Marmara Denizi’ni endüstriyel kirliliğe karşı korumak ve deşarj yoluyla Marmara’ya bırakılan atık suların durdurulması amacıyla 2021 yılında 18 yurttaş tarafından açılan dava, çevre hukuku ve hak arama hürriyeti açısından kritik bir eşik olarak değerlendiriliyor.
Dava kapsamında talep edilen analiz ve ölçüm masrafları kara testleri için 296 bin 520 TL, deniz testleri içinse 1 milyon 200 bin TL olarak belirlendi.
Söz konusu miktarın, çevre davalarında istenmiş olan en yüksek bilirkişi keşif ve laboratuvar masrafı olduğunu söyleyen dava avukatı Tunç Lokum, 18 yurttaşın kendi imkânlarıyla bu davayı devam ettirebilmelerinin mümkün olmadığını ve hak arama hürriyetinden bahsedilemeyeceğine dikkat çekti.
“Özel şirketin başında, kamu görevlisi var”
Dava açıldığı tarihten bu yana atık su pompalanmasında geometrik artış yaşandığını dile getiren Lokum, Marmara Denizi'nin, Cumhurbaşkanlığı kararıyla özel çevre koruma bölgesi ilân edildiğini; bu kapsamda, Çevre Kanunu, Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği ve Anayasa Mahkemesi’nin kümülatif etki kararı dikkate alındığında, evsel atık dahi bırakmanın hukuka aykırı olduğunu vurguladı.
Ergene Derin Deşarj A.Ş.’nin, sanayicilerden oluşan bir şirket olduğunu, başında ise Tekirdağ Valiliği’nin yer aldığını aktaran Lokum, şunları kaydetti:
“Özel bir şirketin başında, kamu görevlisi var. Mahkeme sürecinde, talep edilen belge de firma tarafından sunulmadı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın denizlerdeki kirlilik izleme programı verileri, TÜBİTAK’ın Marmara Denizi analiz raporları ve sürekli atık su izleme sistemi (SAİS) kayıtları gibi belgeler mahkeme dosyasına girmedi. Şirket, ‘Biz kirletmiyoruz, arıtılmış su basıyoruz’ savunmasıyla geçiştiriyor.
“Normal koşullarda arıtılmış suyun, tekrar fabrika sistemine dönmesi, yüzde 75’inin kullanılması veya arıtılmış suyun, tarım arazilerinin sulanmasında kullanılması lazım. Bunu yapmıyorlar. Ayrıca, Çorlu’daki sanayi bölgeleri, tek bir sektörün oluşturduğu sanayi bölgeleri değil. Deri, boya, demir çelik, ilaç ve başka kimyasalların oluşturduğu atık suyun arıtılması mümkün değil. Davada ispatlamaya çalıştığımız, şu anda var olan koşulların Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliğinde yer alan kriterlere uygun olmadığı gerçeği.”

“Yüzde 100 arıtma mümkün değil”
Eleştirilerin odağındaki Ergene Derin Deşarj A.Ş.’nin Genel Müdür Vekili Murat Aktaş ise altyapı yatırımlarının mevzuata uygun olduğunu ve arıtılan suyun ileri biyolojik ve kimyasal süreçlerden geçtiğini belirtti.
Aktaş, tüm altyapının tamamlandığı ve günlük kapasitesinin 400 bin metreküp olduğu tesisin, şu anda 230 bin metreküp arıtılmış suyu denize deşarj ettiğini söyledi. Aktaş, altyapı, organize sanayi bölgesi (OSB) arıtma tesisleri ve derin deniz deşarj sisteminden oluşan üç etaplı, 120 milyon dolar değerindeki projede 9 OSB ve 6 arıtma tesisinin yer aldığını belirtti.
Yüzde 100 arıtmanın mümkün olmadığını dile getiren Aktaş, denize verilen suyun 7 bin mikrosiemens/cm ile insan teması ve tarımsal kullanım için uygun olmadığını; fakat bu tuzluluk oranının deniz için düşük olduğunu belirtti. Geri dönüşümde daha çok kullanılabilir su için de çalışmalar planlandığını aktaran Aktaş, mahkemede talep edilen verilerin kendilerinde olmadığını, ilgili kurumlardan talep edilmesi gerektiğini söyledi.
Marmara’daki müsilaj sorununu sadece derin deşarj sistemine bağlanmasının da yanlış olduğunu ileri süren Aktaş, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Borular yerleştirilmeden önce deniz dibinde müsilaj vardı ve yüzeye çıkmamıştı. Marmara’da müsilaja neden olan birçok etken mevcut. Bu durum, sadece derin deşarj sistemine indirgenemez.”

Trakya Platformu: “Bu proje başından beri yanlış”
Trakya Platformu Yürütme Kurulu Üyesi Murat Sevgi ise 2011’de başlatılan projenin “baştan itibaren yanlış” kurgulandığını söyledi.
Sevgi, 10 Nisan 2011’de yapılan “Ergene Hayata Dönsün - II” eylemlerinin 7 Haziran seçimleri öncesine denk geldiği için kamuoyunda karşılık bulduğunu belirtti. Sevgi, 6 Mayıs 2011’de dönemin Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun başlattığı “Şafak Harekâtı”nın ise Ergene Havzası’nı kapsaması gerekirken yalnızca Tekirdağ’la sınırlı kaldığını hatırlatarak şöyle dedi:
“O çalışmanın ürünü olarak Derin Deşarj Projesi diye Ergene Nehri çevresindeki fabrikaların sıvı atıkları Organize Sanayi Bölgelerinde kurulacak Atık Arıtma Tesisleri’nde (AAT) toplanacaktı. Bu AAT'lerin çıktısı kapalı kanallar üzerinden Marmara Denizi kıyısına ulaştırılacak ve buradan kıyının açıklarında, metrelerce derine verilecekti. O gün de söyledik, bugün de söylüyoruz: AAT çıktılarını denize vermek ölümdür. Bu sorun sadece teknik değil, aynı zamanda şeffaflık, denetim ve irade meselesidir.”
Sevgi, arıtma sürecinin maliyeti ve kapalı kanal sistemi nedeniyle şeffaflıktan uzak yürütülen projeye dair endişelerini her aşamada dile getirdiklerini söyledi. Firmanın günlük maliyetleri açıklaması gerektiğini vurgulayan Sevgi, bu verilerin arıtma yapılıp yapılmadığını gösterdiğini belirtti. Marmara’nın acil çözüme ihtiyaç duyduğunu ifade eden Sevgi, çevre mücadelesinin ise artan maliyetler nedeniyle giderek zorlaştığını sözlerine ekledi.
Tekirdağ Barosu: Masraflar caydırıcı nitelikte olamaz
Ergene Derin Deşarjı davasına müdahil olan Tekirdağ Barosu Çevre, Kent ve İklim Değişikliği Komisyonu Başkanı Büşra Gürbüz ise çevre davalarının yüksek maliyetler nedeniyle neredeyse imkânsız hale geldiğini belirtti.
Gürbüz, baroların açtığı davaların "ehliyet" ve "menfaat ihlali" gerekçeleriyle reddedildiğini ve Avukatlık Kanunu’na göre baroların çevreyi savunma görevine sahip olduğunu; ancak mahkemelerin bu yetkiyi tanımadığını ifade etti.
Komisyon Başkanı son olarak, adli yardım ödeneği çözüm olarak önerilse de, dava kaybedildiğinde savunucuların masrafları yine üstlenmek zorunda kaldığını belirterek, mahkeme giderlerinin caydırıcı olmaması ve adalete erişimin kolaylaştırılması gerektiğini vurguladı. (SCİ/TY)








