Feminizmin temel mücadele alanlarından biri, cinsel şiddetin şiddet değil cinsellik olarak algılanmasına karşı verilen mücadele. Cinsel şiddeti cinsellik, hatta pornografi malzemesi olarak sunmaya çalışan ana akım medyadaki ataerkil yaklaşım da, feminizmin çokça sorunsallaştırdığı bir durum.
Cinsel şiddetin ana akım medyada pornografikleştirilmesi, toplumsal yaşamda gerektiği gibi ele alınmamasına yol açtığı gibi cinsel şiddete ilişkin ataerkil yaklaşımların yaygınlaşmasının belki de en önemli kanalı.
Bu nedenlerle feminist hareket, tecavüzün medyada ele alınma şeklinin ataerkilliğine karşı sürekli bir mücadele yürütüyor. Bu sürekli mücadelenin sonuç vermesi de elbette kaçınılmaz.
Bu mücadelenin sonuçlarına örnek olması bağlamında, tecavüzü meşrulaştırmayan ve pornografikleştirmeyen iki diziyi ele almak istiyorum.
Örnek olarak ele aldığım "Fatmagül'ün Suçu Ne?" ve "Öyle Bir Geçer Zaman Ki" dizilerinin, feminizmin; tecavüz suçunun nasıl ele alınması gerektiği konusunda çizdiği çerçevenin yer bulduğu diziler olduğunu düşünüyorum.
Dizi tanıtımlarında "tecavüz"
Doğrudan tecavüz üzerine bir kadının yaşamındaki değişimleri ve tecavüzün sonuçlarını işleyen "Fatmagül'ün Suçu Ne?" yayına başlarken, ilk bölüm tanıtımları hep tecavüz sahnesi üzerinden gitmişti, hatırlayacaksınız.
Gecikmeli olarak ilk bölümü izlediğimde, tecavüz sahnesi üzerinden, türlü insanlık dışı erkek egemen yorum dolaşıma sokulmuştu bile. Tecavüz sahnesinin uzunluğu dışında beni rahatsız eden bir sahneyle karşılaşmamıştım.
Tecavüz sahnesinin uzunluğu ise dizinin, "tecavüzü şiddet değil de cinsellik olarak algılayan ve reyting malzemesi sayan erkek egemen bakış açısıyla çekildiği" kuşkusu doğurmuştu. Diziyle ilişkim bu ön yargıyla başlayınca, sonraki bölümleri de izleyip sinirlerimi hırpalamak istemedim.
Elbette tecavüzün fantezi kabul edilebildiği ve en insanlık dışı biçimlerde kendine meşruiyet bulabildiği erkek egemen bir kültürde, dizinin reyting rekorları kırması kaçınılmazdı.
Ben izlemesem de toplumda algılanış şekli, dizinin feminizmin gündeminden çıkmasına izin vermedi. Evdekilerin diziyi izlemesine engel de olamayınca, diziyi izleyenlere katıldım ben de. Eleştirdiğim şeyi izlemek kaçınılmaz hale de geldi.
Diziyi ön yargılarımla izlediğimden, sürekli erkek egemenliği üreten bir falso yapılmasını bekliyordum. Ama izlemeyi sürdürdükçe falso görmediğim gibi, tersine erkek egemenliğe karşı ciddi bir sorgulama ve karşı çıkış olduğunu fark etmem uzun sürmedi.
Bu da ikna etmedi beni elbette. Olaylar geliştikçe reyting almak uğruna erkek egemen topluma mutlaka taviz verileceğini bekliyordum. Açıkçası hala da bekliyorum. Ama 31 bölüm gösterilen dizide henüz o falsoyla karşılaşmadım. Hatta dizideki erkek egemenliğe karşı çıkışı yakalayınca, izlemediğim baştaki bölümleri de gecikmeli izledim.
Erkek egemen bakışa karşı çıkan bir örnek
Ve bugüne kadar olan seyrine bakınca diyebilirim ki; "Fatmagül'ün Suçu Ne?" dizisi, erkek egemen bakış açısına açıkça karşı çıkan bir örnek. O yüzden ilk bölümden sonra diziyle ilgili basına ilettiğim eleştirilerimi geri alıyorum.
Belki tecavüz sahnesinin uzunluğu tartışılabilir hala ama şimdi izlediğim gözle izleyince sahneyi, "Üç erkeğin tecavüz edip dördüncü erkeğin etmediğini göstermek için belki başka türlü kurgulanamamıştır" diye iyimser düşünüyorum.
Ve başta kadın senaristler ve yönetmen olmak üzere, tüm dizi ekibinin cinsel şiddet konusunda doğru bir hassasiyetleri olduğunu sanıyorum. Dizinin kadın senaristleri ve yönetmeninin, dizinin seyrinde çok büyük katkıları olduğunu tahmin ediyorum.
Elbette dizide erkek egemen bakışa ne kadar karşı çıkılırsa çıkılsın, bu karşı çıkışı anlamak ve tartışmak bir yana, tecavüze meşruiyet malzemesi yapmak refleksi sona ermiyor. Oysa dizi tecavüz meselesini tam da olması gerektiği gibi, doğru bir yerden ele alıyor. Çok açık ve doğru mesajlar veriyor. Ama anlamak istemeyince öğrenmek de mümkün olmuyor. Oysa diziden öğrenilecek çok şey var.
Kadınların hayatındaki gerçeklikle örtüşen sahneler
En başta, Fatmagül karakterinin yaşadığı derin acı ve ayakta kalma mücadelesi çok şey anlatıyor. Fatmagül'ün yaşadığı tecavüzün sorumlusu olmadığının altı sürekli çiziliyor. Tecavüze uğrayan kadınları suçlu addeden erkek egemen zihniyete ilk cevap bu şekilde veriliyor.
Fatmagül'ün hiçbir suçu olmadığı halde, yengesi ile nişanlısı Mustafa ve ailesinin onun durumunu utanç olarak algıladıkları, kişisel olarak yaşadığı acıyı hiç görmeyip, bu acıya karşı onu desteklemek yerine, kendi toplumsal saygınlıklarının kaygısına kapıldıkları çok iyi vurgulanıyor.
Ancak dizide bu karakterlere hiçbir saygınlık atfedilmiyor ve bu şekilde saygınlık koruma telaşındakilerin, gerçekte saygınlıktan ne derece uzak olduğu da betimleniyor.
Onların saygınlık telaşı değersizleştirilirken, Fatmagül'ün ayakta kalma mücadelesi olumlanıyor. Dizi bu anlamda açık bir şekilde tecavüze uğrayan kadından yana bir tercih yapıyor.
Nişanlısını çok seven, kendini ona karşı bir şekilde "suçlu" hisseden Fatmagül, tecavüze uğradığında kendisine hiçbir destek sunmayan ve onu yargılayıp mahkûm eden nişanlısının katil olmasını engellemek için kendini feda ediyor ve yengesinin gerek namus temizleme gerekse tecavüzcülerin ailesinden "namus diyeti" almak uğruna kendini evlenmeye zorladığı Kerim'le evlenmeyi kabul ediyor.
Kerim ise tecavüz eylemine katılmamakla birlikte, tecavüzü engellememenin suçluluğu ile "sahip çıkmak" adına Fatmagül'le evleniyor.
Buraya kadar olanlarda eleştirilecek yanlar var kuşkusuz. Kadınların "namusun temizlenmesi" uğruna evlendirilmesi ve "namus" kavramının bekâret üzerinden ele alınışı, klasik ataerkil bakıştan kopmuş değil.
Ayrıca tecavüze uğrayan bir kadının ayakta kalması için bir erkeğin "sahip çıkmasından" başka olanak tanınmaması da ataerkil bakışı olduğu gibi yansıtıyor.
Ancak bu durum pek çok kadının yaşamında gerçekliğe de denk geliyor maalesef. Hele öyküyü kaleme alan sevgili Vedat Türkali'nin öyküyü yazdığı dönemde, belki bugün olduğundan daha keskin bir gerçekliğe tekabül ediyor. Ancak dizideki kadın bakış açısı bu noktadan sonra devreye giriyor.
Kerim'in en olumlu yanı, tecavüzü "namus" meselesi yapmaması
Kerim karakterinin tecavüz eylemine karışmamasına rağmen bunu engellememiş olmaktan gelen sorumluluğu, gerek kendi hissettiği pişmanlık gerekse Meryem karakteri ile sürekli vurgulanıyor.
Kerim bu vicdan muhasebesi ile her durumda Fatmagül ile dayanışma gösteren, ona olan duygularından dolayı bir beklentisi olsa da bir zorlama göstermeden sabırla bekleyen ve onarmaya çalışan bir durumda kurgulanıyor.
Bu vicdan muhasebesi nihayet kendini ve olayı ihbar etmeye kadar varıyor. Kerim'in çizilmeye çalışılan tüm olumlu yönlerine rağmen, bu olumlama, tecavüzü engellememesini meşrulaştırmadan ve unutturmadan yapılıyor. Ama belki de Kerim'in en olumlu yanı, tecavüzü "namus" meselesi yapmaması.
Tecavüzcü erkekler
Tecavüzcü diğer üç karakterin her biri ise, tecavüz eden olarak, farklı bir yaklaşımı sergiliyor. Erdoğan karakteri yaptığından hiçbir pişmanlık duymayan, yaptığını ört bas etmek için her türlü yolu meşru gören tipik "aktif kötü" bir karakter olarak kurgulanmış.
Böyle bir olay hiç yaşanmamış gibi hiçbir yüzleşmeye ihtiyaç duymayan, yaşamının olağan akışındaki konforun bozulmaması dışında hiçbir kaygısı olmayan, olay ortaya çıktığında ise paniğe kapılmak dışında tepki vermeyen Selim karakteri ise "pasif kötü" bir karakter olarak kurgulanmış.
Olaydan dolayı şiddetli suçluluk duyan ve bir gün olsun vicdan azabından kurtulup önceki yaşamına dönemeyen, nihayet birleşen olaylarla kendini öldürme noktasına kadar gelen Vural karakteri ise, kötülükten duyulabilecek pişmanlığı, iyiliğe dair ufak da olsa bir umudu simgeliyor.
Tecavüzcü erkeklerin farklı çizilen profilleri aracılığıyla, tecavüzün, tecavüz eden erkeklerin yaşamlarında da farklı biçimlerde nasıl sonuçlar doğuracağı, yine tecavüz eylemi meşrulaştırılmadan aktarılmaya çalışılıyor.
Tecavüzcü erkeklerin ailelerindeki erkekler ve kadınlar
Tecavüzcü erkeklerin ailelerindeki erkekler ile kadınların bir kısmı saygınlıklarının zedelenmesi dışında bir kaygıya kapılmazken, kadınlardan bir kısmının tecavüzden nasıl kendilerinin de etkilendikleri ise çeşitli vesilelerle anlatılmaya çalışılıyor.
Selim'in annesi rolündeki Perihan karakteri oğlunu asla affetmez ve ört bas etme çabalarına dâhil olmayı kaldıramazken, Erdoğan ve Vural'ın annesi rollerindeki Hilmiye ve Leman karakterleri hiçbir şey olmamış gibi davranmayı, tecavüzü örtbas etmeye sessizce veya iştirak ederek ortak olmayı tercih ediyor.
Ancak Perihan karakteri de zaman içerisinde tecavüzcü oğlunu kurtarmaya çalışan anne rolüne dönüşüyor. Yine de baştaki eleştirel tavrını azımsamıyorum, o tutumu sürdürmesi daha etkili olurdu. Ancak ortada çıkar çatışması olduğunda, insanların savundukları değerlerden de uzaklaşabileceklerini gösteren bir örnek konumuna evriliyor giderek.
Tecavüzcü erkeklerin ailelerinde farklı tutum sergileyen tek erkek ise Vural'ın babası rolündeki Şemsi karakteri. Şemsi her şeye rağmen oğlunun psikolojisini ilk plana alarak, oğlu ne yaparsa yapsın destekleme pozisyonunu tercih ediyor.
Meltem ve Meryem'in Fatmagül'le dayanışması
Meltem karakteri ise Fatmagül'ün yanında yer alacağını ilan ederek, meselenin kadınlar cephesindeki seyri konusundaki farklılığı en üst noktaya taşıyor.
Meryem karakterinin Fatmagül'le kurduğu kadın dayanışması, onunla sürekli empati kurmaya çalışması, her durumda destek olması, oğlu gibi yetiştirdiği Kerim'e zarar gelecek olsa, yani aslında çıkar çatışması olsa dahi Fatmagül'ü desteklemeyi tercih etmesi ise ataerkilliğe en açık karşı çıkışı simgeliyor ve meseleye en doğru yaklaşımın nasıl olması gerektiği mesajı Meryem karakteri aracılığıyla veriliyor.
Mukaddes'in hamileliği de ataerkilliğe taviz vermeden işlendi
Dizide yalnızca Fatmagül'ün yaşadığı cinsel şiddet değil, Mukaddes'in hamileliğini gizleyerek evlenmiş olması meselesi de ataerkilliğe hiçbir taviz verilmeden ele alındı.
Seyircinin beklentisi, negatif bir karakter olarak kurgulanan Mukaddes'in bir şekilde cezalandırılması iken, dizi ekibi Mukaddes'in cezalandırılmasına izin vermeyerek, bence ataerkilliğe karşı ciddi bir direniş sergiledi.
Mukaddes'in Rahmi'yle hamileliğini gizleyerek evlenmesini bir kandırma değil "sığınma" eylemi olarak kurgulamak, bence ataerkilliğin ciddi bir sorgulamasıydı. Bedel ödeyenlerin kadınlar olduğu, kadınların "namus" sopasıyla istemedikleri hayatlara mahkûm edildikleri Mukaddes karakteri ile ortaya kondu.
Negatif karakter olarak kurgulanan Mukaddes'in kadınlığı dolayısıyla yaşadığı mağduriyetle seyircinin empati kurmasına çalışıldı. Hoşlanmadıklarımızın dahi mağdur edilmesine izin vermemiz gerektiği, bence çok naif aktarıldı.
Mukaddes'in evlilik dışı edindiği Murat'ın hiçbir şey değişmeden eskisi gibi benimsenmesi, Mukaddes'le konunun konuşularak eski yaşamlarının devam ettirilmesi, Mukaddes'in eski sevgilisinden uğradığı şiddete karşı onunla dayanışma gösterilmesi, oldukça önemli mesajlardı.
Elbette evlilik dışı çocuk edinmenin de olağan olduğunu, hamilelikten dolayı kadınların evlenmeye zorlanamayacağını göstermek daha doğru bir yaklaşım olurdu ama mevcut öykünün kurgusu çerçevesinde gösterilen yaklaşımın da çok değerli olduğunu düşünüyorum.
Fatmagül'ün kendi ayakları üzerinde durma mücadelesi
Son olarak, toplumsal erkeklik rolleri ile kendisinden beklenenleri yerine getirmekten uzak olan Rahmi karakterine olumluluk atfedilirken, her biri toplumsal erkekliğin örneği olan Kerim dışındaki erkek karakterlerin olumsuz kurgulanması, aslında toplumsal erkeklik meselesine de dokunulduğunu gösteriyor.
Dizinin içinde ele alınan pek çok konuda ataerkilliğin ciddi bir teşhiri ve sorgulaması yapılıyor. Ama elbette tüm bunlardan önemlisi, Fatmagül'ün baştan beri "sahiplenilmeye" karşı çıkması, kendi ayakları üzerinde durmak için sürekli adım atması ve kendisine reva görülen hayatı kabul etmemesi. Umarım benzer durumdaki kadınların hayatı için umut olur bu mesajlar.
"Senin zaferin oldu, kızgınlığım bundan"
Dizinin derinlemesine feminist bir analizinin yoğun bir emek getirdiğini düşünmekle beraber bir gün yapılmasını umuyorum. Doğru yaklaşımın çok iyi kurgulandığı yüzlerce sahneye değinmem mümkün değil. Ancak bir sahneyi örnek vermek istiyorum.
Bence en önemli sahnelerden biri, Kerim'in olayı ihbar etmesinden sonra Fatmagül'ün Kerim'i göklere çıkarmayıp hatta Kerim'e kızgınlık duyması, bunu da "Başta ben ihbar etmedim, sen ihbar ettin, senin zaferin oldu, sana kızgınlığım bundan" benzeri bir ifadeyle dile getirmesiydi. Kerim'in ihbarının, Kerim'i meşrulaştırmayan ancak yüzleşmesini de değersizleştirmeyen bir biçimde sunulması çok anlamlıydı.
Tüm bunlara rağmen, keşke Fatmagül'e tecavüz eylemine karışmış Kerim'le evlendirilmek yerine, Kerim ve Mustafa'dan bağımsız bir hayat kurgulanabilseydi diye gönlümden geçiriyorum. Kerim yine dayanışma gösteren bir karakter olarak kurgulanabilirdi. Buradaki çelişki de Kerim'in kendisiyle yüzleşmesi ile giderilmeye çalışılıyor, bunu da değersiz bulmuyorum.
Tecavüze rağmen yaşamak...
Fatmagül tecavüze uğramasaydı, onu "namus" kavramı sınırlarıyla sevebilen Mustafa'yla yaşamaya mahkûm olacak, belki o hayatta Mustafa'nın bu yanıyla pek karşılaşmayacak ve pek çok şeyin farkında olmadan mutlu olduğunu sandığı bir hayat sürecekti.
Tecavüz onun bu hayattan kopmasına neden oldu. Ancak hayatına giren bu travma onun kendi ayaklarının üzerine basan, güçlü bir kadına evrilmesinin de önünü açtı. Burada tecavüze maruz kalan kadınlara verilen, onları güçlendirecek çok anlamlı bir mesaj olduğunu düşünüyorum.
Tecavüzü uğrayan kadınlara suçlu olmadıkları, haklarını aramaları, tecavüze rağmen hayatlarını olumlu bir yere evriltebilecekleri mesajı verilmesini çok değerli buluyorum.
Öyle Bir Geçer Zaman ki: Bir ileri iki geri
İkinci olarak, "Öyle Bir Geçer Zaman Ki" dizisini ele almak istiyorum. Dizinin feminist perspektiften sorgulanması başka zaman daha geniş bir yazının konusu olur umarım. Ben diziyi daha çok tecavüze yaklaşım açısından ele almak istiyorum.
Dizide Cemile'ye eski kocası Ali'nin tecavüz ettiği sahne, tecavüzü hiçbir şekilde pornografikleştirmeyen, tecavüz eylemine dair karelere yer vermeyerek tecavüzü cinselleştirmeyen şekilde kurgulanmıştı.
Tecavüzün olduğu evin dışındaki havanın güzelliği, güneşin aydınlığı, çocuk Osman'ın oyunu ve fonda çalan müziğin huzuru ile evde yaşanan tecavüzün acısı ve karanlığı arasındaki uçurumun yarattığı huzursuzluğu insanın iliklerine kadar hissettiren, olağanüstü güzel bir kurguydu. Birileri çok büyük acı çekerken dışarıdaki yaşamın hiçbir kötülük yokmuş gibi akabilmesi insanı daha çok çarpıyordu.
Kadının yaşadığı acıyı erkek arkadaşlarım dahil herkes iliklerine kadar hissetmiş ve tecavüzcüden nefret etmiş. Çok vurucu ve doğru bir anlatım kullanıldığını düşünüyorum. Sahne bütünüyle kadın duyarlılığı ve bakış açısıyla çekilmişti. Eski kocanın tecavüzüne karşı çıkış anlamında ataerkillikten uzak bir yaklaşım sergilenmesi de önemliydi.
Dizide "fettan, acımasız, şirret" gibi sıralanabilecek olumsuz betimlemelerle çizilen ve olumsuzlamaların içine alttan alta gayrimüslimliği de eklenen Caroline karakteri ile fedakâr anne ve eş rolüyle olumlanan Cemile karakteri, yine "fettan ve şirret" bir biçimde kurgulanan Mesude karakteri ile yine "şirret" bir biçimde kurgulanan Neriman karakteri aracılığıyla bir yandan annelik ve ev hanımlığı yüceltilirken, bir yandan "aileyi parçalayan kötü kadınlar"ın olumsuzlanması suretiyle klasik ataerkil bir yaklaşımla ailenin ve milliyetin kutsanması sürdürülüyor ve bu anlamıyla dizi "Fatmagül'ün Suçu Ne?" dizisinden epey ayrılıyor.
Ancak dizide bir yandan da Berrin karakterinin Ahmet'le yaşadığı ilişki aracılığıyla ataerkil değerlere de karşı çıkılıyor. Bu haliyle dizi, ataerkillikle hesaplaşma konusunda, bir ileri iki geri bir yaklaşımdan öteye gidemiyor. Ancak tüm bunlar bence tecavüzün resmedilmesi anlamında sergilenen olması gereken yaklaşımı değersizleştirmiyor.
Feminist mücadelenin dönüştürdüklerinin medyaya yansıması
Her iki dizi de tecavüzü ataerkillikten arınmaya çalışan bir şekilde ele alarak, önceki benzerlerinden epey uzak bir yaklaşım sergiledi. Feminist mücadelenin yaşamda dönüştürdüklerinin ana akım medyanın popüler televizyon dizilerine de sirayet etmesi ve kitlelere sunulması çok önemli kadınlar için.
Her iki dizideki kadın yönetmen ve senaristlerin, hatta erkek senaristin, erkek egemen baskın algıya rağmen erkek egemenliğe karşı çıkan bir yerden tutum almalarının çok değerli olduğunu düşünüyorum.
Kadınların, kadın bakış açısını koruyarak kendilerine yer edinmesinin çok zor olduğu medya sektöründe, özellikle kadın yönetmen ve senaristlerin bu cesur tutumlarının es geçilmemesi gerekiyor.
Gösterdikleri bu tutum, belki de pek çok kadının yaşamına olumlu katkı sağlıyor, dizi ekibindeki kadınların bu emeklerini (aslında mücadelelerini) görmezden gelmemek önemli.
Diziler feminizm perspektiften incelenirken, yalnızca cinsel şiddete yaklaşımları açısından değil, her iki dizinin yönetmeninin ve "Fatmagül'ün Suçu Ne?" dizisi senaristlerinin kadın olmaları açısından da incelenmesinin faydalı olacağını düşünüyorum. Dizi ekibindeki kadınların cinsel şiddete yaklaşımda sergiledikleri rol ve üstlendikleri yük de başlı başına inceleme konusu olabilir. (YÖ/BB)