“Bak biz Galata kulesine çıkar, başörtülerimizi çıkarıp ‘Rüzgar saçıma değdi’ diye mırıldanırdık. Hatta yakın bir arkadaşımla 18 yaşımdayken birbirimize söz vermiştik; para kazanmaya başlayınca Küba'ya gidip şortla gezecektik. Yani 18 yaşındaki bir insanın aklına şort giymek için Küba'ya gitmek geliyorsa burada çok büyük bir masumiyet var. Uyuşturucu ticareti yapmayacağız yahu, şort giyip güneşte yanmak istiyoruz.”
11 yaşında başını örten ve aynı yıl başörtüsü ile okula giremeyeceği gerekçesiyle okuldan alınan bir kız çocuğunun, 18 yaşına geldiğinde kurduğu hayaller bunlar.
O şu an 30’lu yaşlarının başında. 18’inde evlenmiş, 19’undayken bir kız çocuğu olmuş. Hayal ettiği gibi Küba’da değil ama artık istediği gibi yaşamak için; şort giymek veya saçını rüzgarla barıştırmak için Küba’ya gitmesi de gerekmiyor. Açıktan ilkokul, ortaokul, lise öğrenimini tamamladı ve kızıyla birlikte bir Avrupa ülkesinde üniversite eğitimine devam ediyor. Bir taraftan da başörtülü kadınların yaşadıkları zorluklar üzerine bir film çekiyor. Babası ise başörtüsünü çıkardığını hala bilmiyor…
Başörtüsünü ne zaman kullanmaya başladın ve o sürece dair neler söyleyebilirsin?
Ailem, radikal İslamcı bir aileydi. Babam katı bir dindar, annem de çarşaflıydı. Dolayısıyla başörtüsü takmayı istememe gibi bir seçeneğimin olmadığının gayet farkındaydım ve ben açıkça “Örtünmeyeceğim, ben namaz kılmayacağım” diyebilen bir çocuk değildim.
11 yaşımdayken başımı örttüm. Hiç istemediğim bir günde kapandım ve çok ağladım. O zaman söyledikleri şeyse, “Ağlaya ağlaya alışacak” oldu. Aynı yıl babam, okulu bırakmamı istedi. Ertesi yıl, 12 yaşımdayken uzun pardösü giymem gerektiğini, artık yetişkin bir kadın gibi göründüğümü söylediler, ki ben 12 yaşındayken 7 yaşında gibi görünüyordum. Bunu yaparken asıl düşündükleri ise, "Arkadaşımın kızı pardösü giymeye başladı, benim kızım da giymeli" idi. 16 yaşıma kadar başörtüsü takmak istemiyordum, sıcak geliyordu, iğne boynumu acıtıyordu, üzerimdeki pardösü batıyordu.
Bu yıl Yeşim Ustaoğlu’nun “Tereddüt” filmini izledim. Filmde 18 yaşında yeni evli olan bir kadına pardösü alıyorlar, bu bizim tesettürlü olmak için giydiğimiz pardösülerden. O sahneyi izlerken sinirden başım döndü. On yıldır o pardösüleri giymedim, ama hala sinirlerim bozuluyor onları gördüğümde. İşte bir film, kimsenin umursamadığı bir şiddeti alıp gözünüze böyle sokar. Biz bu yüzden sanata hevesli çocuklar olduk. Çünkü “ben başımı niye örttüğümü henüz anlamadım” diyen 12 yaşında ki bir kız çocuğu, 25 yaşına geldiğinde hırsını başka türlü alamıyor. Bence artık bir koca ve bir baba dert olmaktan çıkmalı, bizim derdimiz o örtünün ve o baskının neler yaptığı sonuçta.
11 yaşında okulu bırakmak zorunda kaldığını söyledin. Neden bırakmak zorunda kaldın? Bu süreci anlatabilir misin?
Henüz 11 yaşımdayken artık okuyamayacağım gerçeğiyle karşı karşıya kaldım. Zaten 6-7 yaşından beri bana söylenen şuydu; “Adet görmeye başladığında zaten okula gitmeyeceksin. Belki ortaokulu bitirirsin belki bitiremezsin, çünkü bu ülkede başörtüsü sorunu var ve bu asla çözülmeyecek.”
İlkokul dördüncü sınıfa kadar çok başarılı bir öğrenciydim. Dördüncü sınıftan sonra ise “Zaten okumayacağım, neden ders çalışıyorum ki?” dedim kendime. Beşinci sınıftayken bir gün babam yanıma geldi ve “Ben seni yurt dışına göndereceğim, şu kursa, bu kursa göndereceğim, dil öğreneceksin, okula gitme” dedi. Ben hiçbir şey söyleyemedim, odama gittim ve ağladım. Bu dediklerini yapmayacağını hissettim ve yapmadı.
O zamanlar, “Tamam ben bu sene okumamayı kabul ettim ama henüz regl olmadım. Babamla konuşup okula döneyim. Belki ortaokulu bitiririm regl olana kadar” diye düşünüyordum. Babamsa buna karşılık, “Gerekirse sana sahte diploma bile alır liseye yollarım, zaten eğitimi hiç beğenmiyorum” dedi. Ama hiç öyle bir şey yapmadı. Haftada iki kere hadis dersine, bir kere Kuran dersine gidiyordum ve evde zorla hadis ezberletiliyordu. Ama dünyadan, bilimden haberim yoktu.
Ben ortaokula gitmedim, bu yüzden ülkelerin haritada nerede olduğunu bile bilmiyorum. Çünkü buna hiç ihtiyaç duymamışım. Şu an ise arkadaşlarımla sürekli farklı ülkeleri geziyorum. Haritayı elimize alıyoruz bir ülkeden diğer bir ülkeye yürüyerek gidiyoruz. İşte ben gittiğimiz o iki ülke arasında hangi ülkelerin olduğunu bile bilmiyorum.
Başörtünü 16 yaşına kadar istemeyerek kullandın, peki 16 yaşından sonraki süreç nasıldı?
16 yaşıma geldiğimde artık her şeyi kabullenmiştim. Hatta yüzümü peçe ile örttüm. Bunu neden yaptığımın hiçbir açıklaması yok. Sadece bütün ergen çocuklar gibi doğru insan olmayı arıyorsun ve sana “doğru” olmak adına bunlar dayatılıyordu. Yani sen örneğin bir hippi olmazsın, komünist olamazsın, deist olamazsın. Sen sadece dindar olarak doğru insan olabilirsin. Aksi halde zaten evde şiddet göreceksin. Ne demek başını açıp dışarı çıkmak?
Sadece dindarlık değil bizim için önemli olan, namus algısı zaten her şeyin önünü kesiyor. Başını açtığın anda sen namussuzsun. Saçını göstermenle vajinanı göstermen aynı şey bizim babalarımız için.
O dönem, yani 16 yaşımdan sonra artık öyle bir hale gelmiştim ki, “Sabah namazını kılmadıysam bütün işlerim kötü gidecek”, “Öğle namazını kılmadıysam bütün işlerim kötü gidecek”, “Yatsıyı kılmadıysam yarın Allah bana bir ceza verecek” gibi şeyler düşünürdüm.
Zaten hiçbir şekilde cinselliğini keşfetme diye bir şey yok, onlar düşündüğünde bile günaha girdiğin şeyler. Çünkü başörtülüysen rahibe gibisin. Seni bu hale getiriyorlar ve bir süre sonra kendini suçlayan bir varlığa dönüşüyorsun. Geceleri hep Esma-ül Hüsna (Allah’ın isimleri) tekrarlayarak uyuyordum. Onun bana iyi geldiğini düşünüyordum, doğru yolu bulduracağına inanıyordum.
Bir nevi meditasyon yapıyormuşum aslında. Şimdi de yapıyorum ama o şekilde değil. Şu an deistim, herhangi bir dini inancım yok. Bir yaratıcının varlığına inanmamdan başka bir sorumluluğum yok. Şuna inanıyorum; bir hata yaptıysam aynı hatayla cezasını çekeceğim veya bedelini ödeyeceğim diye bir şey yok. Elbette evren sana bunun karşılığını gönderiyor ama tıpatıp aynısıyla olsa, bu çok basit bir düzen olurdu. Ama o yıllarda bu şekilde inanıyordum. Atıyorum bir bardak kırdıysam, bir bardak da benim başımda kırılacak gibi düşünürdüm, yani çok huzursuz bir yaşamdı bu.
Daha sonra bir evlilik yaptın. Evliliğin nasıldı, o süreçte neler yaşadın?
18 yaşımda evlendim. Açık öğretimden ortaokulu bitirmiş ve liseye başlamıştım. Ama o dönem yaşıtlarım üniversiteye başladığından dolayı benim için büyük için bir travmaya dönüştü lise. “Ben üniversiteye gidemiyorum ve cahilim” düşüncesini kafamdan atamıyorum. Bunun böyle olmadığını biliyordum. Üniversiteye gitmemenin bir cahillik simgesi olmadığının o zamanlarda da farkındaydım ama bir şekilde komplekse dönüştü bu bende.
Evlendiğim kişiyi, birazcık kültürlü ve yurtdışında yaşayabileceğim bir insan olması sebebiyle seçmiştim. Onu babamın da çok sevdiği bir kişi olmasından dolayı seçmiştim ki, babam karşı çıkamasın bu evliliğe. Kendimi çok güçsüz hissediyordum ve istediğim tarzda birini seçersem bu evliliği onaylamayacaktı. Çünkü bizim yaşam tarzımızda şöyle de bir şey var; evet kapalıyız ve asla erkek arkadaşımız olamaz.
Evliliğim de çok iyi gitmedi çünkü babam gibi bir adamla evlenmiştim. Babamdan çıkaracağım hırsı o insandan çıkardıktan sonra, kızım 4 yaşındayken evliliğimi bitirdim ve o yıl bir Avrupa ülkesine taşınmaya karar verdim. Çünkü orada üniversite okumam daha kolaydı ve orası doğaya yakın bir yerdi. Bu nedenlerle kızımla şu anda bulunduğum kente yerleştim ve hiç pişman olmadım.
Türkiye’deyken üniversite sınavına girmiş ve istediğim bölümü kazanmıştım. Ama Türkiye’de okumak ve kızımı burada büyütmek istemedim. Çünkü burada büyürse ona da bana yaptıkları gibi, 11 yaşına geldiğinde başını ört diyeceklerdi ve kızım benim yaşadığım süreçleri yaşamak zorunda kalacaktı.
Senin için sorgulamaya giden süreç nasıl işledi? Nasıl bir kırılma anı yaşadın?
19 yaşımda, kızımın doğumuyla birlikte tarif edemeyeceğim kadar güçlü hissettim kendimi. Tamamen varım ve varlığım çok güzel. Böyle bir içgüdü geldi. "Doğurduğum şey çok güzel, ben de çok güzelim, hiçbir şey yapmama gerek yok, doğru bir insan olmama gerek yok" dedim kendime. O süreçten sonra da kendi yolumda ilerlediğim sürecim başladı.
Kızımın doğumuna kadar, daha güzel giyinebiliriz diye düşünüp, “Pardösü giymesek en azından” diyerek yeni bir giyim tarzı oluşturmaya başlamıştım. Tabii eski eşimin babası da tıpkı babam gibi pardösü giymeye zorluyordu ama dinlemiyordum. Kızım doğunca artık, kot pantolonun üzerine tişört giyip başımı da örtüp çıkıyordum. Beğenmiyorlarsa kendi kendilerine eleştirsinler, diyordum. Onlar benden utanıyor, benim zaten utanacağım bir çevrem yok. Çevremdeki insanları ona göre seçmiştim, onun arkadaşı, dayısı, amcası benden utanıyorsa bu onun sorunu. Bu şekilde yaşamak bana çok büyük bir özgüven sağladı.
Doğumumu da çok kolay bir şekilde yaptım. Çünkü 19 yaşımda anne oluyordum ve bunu ben istemiştim. "Bu bebeğe bakamayacaksın" baskısı vardı üzerimde. Doktor bana, "Akşam doğuracaksın" dedi. Ona, "İki saat sonra doğuracağım" dedim, tam iki saat sonra doğurdum ve hiç bağırmadım. Tamamen "Evet, ben güçlüyüm, ben yaparım" şovuydu benim orada yaptığım. O arada da güçlü olduğumu fark ettim sanırım. Yani o 8 saatlik doğumu 2 saatte yapabiliyorsam, başımı da açabileceğimi ya da onlardan gizli bir hayat sürebileceğimi anladım.
Kızım doğar doğmaz bebek fotoğrafçılığı için eğitim aldım ve fotoğrafçılık yapmaya başladım. Biraz para kazanmak iyi geldi bana. Ailem de, eşim de bunu istemedi. Çünkü nerede sanat var, onlar ondan korkarlar çünkü işin sonunun dinsizliğe gitmesinden korkarlar. “Dinsizlik” demek de kontrolü, kuralları kaldırmak demek.
18 yaşımdan 23 yaşıma kadar hayatımı böyle sürdürdüm. Bu süreçte neler istediğimi keşfettim, şarap içmeyi denemek istiyordum, dışarı çıkıp dans etmek istiyordum. Bunlar 16-17 yaşında yapılacak şeylerdi ama şöyle dedim kendime, "Evet o yaşta yapılacaktı ama üç-beş sene sonra yap. Çok bir şey değişmez."
O dönem gayet güzel geçti, sonra baktım aslında bulunduğum dünya kimsenin anlattığı gibi ahlaksız ya da aşağılık bir dünya değil. Herkesin müzik dinlemeye hakkı var, kapalının da açığın da. Ya da ne bileyim, bir şarap içen herkes alkolik değil, kimse öyle eve gidip çocuğunu falan dövmüyor. Sana keyif veren şeylerin hiçbiri seni cehenneme götürmüyor.
Boşanma ve yurt dışına taşınma sürecin nasıl gerçekleşti?
Evliliğimizde çok büyük sorunlar vardı. Çünkü özgüvenli kadınlar, dindar erkeklerin iktidar problemi yaşamasına sebep olur. Çünkü o erkeklerin istedikleri, kendilerine uygun gördükleri “dindar kadın”, aslında itaatkâr kadındır. Ben ona asla itaat etmedim. İsteklerine, verdiği cezalara boyun eğmedim, ona karşı asla özgüvenimden taviz vermedim. Özgüvenli insanlar bilir ki, yaşam devam ettiği sürece insan aklı ve ruhu ile değişip durur. İşte ülkemizdeki dindarlık anlayışı buna ket vuruyor. Yani tanrının evreni kurarken tasarladığı mizaha bizim dindar erkeklerimiz müdahale ediyor.
Evliliğimiz süresince eşim, evden çıkmamı ya da her gün annesine gitmiyor oluşumu, bana verdiği 15-20 günlük konuşmama cezalarıyla ödetiyor ya da buna benzer farklı şiddetler uyguluyordu. Arkadaşlarıma ise çok misafirperver, çok arkadaş canlısı yaklaşıyordu. Bunu da, "Bu da dindar ama iyi çocuk" desinler diye yapıyordu. Bu şekilde bir imaj çizerek kendini gizleyeceğini düşünüyordu.
Bunları aileme de söylemek istemiyorum çünkü 18 yaşımda, kendi isteğimle evlenmiştim, eğer kötü bir hayatım var dersem, "Biz sana demiştik" diyeceklerdi. Henüz ailemin yüzüne, "Ben sizden kaçmak için evlendim, başka bir şansım yoktu" diyecek algım da yoktu. Çünkü daha hayatımın dışına çıkıp bir pencereden bakmayı keşfedememiştim.
Babam da hayatı boyunca anneme, eski eşimin bana davrandığı gibi davranmış ve onu çıldırtmıştı. Ben orada kendime şunu dedim, "İki seçeneğin var; ya çıldıracaksın ya da burada şovunu yapıp etrafındaki kadınlara örnek olacaksın." Bu nedenle hiç çıldırmaya gerek yoktu. “Bırak, ne yapıyorsa yapmaya devam etsin” dedim. Ve tehdit ettim onu. “Ben başka bir ülkeye fotoğraf çekmeye gideceğim ve buna izin vermezsen bana yaptıklarını anlatır seni bütün çevrene rezil ederim, iş arkadaşlarına, ailene ve kendi aileme rezil ederim” dedim.
Gittim, güzelce gezdim. Bu benim için çok güzel bir şeydi tabii, artık bu tehditle her şeyi yapabilirdim. Eşim iş insanıydı. Yani bunun çevresinde duyulması onun için çok berbat bir şeydi ve ben de o aralar dergilere yazı yazıyordum. Yani yediği bu haltı bir gazetede çok rahat yazabilirdim. Sonra bir arkadaşım bana, "Kızın büyüdüğünde boşanacağını söylüyordun” dedi. “Kızına silgisi kaybolduğu için ağlayacağı bir hayat mı vermek istiyorsun yoksa gerçek acılarını mı vermek istiyorsun? Ne biçim bir annesin sen, çocuğunun acılarını çalıyorsun. O bunu hak eden bir çocuk değil" dedi. Haklıydı.
Ben de kızıma kendi acılarını verdim ve boşandım. Çok sıkıntılı bir süreç olmadı, çok kolay bir boşanma süreciydi. Çok keyifliydi. Evimde bir parti verdim, eşyalarımı arkadaşlarıma dağıttım. Evden sadece kızımın piyanosunu, kendi fotoğraf makinamı, elbiselerimizi ve yatak yorganlarımızı aldım. Belki kızıma kendi battaniyeleri ile uyumak iyi gelir diye düşündüm. Kızımı daha önceden ailemin yanına göndermiştim, sonrasında ben de gittim. Net bir şekilde onlara "Ben boşanıp yurt dışına gidiyorum, ister destek olun ister olmayın" dedim. Oldular.
Ailem başörtülü olduğum sürece bana her koşulda destek olacak bir aile. Birçok arkadaşımın ailesi de böyle. Tek istedikleri şey dindar olmamız, tek istedikleri şey çevrelerine bizim iyi bir Müslüman olduğumuzu göstermek. Onun dışında Amerika'ya da gidebiliriz, uzaya da gidebiliriz. Kızım konusunda da bana aşırı destek oldular, her zaman kızımla ilgilendiler. Ben seyyahlık ettim, gezdim, otostopla olsun yürüyerek olsun, trenle olsun...
Tek karşı çıkacakları şey başörtümü çıkarmak, çünkü hep şöyle düşündüler; "Aman çok da baskı yapmayalım ki başını açmasın, çünkü biz bu kızı okula göndermedik bir de fotoğrafçılık kursuna, yurtdışına göndermezsek bize karşı bir çocuk olabilir diye düşündüler" ama ne yaparsan yap korktuğun şey seni gelip buluyor.
Peki onları bu korkularıyla yüzleştirmeyi düşünüyor musun? Yurtdışına gittiğinden beri başörtüsü kullanmıyorsun.
Evet, bu bende inanılmaz bir travma durumunda şu an. Son iki yıldır kendimi uykudan babamla konuşurken uyanmış olarak ya da birden yazı yazarken, bir işte çalışırken, bulaşık yıkarken babamla hesaplaşırken buluyorum. Ve bazen şöyle düşünüyorum, "Bunu açıklamama gerek yok."
Bunu neden açıklayamayacağımı soracaksın. Çünkü ailemin maddi desteği ile burada okuyorum ve babama, "Ben sana destek oldum, seni okuttum, sen bunu yaptın" dedirtmek istemiyorum. Hâlbuki babam beni okutmadı, babam benim hayatımdan 15 yılımı çaldı, babam yüzünden istemediğim bir insanla evlendim. Buna rağmen ben burada iki dil öğrendim, kızım iki dil öğrendi. Bilmediğim bir şehirde okula gidip geldim, hiç ortaokul ve liseye gitmeden üniversiteyi kazandım. Üniversite okuyan biri olarak bunun zorluğunu tahmin edebiliyorsundur.
Cebimde hiç para yokken uçak biletimi alıp, evimi tutup, piyanomu satıp, kızımı alarak yurtdışına taşındım. O dünyada bir kız çocuğu daha büyütmek istemedim. Çünkü Türkiye’de kalsaydım kızım 11 yaşına geldiğinde "Artık büyüdün başını kapat" diyecekler. Benim kızım yaşından büyük gösteren bir çocuk, şu an 13 yaşında gösteriyor, yurtdışına taşınmamın ve başörtümü çıkardığımı babama açıklayamayışımın bir sebebi bu. Diğer sebep de kardeşim. Eğer babam benim açıldığımı duyarsa kardeşimi de üniversiteye göndermez.
Bir senaryo yazıyorsun ve bu senaryonun filmi de çekilecek. Babanı bu durumla o senaryo aracılığı ile mi yüzleştirmeyi düşünüyorsun?
Hayır. O filmi babamın görmesini hiç istemiyorum. O filmi babama yapmadım. O filmi, böyle bir dünyanın var olduğunu göstermek için yaptım ve o benim sanatım. Kendim için, kendime yaptım.
Bak biz Galata kulesine çıkar, başörtülerimizi çıkarıp “Rüzgar saçıma değdi” diye mırıldanırdık. Hatta yakın bir arkadaşımla 18 yaşımdayken birbirimize söz vermiştik; para kazanmaya başlayınca Küba'ya gidip şortla gezecektik. Yani 18 yaşındaki bir insanın aklına şort giymek için Küba'ya gitmek geliyorsa burada çok büyük bir masumiyet var. Uyuşturucu ticareti yapmayacağız yahu, şort giyip güneşte yanmak istiyoruz. Dolayısıyla bundan on yıl sonra o filmi en çok hatırlayacak olan ben olacağım, aynı sancıyı çektiğim, aynı düşü paylaştığım kadınlar hatırlayacak o filmi.
Seninle benzer süreci yaşayan kadınlara neler söylemek istersin?
“Eğer bir kadın, bir defa arkadaşlarının yanında şapka takarak oturmayı denediyse, bir defa başını açmayı düşündüyse bunun dönüşü yok.” Bunu bana başörtüsünü çıkaran bir hocam söylemişti. Başörtüsünü çıkarmayı kafasına koyan bir insan artık bunun günah olmadığına inanıyor zaten. Kuran'da bunun yerinin olmadığına inanabilir, şu anki kullanıldığı şekliyle tasvir edilmediğine inanabilir ya da Kuran'a da inanmayabilir. Dolayısıyla zaten varlık sancısındaki o süreci atlamış oluyor, varlığını kabul etmiş oluyor. Bence en zor süreç bu.
Sonrasındaki o başını açma aşama sürecindeki sıkıntılarla ben karşılaşmadım. Kimse çıkıp "Sen ne yapıyorsun?" demedi, sadece birkaç kişi "Keşke yapmasaydın" dedi, o kadar. Onun dışında karışan olmadı. Beklediğim tepkileri almadım. Şu an babamdan da beklediğim kadar büyük bir tepki alacağımı düşünmüyorum aslında. Çünkü ben nasıl çocuğumu tanıyorsam, ailem de beni tanıyor. Ailemi bütün sosyal medya hesaplarımdan çıkardım, yıllardır sokaktaki hiçbir fotoğrafımı görmüyor babam. İlla ki bir şeyler sezmiştir yani, anlamadıysa da kendi problemi. Dünyayı olduğu gibi kabullenmemek bizim problemimiz değil, kabullenmeyenin problemi. O yüzden bu durumla artık savaşmak yerine kendime bunu öğretmeye çalışıyorum.
Bu süreci yaşayan kadınlara da tek tavsiyem, sizi olduğunuz gibi kabullenmeyen biriyle savaşmayın. O onun sorunu, o onun yarattığı yalan dünya. Sen saçın açık bir insansın ve seni öyle kabul edecekler. Sen kendini, kendi varlığını olduğun gibi kabullendikten sonra hiçbir sorun yok. Seni olduğun gibi kabullenmeyen babansa, bu onun sancısı senin sancın değil. Babanın sancısını çekmek zorunda değilsin. Ya da ne bileyim bu eşinse, toplumsa, çalıştığın iş yeriyse, bu onların yalan dünyası, senin değil. Çünkü sen olduğun gibi bir kadınsın. Başörtüsüz, saçlarını gösterebilen bir kadınsın. O, saçını gösteren bir kız çocuğunu, eşi, çalışanını kabul etmiyorsa bu onun sorunu. Bence bizi rahatlatacak en yegane düşünce bu. (BC/ÇT)