Salı akşamı (10 Mart), saat 20.20...
Tam Amargi'de yapılacak olan Beyoğlu Katip Çelebi Mahallesi muhtar adayı Belgin Çelik'le dayanışma kokteyline katılmak için işten yola çıkıyordum. Amargi'yi aradım ve transseksüel bir kadın arkadaşımızın (Lambdalı olduğunu ve adının Ebru olduğunu öğrenebildim Pınar'dan) evinde katledildiği haberini aldım. Pınar (Selek) "Kokteylin dağıldığını ve herkesin yas halinde olduğunu" söyledi.
Kokteylde buluşmak üzere randevu vermiştim fikir almak isteyen birine. Hayat hiç bir zaman planladığımız gibi gitmiyor. Ne yapacağımı bilemedim birden. Pınar'ın önerisiyle Belgin'i aradım. "Yapabileceğin bir şey yok, bir şey olursa haber veririz" dedi. Çok kötü geliyordu sesi....
Hala ne yapacağımı bilemiyordum. Tekrar aradım Amargi'yi. Hilal (Esmer) "Bildiğim kadarıyla Lambdalılar birlikte karakola gidiyorlarmış. Olayın soruşturulması için baskı yapmak istiyorlar" dedi.
"Gidecek takatim var mı?" diye tarttım kendimi. Bulamadım içimde o gücü...
İşten çıktım, arabada nefes alamadığımı hissettim. "Eyvah panik atak geliyor" dedim içimden. Eve gidip yalnız kalacak gücü bulamadım, Habibe'nin (Yılmaz Kayar) ofisine gittim. O anda transseksüel bir arkadaşımın öldürüldüğünü söylediğimde yaşadığım acıyı anlayabilecek feminist bir arkadaşımla aynı semtte olmanın ne büyük şans olduğunu fark ettim...
"Transseksüel bir arkadaşımız öldürülmüş" diyebildim Habibe'ye. O anda ağlayabileceğimi hissettim. Habibe ne dediğimi anlayamadığı için tekrar sordu. Daha yüksek sesle tekrarlarken yine kendimi koyveremedim, ağlayamadım...
Ofiste nefes alamama duygum geçmediği için "sakinleştirici mi alsam?" diye geçirdim içimden. Ama Habibe halimi görünce, konuyu sürekli değiştirerek ve yüzünden eksilmeyen gülümsemesi ve sakinliğiyle, önce bulantımı geçirmek için bisküvi, sonra da bir bardak çay getirdi. Bir süre sonra baktım ki, acıyla baş edemediğimde hep yaptığım gibi, Habibe'nin sükunetine kapılmışım ve başka şeylerden konuşuyoruz.
Ofisteki bir saatten sonra eve gidip yemek yapacak kadar "normal" hissettim...
Yemek yaparken "Desperate Housewifes / Ümitsiz Ev kadınları"nı izledim ve kendimi senaryoya kapılmış buldum dizi biterken.
Babamı aradım, sonra annemle konuştum. Korkuya kapılmasınlar diye arkadaşımızın öldürüldüğünden bahsetmedim...
Günlük rutinlerimi yapmaya koyuldum. İçimdeki isyan ve acı bir buz duvarına dönüştü...Yoksa bu kadar acıyla nasıl baş edebilir insan? Bazen acı öyle yoğun oluyor ki, ondan kaçmaktan başka çare olmuyor...
Sonra dedim ki; "Kaçmaktan başka çaren yok, ama en azından neden kaçtığını anlatabilirsin..."
Bir kaç gün içinde bir transseksüel kadın cinayetine dair başın açıklaması, protesto eylemi duyurusu göndeririz size. Her zaman yaptığımız gibi... Üçüncü sayfa haberi haline gelen acılarımız, gidenin ardından rutinleşen eylemler; İnternet boşluğunda kaybolur bir süre sonra. Acıyla baş etme yöntemimiz pek çoğumuzun...
Dilek'i (İnce) kaybettik geçen sene. Ahmet'i (Yıldız), Ege'yi (Tanyürek). Bu sene Ebru'yla (Dilan Pirinç) başladı. Bitmeyecek biliyoruz.
Dilek'i kaybettiğimizde bir kadın listesine gönderdiğim eylem duyurusu üzerine "Burası eşcinsellerin örgütü mü?" diye sormuştu üyelerden biri. Kızmamıştım. Hatta üyelikten atılmasını isteyenlere birbirimizi anlamaya ve tanımaya ihtiyacımız olduğunu yazmıştım. Bu sefer yalnızca bir duyuru olsun istemedim...
Birileri "su testisi şu yolunda kırılır" diyecektir... Başka birileri "bir pislik daha temizlendi". Kimileri merhamet, kimileri nefret, bazıları da umursamazlık duyacaktır. Ama birileri de isyan öfke, acı, korku duyacaktır...
Bense ağlamak istiyorum yalnızca. İçimdeki acı kadar ağlamak...Ve ağlayamıyorum. Duygularımızı dondurmadığımız zaman yaşamla baş edemiyoruz bazen.
Sabah kalkmak ve gülümsemek istiyorum. Sabah haberlerinde içimi ısıtacak bir şey duymak.
Salı gecesi (10 Mart). Saat 23.56...
Gökyüzüne baktım ve karanlık gecede parlayan bir yıldız gördüm. Umudun olduğunu söyleyelim birbirimize... Karanlık gecelerde parlayan yıldızlar olduğunu... (YÖ/BÇ)