Kısaltılmış halini aktardığımız, Yasemin Öz imzalı bu yazı, "Anneannem Satı Çetin'e..." atfıyla ilk olarak KaosGL 'de yayınlandı. Fotoğraf: KaosGL
Aile hikâyem; "LGBTİ+'lar aile değerlerini yozlaştırıyor, aileler elimizden gidiyor" diyerek bizim canımız pahasına sandık hesabı yapan rantçı yobazlara, bu uğurda Anayasa yapmaya kalkanlara, ahlaksızlık ve yozlaşma ile çürümüş homofobik, transfobik ve kadın düşmanı, insan hakları ve onuru tanımaz, anti-demokratik bir örgütlenme yapısına, insanca cevabımdır.
Benim çoğulluk ve karanlık, dayanışma ve yalnızlık dolu aile hikâyem, kutsallaştırdıkları ama hiçbir kutsalı olmayan, hangi değerleri içerdiği belirsiz "aile" kavramına ve ilkeleri belirlenmeyen "aile"nin kutsallaştırılmasına itirazdır.
Aile; sevgi, dayanışma, eşitlik, birbirinin sınırına girmeme, özgürlük olduğunda, dengeli, sağlıklı bir iş birliği varsa faydalı olabilir.
Çatışma, kavga, şiddet, sömürü, kısıtlama, baskı, yasak, engel koyma varsa; o ailede korunacak bir şey yoktur, yıkılması gerekir.
#lgbtiailelervardır
(...)
Anneannem çok sevgi dolu ve ailesini çok sahiplenen, başı dik, aklı açık, emekçi kadınlardı. Ben tanımadan önce yoksulluk, yoksunluk ve şiddet ortamında 6 çocuk büyütene kadar belki kendini epey yok saymış olabilir ama ben tanıdığımda neşesine değer verecek kadar da yaşam doluydu. Çok da direndi zaten ölüme, her seferinde ölecek diye yüreğimiz hoplarken. Çok taburcu oldu şeker komalarından çıkıp o hastanelerden. Dayak, yoksulluk, ev temizliğine gitmek dahil; hayat ne getirdiyse bazen zengin bazen fakir her şeyi ile yaşamayı başaran ama kaşını çatmadan yüzü gülen anneannem. Giyinmeyi, makyaj yapmayı, denize girmeyi, kadınlığı bilen; benim ilkokul okuma şansı bile olmayıp hayatlar başarmış, kuşaklarca hayatlar inşa etmiş anneannem.
Çok belliydi uyumsuzluğum
Çoğalmayı çok sevdiğinden ve kalbi dünyayı kucakladığından; ben doğmadan bir çuval kıyafet, bebek battaniyesi hazırlamış bana. Anneme çok düşkündüm ben, annem nereye gitse ördek yavrusu gibi peşinden giderdim. Annem okula gidip beni anaokuluna bıraktığında "Beni de götür diye" ağlar, annem dönene kadar beni sevmediği için bıraktığını düşünüp yas tutardım. Bırakılmayı ceza gibi algılardım. Hem hiç uyum sağlayamazdım kavgacı, saldırgan çocuklara. Onlar bahçeye girince içeri saklanır, içeri girince bahçeye saklanırdım. Hayatım kalabalıktan kaçarak geçti, her gün kalabalıklar arasına karışırken. Kimseye diyemedim; "Ben aslında kalabalık sevmiyorum, uyumsuzum".
Ama zaten çok belliydi uyumsuzluğum. Hep kargaşa çıkarıp ikaz edildim kalabalıkta. Okulda, yurtta, sosyal ilişkilerimde, sivil toplumda. Sevmediğimden değil kalabalıkları; annemle, sevdiğimle, kendimle yalnızlığımı sevdiğimden. Yoksa yatılı okulu da sevdim, yurttaki ve sivil toplumdaki arkadaşlarımı da. Sahici olan her şeyi sevdim. Çünkü anneannemin kalabalık ve sahici evinde büyümüştüm. Kalabalığı en çok bundan sevdim. Yine de annemle yalnızlığım ayrıydı. Onu paylaşmayı sevmezdim. İlla annemle yatayım isterdim. Annem yanaştırmıyorsa anneannem, babaannem, yengemler, teyzem, küçük halam. İlle de bir kadın şefkati olacak yanımda ve ben ana rahmi gibi güvenli bir limana sığınacağım. Artık ne kadar korktuysam bu dünyada gözümü açınca. Bu hayatta başıma gelecekleri bilip kendime yoldaş aradım belki. Neyse ki korkutucu olduğu kadar kötü geçmedi hayat. Korku başa gelenden beter.
Kızlar öyle yapmaz!
Anneannemin bir tek "Kızlar öyle yapmaz!" şeklindeki telkin ve ikazlarını sevmezdim küçükken ve yaşlı olduğu için saçma şeylere inandığını düşünür, elbette hem iplemez hem kabul etmezdim. Onun dışında anneannem beni hep kollayan, her zerresiyle sevdiğini sözünden, kucaklamasından, benim için yaptıklarından, beni beğenmesinden, arkadaş gibi sohbet edip dinlemesinden, beni dikkate alıp önemsemesinden hissettirirdi. Tüm ailesini koşulsuz severdi. Ne kadar hata yapsak olduğumuz gibi kabul eder ve korurdu. Kirpiğime yaş değdirmez, kıyamazdı. En kötü cezası çimdiklemesiydi ki feci yakardı, o korku da beni biraz dizginlerdi ki pek nasibimi almadım. Kardeşim ve ben gözbebeği gibiydik. Kendi bir kere bile üzüp ağlatmadı. Neşeliydi, bazen gülelim diye göbek bile atardı bize. Öyle güzel hoplatırdı ki göbeğini, ne kadar uğraşsam öğrenemedim. Ama parmağımı çok iyi şaklatmayı, annemin aksine, öğrendim ondan.
Anneannem annemin hayatta tek dikkate aldığı, kardeşi dışında tek dert arkadaşı, akıl yoldaşı, en sevdiğiydi. Benden bile çok severdi belki annesini ve haklıydı. Çünkü 11 yaşında yatılı okula gitmiş, 20 yaşında beni doğurmuş ve bildiği çok şeyi dürüstlük, adalet ve vicdanına güvendiği annesinden öğrenmişti. Kendi küçüktü daha benim annemken. 17 yaşında Türkiye'nin ilk yatılı kız okulu protestosundan dolayı okuldan atılan ve Danıştay kararı ile bütünlemede mezun olma hakkı kazanan, davasının basın kupürü sandığında saklı 28 kızdan biri annem. Komünist annem 17 yaşında yaş büyüterek köy okuluna atanmış, orada tanıştığı babamla 19 yaşında evlenmişti. Saygısı da, dayanışması da, dostluğu da büyüktü annesine. Dikiş makinesinde kendisine kıyafetler diken annesine. Annemi herkesten kıskanır ama annesi ve kardeşlerinden kıskanmazdım. Çünkü öyle sevgi dolu, sahici, emek verilen bir aileleri vardı. Kötülük kapıdan girmezdi.
Sevgi hak edilen bir şey
Her yaz uçarak anneanne evine gider, anneannem ve dayımlarla sevgi dolu ve güvenli kollarda neşeli günler geçirirdim. Adile Naşit ve Münir Özkul'lu Neşeli Günler filminin içinde geçti çocukluğum. Ne çilelere bana mısın demezdi anneannem. Ne dayımlara uygulanan devlet işkencesine ne de miting yasaklarına. 5 yaşlarımda Karlı Kayın Ormanını şehirlerarası otobüste bağırarak söylemeye başladığımda beni susturamayıp duyduğu telaş, dert diye nadir anlattıklarındadır; 80 faşist darbesi sırası.
(...)
Anneannem oruç tutar, namaz kılardı. Yaşlanınca da eşarp, yazma takmaya başlamıştı. Ama bilerek ve isteyerek oğlan gibi, eşcinsel torununu severdi. Ben garip gelmezdim ona. Sevgi dolu gelirdim, içimi görür ve içimi, dışımı kucaklardı. Bilirdi, herkese açık kalbimi ondan almıştım. O kalbini karartmadı fazla, tüm çileye ve ahlaksızlığa rağmen. Ben anladım ki sevgi hak edilen bir şey.
Balkonda otururum genelde Çaycuma'da. Çay içerim anneannem var gibi. Ormana ve dağa bakarım. İçim huzur dolar yeşillik arasında. Ama yan balkona bakmam. Anneannem yoktur. Dayımla sahile gideriz arabaya binip, çarşıda gezeriz. Balık yeriz. Sonra yengemlere giderim. Gece yarısı çayları gelir. İlla ki holhol (gıybet) yapılır. Holhol hayatın zevkidir, kötülük değil. Hayatı değerlendirip iç dökmektir. İç dökülür ve herkes birbirine geri döner. Dönemeyen öfkesinin yalnızlığında kalır. Çok sevilirim her evde. Gelişim kutlanır, gidişim istenmez. İnsan bunu bilince; sevgiyi, vazgeçilmeyip, gözden çıkarılmamayı çok iyi bilir.
Anneannem o hükmü sevgiyle verdi
Bana ne güzel bir şehir ve miras bıraktın anneanne. Çocukken annemle, seninle otobüsle gelirken Ankara otogarından bindiğimiz Özbartın Gerede'yi geçip Mengen ve Devrek'e yaklaşırken geçtiğim tünellerin heyecanı aynı bende. Zonguldak kavşağından Bartın yoluna dönerken kendimi tutamıyorum. Hele nehrin üstündeki köprüyü geçince "İşte ev, işte benim yeşil, huzurlu şehrim" diyorum.
Bana bu dünyaya ait olmayı bıraktın. Bana anaerkil aile kültürü öğrettin. Bana çileye, zulme, yokluğa direnme, boyun eğmeme ve mücadele etme, kötülüğü seçmeme, birbirini ve tüm dünyayı koruma, kavga etmeyip tüm farklılık ve arızalarımızla birbirimizi sarmayı öğretti tüm ailem. Ben bunu öğrendim ve bu yolu seçtim.
O benim anneannem. Kimse onu benim gözümle izlemedi. Bu benim anneannem, yalnızca benim.
Güzeldir anneannem benim. Anneannem annemden, annem benden güzeldir. Kadınlar güzeldir.
Efendiler; LGBTİ+'yım diye siz anneannemle arama girip anneannemin ilk kız torunu hakkında hüküm veremezsiniz. Anneannem o hükmü sevgiyle verdi. Siz karışamazsınız. Ne haddiniz ne yetkiniz! Ailelerimize karışamazsınız! Biz kendi akışımızı ve kucaklaşmamızı kendimiz biliriz. Size hacet yok!
Yazının tamamı için burayı tıklayın.
(YÖ/AÖ)