Tasarlanmış, planlanmış ve sınırları çizilmiş bir projedir. Doğunun kalbine sokulmuş bir Turuva Atı'dır. AKP, Amerika Birleşik Devletleri'ni (ABD) yöneten yeni muhafazakarların (Neo-cons) geliştirdiği "imparatorluk" siyasetinin İslam dünyasındaki taşıyıcı unsurudur.
Durum o kadar açıktır ki, daha AKP kurulmadan Amerikalı strateji uzmanlarının ve siyaset kurucularının yazdıkları, insana, "bu kadar da olmaz" dedirtecek türdendir. Üstelik, AKP'de bunu saklamamakta, kabul etmekte, dahası söz konusu durumdan sakınmasız bir fırsatçılıkla yararlanmaya çalışmaktadır.
Türkiye'nin yeri
Konuyu ve bu "işbirliğini" aşağıda kanıtlarıyla açacağım. Ancak, daha önce, İstanbul'da Sinagoglara ve İngiliz Konsolosluğu'na karşı yapılan bombalı saldırıların (15-20 Kasım 2003) hemen sonrasında, bu sitede yazdığım bir yazıyı hatırlatmakta yarar görüyorum.
Söz konusu yazıda, henüz ülke gündeminde bugünkü ağırlığıyla yer almayan bir konuyu, ABD tarafından geliştirilen "ılımlı İslam" projesini değerlendirmiş ve Türkiye'ye bu proje bağlamında biçilen yeni role işaret etmiştim. Özetle şunları yazdım:
"İstanbul'da patlayan bombalar, başta Washington olmak üzere Batı başkentlerinde 1990'lı yılların ortalarından beri hazırlanan, Türkiye'nin küresel düzen içindeki yerinin yeniden tanımlanması yönündeki tartışmaları da tetiklemiş görünüyor...
Türkiye'ye bir test alanı olarak bakılıyor; ılımlı İslam ile radikal İslam'ın kapışacağı bir alan. Batı basınında, "Sandık bombayı yenecek mi?" diye soruluyor. Sandık ile işaret edilen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) oluyor, bomba ise radikal İslam.
Türkiye'ye yeni rol
"Batı, Atlantik ötesi ve berisiyle kendisine yönelik küresel bir tehdit olarak algıladığı radikal İslam'a karşı çözümü, giderek artan oranda, ılımlı İslamı güçlendirmekte arıyor.
Artık, hem ABD hem de Avrupa'daki Amerikancı çevreler, geçmişten farklı olarak Türkiye'ye yeni bir rol biçmeye hazırlanıyor. Doğrusu, diğer Batı Avrupa ülkelerinin de (Almanya-Fransa) bu role pek itiraz ettikleri söylenemez. Dolayısıyla, daha önce, 'modern, laik ve demokratik bir ülke' olarak Müslüman dünya için örnek oluşturduğu belirtilen Türkiye, bundan sonra 'demokratik İslam ülkesi', diğer bir deyimle 'ılımlı Müslüman ülke' olarak bütün Doğuya bir 'model' olarak sunulmak isteniyor.
Bu yönde Batı basınında çıkan yazılarda gözle görülür bir artış var. Türkiye'deki AKP hükümetinin, bu model için 'ideal' bir politik ortam oluşturduğu belirtiliyor."
Dervişin zikriyle fikri
Yazdıklarım özetle böyleydi. İslami yönelimli ve muhafazakar yeni orta sınıflara ve yine aynı yönelime sahip ve fakat orta ölçekli olmak sınırlarını aşan Anadolu burjuvazisine dayanan AKP yönetimi, bu konjonktürden aldığı güçle, ülkede sınırlı bir İslamizasyonu gerçekleştirebileceğini görüyor. Yani, AKP de Batılı merkezlerle aynı şeyi düşünüyor.
Esas olarak ABD'ye dayanarak ülkede iktidar alanını genişletme stratejisi izleyen AKP, bu yolla hem kendi tabanının beklentilerini karşılama olanağını elde ettiğini sanıyor hem de Marmara sermayesi ile uzlaşarak yeni bir iktidar bileşimi oluşmayı hedefliyor. Bugün sistemin pilot kabininde yaşanan şiddetli gerilimin nedenini burada aramak gerekiyor.
Şeriat istiyorlar mı?
Ancak, AKP Türkiye'yi katı bir "şeriat ülkesi" haline getiremeyeceğini görüyor. Dahası, bu amacı terk etmiş görünüyor. Böyle bir amacın, çok şiddetli bir toplumsal ve siyasal çatışma yaşanmadan gerçekleşmeyeceğini 28 Şubat'tan sonra kavradıkları anlaşılıyor. Zaten, geleneksel İslami hareketten de bu nedenle kopuyorlar.
Diğer taraftan, Batı ve küresel sermaye ile entegrasyon arayışında olan muhafazakar yeni burjuvazinin de böyle bir talebinin (şeriat) olmadığını kaydetmek gerekiyor.
Düşük yoğunluklu bir İslamizasyonun hamlesi, bu kesimleri tatmin edecek gibi görünüyor. AKP'nin İmam Hatip Liseleri'nin önünü açmak için yürüttüğü ısrarlı çaba bu çerçevede değerlendirilmeli.
Bir proje olarak AKP
Evet, yukarıda da belirtildiği gibi AKP; ABD tarafından geliştirilen "Büyük Ortadoğu Projesi" ve "ılımlı İslam" siyasetinin bir ürünü, Washington'da tasarlanmış ve Ankara'da yürürlüğe konulmuş politik bir projedir.
Amerikan istihbaratının önde gelen Ortadoğu, Türkiye ve İslam uzmanlarından Graham Fuller'in, 1990'lı yılların başından beri "ılımlı İslam" projesi üzerinde çalıştığı bilinir.
Fuller, Ortadoğu'daki anti-amerikan radikal islamcı akımları önleme ve geriletmenin yolunun, laik sistemleri desteklemekten değil, aksine radikal islamcı partileri küresel kapitalist sistem içine çekecek ve özlerini dönüştürecek bir yaklaşımı benimsemek gerektiği tezini yıllardır savuruyor.
Fuller'e göre, Batılıların Doğuda laiklik konusundaki ısrarının hiçbir anlamı yok. Üstelik, Müslümanların günlük yaşamlarında dini nasıl yorumlayıp uyguladıkları ABD'nin stratejik çıkarlarını da hiç ilgilendirmiyor. Önemli olan şey, bu ülkelerin ya da örgütlerin anti-amerikan bir niteliğe sahip olmamasıdır.
O da ancak, ılımlı bir İslami modeli geliştirmekle mümkündür. Bu çerçeveden bakılınca, Fuller'e göre, Fransız ekolünü izleyen laik Türkiye başarısız bir örnektir. İslam dünyasından, onları etkilemeyecek ölçüde uzaklaşmıştır. Ancak, yine de önemli bir laik birikime ve demokratik geleneğe sahiptir. Bu durumda bir "ortalama" alınabilir.
Örneğin; Amerikalı strateji uzmanlarından Dinesh D'Souza daha 1995'te yazdığı bir kitapta şöyle yazıyor: "Biz İslam köktendinciliğini dönüştürmeli, onları liberalleştirmeliyiz."
Graham Fuller'in falcılığı
Fuller ise 2000 yılında Türkiye hakkında yaptığı "şaşırtıcı" yorumda aynen şunları söylüyor:
"Türkiye, yakın bir gelecekte iki partili bir temsil sistemine gebe... Kökleri geçmişe dayanan ekonomik kriz, iktidardaki koalisyon (B. Ecevit liderliğindeki 57. Hükümetten söz ediyor) partilerinde büyük deprem yaratacak. Fazilet Partisi'nden kopan bir grup ılımlı İslamcı, geniş tabanlı bir siyasi oluşuma gidecek. Bazı etkin siyasetçiler, partilerinden istifa ederek bu yeni oluşuma katılacak. Yeni oluşum kar topu gibi büyüyüp gelişecek. Türkiye'de yakın gelecekte ılımlı İslamcılar iktidara gelecek. Ilımlı İslamcıların yanında İslami söylemlere ters düşmeyen ılımlı sol bir parti de Meclise sokulacak." (Akt. Prof. Dr. Ümit Özdağ, Yeniçağ gazetesi, 29.4.2004)
Ne demeli? Yukarıdaki satırlar bir "analiz" olmanın çok ötesine geçmiyor mu? Fuller, sizce de tasarlanmış, şartları oluşturulmuş, bağlantıları kurulmuş ve bir ihtiyat payı bile bırakmaya gerek duymayan kesinlikteki bilgilerden (henüz 2000 yılında) hareket etmiyor mu? Eğer Fuller bir falcı değilse, yeryüzünde bu kesinlikte ortaya konulan başka bir siyaset projesi örneği var mı?
AKP'nin tarihi fırsatı
AKP durumun farkındadır ve bu elverişli konjonktürü kendi siyasal hedefleri bakımından değerlendirmeye çalışmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan'ın yakın çalışma arkadaşlarından -ki AKP tarafından Başbakanlık başdanışmanlığına getirildi- Doç. Dr. Yalçın Erdoğan bu durumu çok açıkça ortaya koymaktadır.
AKP'nin teorisyenliği ile görevlendirilen Akdoğan, Ömer Çelik (Erdoğan'ın siyasi danışmanı, milletvekili) ve Taha Akyol'un katkılarıyla hazırladığı, "Muhafazakar Demokrasi" kitabında (AKP Yayınları, Ankara 2003; Önsöz R. Tayyip Erdoğan), iç ve dış dinamiklerin Türkiye'nin dönüşümü için uygun olduğunu ileri sürmektedir. Yalçın Akdoğan şunları yazıyor:
"Son iki yüzyıl içinde ilk defa iç dinamikler ile dış dinamikler örtüşmektedir. AKP'yi iktidara getiren kitlelerin talepleri ile (iç dinamikler) ABD'nin ve AB'nin talepleri aynı çizgide birleşmişlerdir. (...) Bu defa halkın istekleri ile Batı'nın istekleri birleşmiştir."
İşte durum bu kadar açık. Akdoğan, programatik hedefleri ve izledikleri siyasetin ABD'nin ve AB'nin talepleri ile birleştiğini ilan etmektedir.
Çatışma kaçınılmaz
Gel gelelim, bilinmeli ve beklenmelidir ki, "ılımlı İslam" projesinin Türkiye'de gerçekleştirilmesinin çeşitli güçlükleri bulunmaktadır. Geleneksel Türkiye eliti ağırlıklı bir kesimiyle bu projeye, en hafif deyimiyle sıcak bakmıyor. AKP de işte bu nedenle iktidar bloğu içindeki güç dengelerini değiştirmeye çalışıyor.
Ayrıca, bütün sorunlarına karşın, Türkiye laikliği önemli ölçüde içselleştirmiş ve bu yönde gelenek oluşturmuş bir ülkedir. Bu nedenle, şiddetli bir iç politik çatışma yaşamadan bu projeyi gerçekleştirmek zordur. "Soft İslam" projesinin uygulanabilmesi için, Cumhuriyetin kurucu ilkelerinin değiştirilmesi ya da en azından yumuşatılması kaçınılmazdır.
O nedenle, Cengiz Çandar ve kimi liberaller, büyük bir aymazlık içinde Türkiye'de "bağnaz bir laiklik" olduğunu ve bunun yumuşatılması gerektiğini yazıyorlar.
AKP, arkasına aldığı ABD ve AB ile şimdilik inisiyatifi ele geçirmiş görünüyor. Ancak, 2004 Aralık ayında toplanacak AB zirvesinde Türkiye'ye tam üyelik için "müzakere tarihi" verilmediği taktirde "dananın kuyruğu" kopacaktır. Bu durumda AKP'nin iktidarda kalması zordur. Bu nedenle, hükümet Batının desteğinin sürmesi için başta Kıbrıs olmak üzere bütün dış politika alanlarında "risk alarak" taviz vermektedir.
Sonuç olarak; önümüzdeki dönemde düşük yoğunluklu bir İslamizasyon girişimine tanık olacağımızı söylemek -ki somut örnekleri yaşanıyor- en azından AKP'nin bunu zorlayacağını tahmin etmek, Graham Fuller'in yaptığı kadar parlak bir "analiz" olmasa da güç değildir. (MY/BA)