1950'lerden başlayarak günümüze kadar gelen bir süreç içinde devlet, Siyasal İslam’ın gelişip güçlenmesine yardımcı oldu. Özellikle 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde sol kesime, azınlıklara ve Kürtlere karşı geliştirilen Türk-İslam sentezine dayanan politikalar, siyasal İslam’ın hızla gelişip güçlenmesine yol açtı. Bu süreçte İslami sermaye, sermaye transferleriyle politik faaliyetinin desteğini oluşturan önemli ekonomik yatırımlar gerçekleştirdi. İdeolojik yönelimini devlet ve toplum hayatının bütün alanlarına sokan siyasal İslam, dinin toplumsal etkisinden de olağanüstü derecede yararlanarak, siyasette önemli bir güç oldu. Siyasal İslam’ın gücü devlet, toplum ve siyaset ilişkilerinden, yani sistemin kendisinden kaynaklanmaktadır.
Türkiye'nin 1947'den itibaren ABD yönlendirmeli bir ülke haline geldiği tartışılmaz bir gerçek. Bu süreçte ABD'nin komünizmi kuşatma stratejisinin bir aracı olarak dinin kullanılması söz konusuydu. ABD, Yeşil Kuşak Doktrini dahilinde İslamcı akımları destekliyordu. Bu iki unsurun diyalektiği sonucu dinin sol harekete karşı kullanılması, siyasal İslamcıların önünün açılmasıyla sonuçlandı ve Necmettin Erbakan'ın Milli Nizam Partisi böylesi bir ihtiyaçtan doğdu. Siyasal İslam'ın önü açılırken bir taraftan da şeriatın gelmesi ve irtica tehlikesi ile kitleler aldatıldı. Ancak gelinen son süreçte Türkiye’de ‘ılımlı islam’ isimli yeni bir proje ortaya konmuş ve ABD destekli bu projeyle ülkede İslamcı bir parti iktidara gelmiş ve sonrasında devletin ideolojik görüşleriyle arasındaki hegemonya mücadelesinden başarıyla çıkarak ‘ılımlı islam’ her anlamda devlet kademelerinde kendini hissettirmeye başladı.
Türkiye’de uzun tek parti iktidarından sonra çok partili yaşamla birlikte İslamcı hareket ve ideolojinin doğası gereği sağ partilere yöneldi. 1945-1950 döneminde İslamcı gelenekçi düşüncenin en önemli temsilcisi, Millet Partisidir. MP, İslamcıların desteklediği ciddi bir muhalefet sergilemdi. MP’den sonra Milli Nizam Partisi (MNP) kuruluncaya kadar İslamcılar genellikle AP’yi desteklediler.
“MNP, 26 Ocak 1970’de kuruldu. Küçük esnafın çıkarlarını temsil eden MNP, İslami bir parti olarak nitelendirilmesine rağmen, kuruluşundan kapatılmasına kadar hep çekingen bir İslami söylem kullanarak laikliğe açıkça saldırmaktan çekinmemiştir. Partinin programında laiklik için; laikliği din aleyhtarlığı şekline dönüştüren her türlü anlayışa karşıyız şeklinde bir ibare kullanılmıştır. MNP, Türkiye’de bağımsız bir İslami hareketin oluşması yolunda küçük ama ilk ciddi adımdır. Yürürlükteki yasalar nedeniyle İslami kimliğini açıkça sergilemekten kaçınan MNP, İslami sistemin taraftarı olduğunu ve bu sistemi hangi yöntemle kuracağını içeren mesajları üstü kapalı ve çok da net olmayan ifadelerle belirtmekteydi.” (Duman, 1999, s.78)
12 Mart müdahalesinden hemen sonra 20 Mayıs'ta MNP kapatıldı. Genel başkan Necmettin Erbakan İsviçre'ye gitti. Kapatılan MNP'nin kadroları, 11 Ekim 1972'de, Millî Selamet Partisi (MSP) adıyla bir parti kurdular. Partinin Genel Başkanlığı'na Süleyman Arif Emre getirildi. MNP kurucularından hiçbiri MSP kurucusu değildi. MSP'nin kuruluş çalışmaları içinde yer alan Necmettin Erbakan, bu partiye resmen 1973'ün Mayıs ayında katıldı, 20 Ekim 1973'te partinin genel başkanı oldu. 14 Ekim 1973 seçimlerinde MSP 1.2 milyon oy aldı, yüzde 11'lik bu oyla 48 milletvekiliyle meclise girdi. Senato seçimleri sonucunda ise üç senatörlük kazandı. 26 Ocak 1974'te CHP-MSP koalisyonu kuruldu. Başbakan yardımcısı Necmettin Erbakan, din işlerinden sorumlu devlet bakanlığı, içişleri, adalet, ticaret, gıda tarım hayvancılık, sanayi teknoloji bakanlıklarını aldı. Ortak Pazar’a karşı çıkan ve İslam dünyasına açılımı savunan MSP, politikasını ’milli görüş’ ismiyle ortaya koyarak amaçlarının maddi ve özellikle manevi kalkınmayı sağlamak olduğunu belirtiyordu.
Türk İslam Sentezi, 1960’lardan itibaren güçlenmeye başlayan sol harekete karşı, İslamcılığı ve milliyetçiliği bir araya getirerek, tek blok olarak ortaya çıkarma kaygısının sonucu olarak gündeme getirilen bir kuram oldu. Kuramın fikri beşiği olan Aydınlar Ocağı, 12 Eylül sonrasında en öne çıkan fikir odaklardan birisi oldu. Aydınlar Ocağı’nın 1979 yılında düzenlediği “Türkiye’nin Sosyo-kültürel ve Ekonomik Meseleleri” başlıklı seminerde ortaya konulan ekonomik, sosyal ve kültürel çerçeve bütün olarak 12 Eylül Darbecilerinin rehberi oldu. Aydınlar Ocağı çevresi 12 Eylül’e destek olurken, 12 Eylül Cuntası da Aydınlar Ocağı’nın fikirlerinin yaşama geçirilmesi için büyük bir çaba verdi.
12 Eylül’ün ideolojisi: Türk-İslam sentezi
12 Eylül Darbesinin en önemli ürünü “Türk İslam Sentezi” oldu. Darbe sonrası siyasetten kültüre, eğitimden idari yapıya kadar tüm alanlar, bu ideoloji ekseninde biçimlendirildi. 12 Eylül Darbesinin baş aktörü Kenan Evren gerek Milli Güvenlik Konseyi Başkanı sıfatıyla, gerekse cumhurbaşkanı sıfatıyla yaptığı miting konuşmalarında sık sık dini motifler kullandı. Meydanlarda Kuran’dan ayetler okuyan Evren, imam hatip liselerinin yaygınlaşması, din dersinin zorunlu hale getirilmesi gibi uygulamalarıyla muhafazakarlığın gelişmesinin yolunu açan isim oldu. Gülen Cemaati, darbeyi en hararetle destekledi. Gülen’in bu desteği kısa zamanda karşılığını görmüş ve Gülen Cemaati darbe sonrası hızla büyüdü.
Evren, darbe sonrasındaki pek çok konuşmasında dine ve Kuran’a referans verip, “İslami değerler” ile “milli değerlerin” birliğinin altını çizmişti. 19 Ekim 1981 tarihinde okullarda din dersi zorunlu hale getirildi. İmam Hatip liselerinin ve öğrencilerinin sayısı arttırıldı. 1983 tarihinde imam hatip lisesi çıkışlılara, üniversitelerin her bölümüne girme hakkı tanındı.
Bu dönemden itibaren Alevi köylerine camiler yapılmaya başlandı. 12 Eylül Darbesi ve darbeden sonra yaşanan gelişmeler cemaatler tarafından coşkuyla karşılandı. “Darbeyi gerçekleştiren Kenan Evren, darbe sonrası bütün siyasal partiler kapatılınca ihtiyaç duyulan desteği, birçok siyasinin sıkışınca aradığı din öğesinde aradı. Din eğitimi anayasal bir zorunluluk haline getirilirken, imam-hatip mezunlarına ilahiyat dışındaki üniversitelerin kapıları açıldı. Böylece dini eğitim, bir meslek okulu olmaktan çıkarılıp, alternatif bir eğitim sistemi haline getirildi.” (Kongar, 2001, s.187)
Türkiye toplumunu atomize eden bireyci liberal politikalarla birleşen Türk-İslam sentezi ideolojisi, cemaatlerin gündelik yaşam içerisinde etkinliğinin artmasına neden oldu. Cemaatler giderek güçlendi ve tüm alanlarda büyük bir belirleyiciliğe sahip oldular. 12 Eylül Darbesini sevinçle karşıladılar. O dönemde adı yeni duyulmaya başlayan Fethullah Gülen Cemaati, darbeyi ve uygulamalarını açıktan destekledi. Darbenin hemen ardından cemaate ait Sızıntı dergisinin başyazısında “Ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz” sözleri dikkat çekiciydi. Askeri darbenin desteğiyle yükselen cemaatler, Özal döneminde de yükselişlerini devam ettirdiler.
“Türk-İslam Sentezi Turgut Özal iktidarı döneminde de gündemde kalmayı sürdürmüştür. Bu husustaki en önemli dönüm noktası, 12 Eylül yönetiminin kurduğu ‘Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu’nun 1986 yılının Haziran ayında toplanarak bir rapor benimsemesidir. Toplantıya Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Başbakan Turgut Özal, Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ, YÖK Başkanı İhsan Doğramacı ve Yüksel Kurul üyeleri katılmış ve burada ‘kültür unsurlarının ve kültür politikasının tespitinde uygulanacak yöntem ve sorumluluklar’ başlıklı rapor görüşülerek bir milli kültür politikası belirlenmiştir.
“Benimsenen yeni milli kültür politikasının temelinde Türklük ve İslamın milli kültürün iki temel kaynağı olduğu anlayışı yatıyordu. Bu politikaya göre Türkiye yabancı özellikle de emperyalist kültür saldırısı altındaydı. Bu saldırıları savuşturmanın en etkili yolu olarak Türk-İslam Sentezi öneriliyordu. Buna göre İslam olmadan Türklerin kimliklerini korumaları mümkün olmadığı gibi, Türklere en uygun din de İslam'dı. Tarihsel süreç içerisinde ekonomik ve toplumsal gelişmeler doğrultusunda evrilen kültür anlayışı reddedilerek değişmeyen bir kültürel ‘öz’ün bulunduğu ve bunun herzaman korunması gerektiği söylenmekteydi. Bu işlevi devlet yerine getirecek ve ‘milli kültür’ devlet eliyle yaygınlaşacaktı.”
Özal döneminde Türk-İslam sentezi doğrultusunda şekillendirme devam etti. Kendisi de bir tarikat mensubu olan başbakan İslam ve çağdaş yaşamı birarada sunarak hem doğuya hem batıya şirin gözükmeyi başardı. ABD’nin desteklediği bu proje gündemden hiç düşmedi.
12 Eylül darbesiyle birlikte siyasi haklardan mahrum bırakılan Necmettin Erbakan siyasete dönme şansını Özal döneminde yakaladı. “1987’de yapılan referandumla siyaset yasağı kaldırılmış ve tekrar toparlanma noktasına gelen RP, Erbakan’ı parti başkanlığına ve üst yönetime de MSP’lileri getirmiştir.1987 yılında yapılan erken seçimlerde Erbakan yüzde 10 barajının altında kaldı. 1989 yerel seçimlerinde Erbakan büyük bir başarı elde etti. 1991 erken seçimlerinden yüzde 16 oyla çıktı. Bu dönemde yaşanan Sivas katliamı RP’li belediye sınırları içerisinde cereyan etmesi, İslamcı kesimce ortaya atılan laik-Müslüman karşılaştırmasının çıkardığı kutuplaşmanın neticesinde olması, karşıt grubun din düşmanı gibi görülerek katledilmeye çalışılması ile hafızalara kazındı.” (Kongar, 2001, s.254)
1994 yerel seçimleri siyasal İslam’ın zaferi oldu. “12 Eylül’den sonra da RP, İslam dinini ana politikası yapmış ve böylece siyasal İslam’ı Türk siyasetinde bir temel belirleyici haline getirmiştir. Ve Erbakan 1995 seçimleriyle başbakan olmuştur. Ocak 1997’de Sincan Belediyesinin düzenlediği Kudüs gecesi nedeniyle post-modern bir darbe olarak nitelenen 28 Şubat süreci gerçekleşti. 28 Şubat 1997’de toplanan MGK’ya askeri kesim, irtica ile mücadele ve sekiz yıllık kesintisiz eğitim gibi maddelerle gelmişti. RP’nin kadrolaşmasına karşı gelen TSK, sekiz yıllık temel eğitim konusunda da ısrarlı tutumunu sürdürdü.“(Kongar, 2001, s. 280) 28 Şubat süreci birçok anlamda bugünkü siyasi durumun mimarı olması açısından daha derinlemesine incelenmesi gereken gelişmelere neden oldu.
2007 yılında RP’nin kapatılma ihtimali üzerine Fazilet Partisi kuruldu. Fazilet Partisi (FP), Millî Görüş Hareketi'nin Refah Partisi'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasından sonraki adresi oldu. Ancak FP’de 2001 yılında Anayasa Mahkemelesince kapatıldı. Millî Görüş hareketinin son siyasî partisi olan Saadet Partisi (SP), 2001 tarihinde Ankara'da kuruldu.
Milli Görüş’te ilk siyasi çatlak 2000 yılında ortaya çıktı, 14 Mayıs 2000'de yapılan FP 1. Kongresi'nde gelenekçi ve yenilikçi kanatlar arasındaki görüş ayrılığı çok net bir şekilde kendini ortaya koydu. Yenilikçilerin adayı Abdullah Gül 521, gelenekçilerin adayı Recai Kutan ise 633 oy aldı. FP’nin kapatılmasının ardından Recai Kutan’ destekleyen gelenekçi milletvekilleri Saadet Partisi'nde geçtiler. Fazilet Partisi kongresinde Abdullah Gül'ü destekleyen yenilikçiler ise ayrılarak önce Abdullah Gül daha sonra Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde AKP’ye geçtiler.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK PARTİ ya da AKP), 2001 yılında mevcut genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kurucu başkanlığında kuruldu.
Partinin genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan, AKP’nin siyasi yelpazedeki yerinin muhafazakar demokratlık olduğunu belirttı. Parti, bazı muhâlifleri tarafından Milli Görüş hareketinin bir parçası olarak görülse de Recep Tayyip Erdoğan'ın bir konuşmasında "Milli Görüş gömleğini çıkardık" şeklindeki konuştu.
Partinin, Türkiye'nin ABD ile müttefiklik ilişkilerini koruma siyaseti ve AB üyeliği yönünde attığı adımlar hem de İslam dünyası ile kurduğu sıcak ilişkiler dikkat çekici. Recep Tayyip Erdoğan ABD ve İslam ülkeleri arasında arabulucu rolünü oynamakta, ABD’nin tartşmasız en önemli müttefiklerinden biri olduklarını her anlamda ortaya koymaktadır.
Siyasal İslamın kapitalizmle, emperyalizmle hiçbir sorunu yoktur. Kapitalist sisteme karşı hiçbir itirazları ya da sisteme alternatif bir önerileri yoktur. Türkiye’de olsun dünyada olsun ister ‘ılımlı’ ister ‘radikal’ İslamcılar kapitalist sisteme itirazda bulunmamakta ve bu sistemi kendilerine en yakın sistem olarak görmektedir. Şeriatla yönetilen birçok Arap devleti ABD ile müttefiktir, ondan silah almakta, dolarla iş yapmakta ve petrol fiyatları konusunda onun belirleyici olmasına itiraz etmemektedir. Diğer tarafta ‘ılımlı’ olanlar ise kapitalist sistemin nimetlerinden sonuna kadar faydalanmaktadır. ABD onlar için dost ve müttefik bir ülkedir.
Bu anlamda ABD Yeşil Kuşak Projesini başarıyla uygulamıştır ve gelişen yeni durumlara göre revize ettiği bu projeyi uygulamaya devam etmektedir. Beklemediği ve istemediği sonuçlar ortaya çıktığında tecrübelerine dayanarak bu yeni durumları kendi lehine çevirme konusunda başarılı bir performans sergilemektedir. Arap Baharı ve sonrasında yaşananlar bu anlamıyla çok öğretici bir örnek olarak karşımızda durmaktadır.
Kaynakça
* Duman, Doğan. 1999. Demokrasi Sürecinde Türkiye’de İslamcılık, İzmir: Dokuz Eylül Yayınları
* Kongar, Emre. 2001. 21. Yüzyılda Türkiye, İstanbul: Remzi kitabevi
* Türk Kültürü. 1986. Sayı 279, Temmuz 1986, Ankara: TKAE Yay.
* AKP parti programı.
* Başkaya, Fikret . Başörtüsü Üzerinden Yürüyen İktidar Mücadelesi veya Siyasal İslam'ı Anlamak, 19 Şubat 2008, Birgün.
(Çoban, Savaş. 2013. Hegemonya Aracı ve İdeolojik Aygıt Olarak Medya, İstanbul: Parşömen Yayınları adlı çalışmamda yayınlanan bir bölümden alınmış ve yeniden düzenlenmiştir.)