürmek
Öte yandan, çeşitli sözcülerinin açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla, PKK'nin yeni yönelişinin gerisinde bir başka tespit, kabul veya yargı daha yatıyor: Kendisine açılan krediyi değerlendiremeyen AKP hükümeti, Kürt sorununun siyasi diyalog yoluyla çözülebileceği uygun muhatap değil; tersine tehlikeli bir hasım ve rakip.
Taraf'taki köşesinde, nihayet anladım derken de Ahmet Altan'ın hala nedenlerini anlamaktan uzak olduğu durum budur: "Son dönemlerde de, PKK'nın ve BDP'nin, Kürtlerden nefret eden, Kürtlerin lehine olabilecek her çözümü engelleyen CHP ile MHP'den değil de, sonuca ulaştıramasa da 'Kürt açılımı' yapmaya uğraşan, Kandil'den gelenleri 'içeri' alan AKP'den nefret etmesini, sürekli ona çatmasını kavrayamıyordum.
Sonra birden anladım, Güneydoğu'da PKK ile BDP'nin dışındaki tek "siyasi" güç AKP'ydi ve onlar için Kürt meselesinin çözülüp çözülmemesinden daha önemli olan oralarda AKP'nin güçlenmemesiydi."
Ahmet Altan, sorunu ve ihtilafı sıradan bir partiler arası siyasi rekabete indirgeyerek basitleştiriyor; AKP iktidarı altında yaşananların ve Kürt tarafının görünüşteki çelişkili tutumlarının aslına uygun bir özetini vermiyor. Meselenin aslı şudur: Bütün bu dönem boyunca, Kürt hareketi, AKP hükümetinden gelen her çözüm sinyaline olumlu cevap verdi; hükümetin elini güçlendirmeye çalıştı; buna karşılık, sözüm ona "çözüm"le kılıflanmış her tasfiyeci girişime karşı şiddetli bir direniş gösterdi.
Şimdi, PKK, kendisine tasfiye bıçağını dayayan AKP hükümetine, onu sarsma, dengesini bozma, yaslandığı güç dengelerine kama sokma, referanduma giden bir süreçte hırpalama ve giderek iktidardan etme hamlesiyle cevap veriyor. Dördüncü dönem ve yeni yöneliş, aynı zamanda bu anlama geliyor. Sonuç olarak, Başbakan Erdoğan ve partisi, açılımdan orta yoğunlukta bir savaşa dönüşü nasıl izah ederlerse etsinler, şu gerçek değişmeyecektir: AKP hükümeti bir çatışmasızlık dönemi daha bozuk para gibi harcamıştır.(KK/EÜ)
_____________________________________________
* Kenan Kalyon'un yazısı Ekmek ve Özgürlük dergisinin Mayıs-Haziran 2010 sayısında yayınlandı.