Günlerdir ana gündem maddelerinden birini oluşturmaya devam ediyor Hanefi Avcı. "Haliç'te Yaşayan Simonlar; Dün Devlet Bugün Cemaat" başlıklı kitabıyla da kitabında dile getirdiği iddialarla da ilgilenmiyor ve kitabını okumayı reddediyorum.
Basından izlediğim kadarıyla kitapta anlatılanların ya da dile getirilen iddiaların önemsiz olmasından kaynaklanmıyor kitabı okumayı reddedişim. Hanefi Avcı'nın şahsında işkence suçu işlemiş olmanın önemsizleştirilmesiyle karşı karşıya kaldığımız konusundaki kaygımdan kaynaklanıyor.
Sözüm ona geçmişimizle yüzleşmeye en hazır olduğumuz bir dönemde bizi, Ergenekon-Cemaat arasındaki hesaplaşmaya sıkıştırarak, Hanefi Avcı'nın mimli bir işkenceci olduğu unutturulmaya ‒en iyisinden suçu hafifletilmeye‒ çalışılıyor. Her şeyden önce ve dile getirdiklerinin hepsinin ötesinde Hanefi Avcı bir işkencecidir ve işkence bir insan hakları ihlali ve insanlığa karşı suçtur.
Kısaca söyleyecek olursak insanın değerini oluşturan insanların yapıp ettiklerinin, ortaya koyduklarının tamamı değil bazılarıdır. Değersiz şeyleri yapanlar da nihayetinde tek tek kişilerdir. Nasıl ki bazıları değerli eylemleriyle tür olarak insanın değerine katkı sağlıyorlarsa, insan haklarını ihlal edenler, hele hele de insanlığa karşı suç işleyenler kendi şahıslarında tür olarak insanın ‒insan olmanın‒ değerini azaltıyor.
Bazı suçların insanlığa karşı suç olmalarının nedeni, bu suçların bazı kişilerin şahsında doğrudan insan olmanın kendisine karşı işlenmiş suçlar olmaları nedeniyledir. İşkence de insanlığa karşı bir suçtur. İşkence yapan, işkence yaptığı kişinin değerine/onuruna dokunmuyor. Yaptığıyla doğrudan insan olmanın değerine/onuruna dokunuyor. Yaptığı eylemle eylemine maruz kalanın değerinden değil, kendi şahsında insan olmanın değerinden bir şeyler eksiltiyor. İnsan olmayı değersizleştiriyor.
Hanefi Avcı da kendi şahsında insanlığa karşı suç işlemiştir. Avcı'yla ilgili basında yer alan haberleri, yazıları, yorumları ve kendisinin açıklamalarını gördükçe dehşete kapılıyorum. İşkenceci olduğu sadece bir iddia olarak kalmayıp belgelenmiş ve ayrıca kendisi tarafından da itiraf edilmiş olmasına karşın, bir kişi olarak gördüğü saygı karşında dehşete kapılmakla kalmıyor, insan olarak utanıyorum da. Avcı'nın işkenceci olmasını paranteze alıp onunla ilgili tartışmayı Ergenekon-Cemaat arasındaki hesaplaşmayla sınırlandırmaya teşvik ediliyoruz.
Hanefi Avcı'ya saygı duyanlar, onun geçmişiyle yüzleşmesini, işkencelerinin mağdurlarını bulup onlardan özür dileyip hatta "dost" olmasını önümüze koyuyorlar. Ne güzel! İşkence yapmış olanlar neden çekiniyorlar ki, neden onların yargılanıp cezalarını çekmelerini istiyoruz ki? Ortaya çıkıp nasıl vicdan azabı çektiklerini anlatsınlar; halen hayatta olan mağdurların kendileriyle, olmayanların da aileleriyle bir araya gelerek onardan özür dileyip, hatta helallik alsınlar. Böylece işkence görmüş olanlar da işkence yapmış olanlar da iyileşsinler.
Bazı suçların telafisi yoktur. Ne yaparsak yapalım işkence görmüş olanları işkence görmemiş kişilere dönüştüremeyiz. İşkence yapmış olanlar da ne yaparlarsa yapsınlar, işledikleri suçun bedelini ödeyemezler. Ancak bazı tutumları ve eylemleriyle bir oranda işkence görmüş olanların ve yakınlarının acılarını belki biraz hafifletebilirler. Ancak bunun yolu Hanefi Avcı'nın yaptığı gibi onlardan özür dileyip, onlarla "dost" olmaktan geçmiyor. Bu, sadece işkence yapanın kendisini rahatlatır, hatta kendi gözünde ve kendi vicdanında kendisini aklar.
Oysa bu kadar büyük bir suçun bedelinin ödenmesinin üç boyutu vardır. Birincisi halkın vicdanında mahkum edilmesi; ikincisi, gereğince yargılanarak suçunu çekmesi; üçüncüsü ve belki de en önemlisi, kişinin işlediği suçun affedilemeyecek bir suç olduğunu kavrayarak kendini mahkum etmesidir. Hanefi Avcı olayında ne yazık ki bu üçünü de görmüyoruz. Gördüğü saygıyı göz önünde bulundurursak toplumun vicdanında mahkum edilmemiş ve hatta edilmemesi için çaba gösterilmektedir. Avcı işlediği işkence suçları nedeniyle yargılanıp ceza almadığı gibi, önemli görevlerde bulunmaya ‒"bizlere hizmet etmeye"‒ devam etmiştir. Kendi kendisini işlediği suçlar nedeniyle mahkum etmek yerine, "geçmişte hatalar yaptım ama bakın artık ne kadar "temiz", "dürüst" ve "iyi" bir insanım" çabasına girerek kendisini aklamaya çalışmıştır.
Hanefi Avcı'ya saygı duyulabilmesinin tek koşulu kendisini mahkum edebilmesi olurdu. Nasıl mahkum edebilirdi? Bunun da dereceleri var. Bunu gerçekleştirme derecesi de saygı duyulabilip duyulamayacağını belirler. Birincisi, doğrudan kendisini ihbar edip, delil oluşturacak gerekli belgeleri de sunarak işlediği işkence suçlarından yargılanmasını sağlayarak. İkinci olarak, mağdurlardan dilediği özürleri bizlerin gözüne sokmayarak ve "ben nasıl değiştim, dönüştüm, ne acılar çektim, ne vicdan muhasebeleri yaptım" edebiyatı yapmayarak. Üçüncüsü de görevinden derhal istifa edip, herhangi bir devlet organında ya da kamu kuruluşunda asla çalışmayarak. Avcı'nın bunların hiçbirini yapmadığını biliyoruz.
Hanefi Avcı'ya ve ona saygı duyanlara şiddetle Bernhard Schlink'in Okuyucu adlı romanını ve arkasından da aynı adla sinemaya aktarılan Okuyucu (The Reader) filmini izlemelerini tavsiye ederim. Roman'ın ve dolayısıyla filmin başkahramanı Hannah, Nazi Toplama Kamplarında çalışmıştır. Yahudilerin bir kamptan diğerine sevkiyatı sırasında çıkan yangında 300 kişi ölür. Savaş Suçları Mahkemesi'nde Yahudilerin yanarak ölmelerine göz yuman yetkili olarak yargılanır, doğrudan kendisinin işlemediği bir suçtan ömür boyu hapis cezası alır. Yirmi iki yıl sonra Hannah affedilir. Cezaevinden çıkacağı gün dışarıyla tek bağlantısı, geçmişte bir ilişki yaşadığı Michael onu almaya gelir. Ancak Hannah dışarı çıkmayı reddederek intiharı seçer. Hannah'nın, yargılanırken değil ama cezaevinde geçirdi yıllarda yaptığı gerçek bir yüzleşmedir. 300 Yahudinin ölmesinden doğrudan sorumlu olmamakla birlikte, Nazi kamplarında çalışmış olmakla işlemiş olduğu suçun ağırlığının ve bunun affedilemeyecek olduğunun farkındadır. Resmi makamlar onu affettiğinde bile Hannah, kendisini kendi vicdanında affetmemiştir. Bunu da intihar ederek göstermiştir. (NY/EÜ)
____________________________________________________________________________________
* Nermin Yavlal, Hacettepe Üniversitesi, İnsan Hakları Anabilim Dalı Doktora