"Başörtüsü mücadelesi hiçbir zaman İslamcı düşüncelerin kamusal alanda temsili mücadelesi olmadı; Müslüman kadının da dünyadaki özgürlüklerden, haklardan yurttaş olarak yararlanabilmesinin mücadelesiydi. Şimdi o kamusal alanda başörtülü kadın var ama kamusal alan artık açık ve kapsayıcı bir alan değil. Aralarından kurtarılmış birtakım kadınlar var ve bu kadınlar aynı zamanda başka kadınlar daha az özgür olsun diye çalışabiliyorlar. Dolayısıyla başörtüsü davası tam da başörtülüler tarafından kaybedilmiş vaziyette."
Akademisyen Ayşe Çavdar ile 1990’lardaki başörtüsü yasaklarını ve 90’lardan bugüne başörtüsü mücadelesini konuştuk.
28 Şubat sürecine başörtülü bir öğrenci ve gazeteci olarak birebir tanıklık eden daha sonra ise örtüsünü çıkaran Çavdar, 90’larda kadınların başını örtmek için verdiği mücadelenin, bugün kadınların başını açmak için verdiği mücadeleyle benzerliklerini anlatıyor.
Başörtüsü gibi tamamen kadınları ilgilendiren bir konuda, erkeklerin bu tartışmalarda öne çıktığını görüyoruz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu durum 28 Şubat Dönemi’nde nasıldı, şu an nasıl?
Bir kere başörtüsü kadınları ilgilendirmiyor sadece. Böyle bakarsak erkeklerle kavgamızın sebebini de anlamamış oluyoruz. Olması gerekene değil, olana bakarak söylüyorum ki, başörtüsü şu anda biz istesek de istemesek de bir sembol. Toplumda belli bir grup insanın yaşadığını gösteriyor. Bir grup insan yalnızca Müslüman olmakla kalmıyorlar aynı zamanda İslam'ın sembollerini üzerlerinde taşıyacak kadar inançlı ve politik demek bu. Çünkü başörtülü olmayan da bir sürü Müslüman kadın var, başörtüsü takmamaları onları daha az inançlı yapmıyor ama onlarla diğerleri arasında şöyle bir fark oluyor; bir kısmı bunu üzerinde taşıyacak kadar siyasallaştırmış durumda.
Yani bu sadece kadınları ilgilendirmiyor. Eğer böyle bir siyasal manası olmasaydı ben örterdim mesela ve çok da mutluluk duyardım örtmekten ya da örtüp arada açmayı isterdim. Çünkü başörtüsü yalnızca İslami bir şey değil. Başörtüsü senin söylediğin tarafıyla, yani yalnızca kadınları ilgilendiren tarafıyla aynı zamanda son derece kadınsı ve çok hoş da bir aksesuar, dolayısıyla böyle bir şeyden, bir aksesuardan bahsetmediğimiz için üzerine acayip bir siyasal literatür binmiş, siyasal mücadeleler binmiş bir şeyden bahsettiğimiz için başörtüsü dediğimizde yalnızca kadınları ilgilendiren bir şeyden bahsetmiyoruz. Gönül isterdi ki öyle olsun ama öyle değil.
Başörtüsü 28 Şubat'ta muhalefetteydi şimdi ise iktidarda, aradaki fark bu. 28 Şubat’ta bir talep olarak vardı, bir özgürleşme talebi olarak vardı, başörtülü kadınların kamusal alanda dolayısıyla modern dünyanın içerisinde hareket edebilir hale gelmeleri gibi bir özgürlük talebi üzerinden vardı; şimdi ise başörtüsü kamusal alanda bu özgürleşmiş kadınların bulunması dolayısıyla birtakım sınırlandırmalar yapmaları söylemi ile geliyor. Bir kere en başta böyle bir farklılık var.
Yani 1990'larda, 28 Şubat öncesinde bir özgürlük söylemi, özgürleşme talebi olarak gelen başörtüsü bugün, o dönemde talip olunan özgürlüklerden vazgeçme, onları başka birtakım davalar ya da idealler adına bir tarafa itme, unutma gibi referanslarla kamusal alana taşıyor. Dolayısıyla 1990'lardaki başörtüsü söylemi ile bugünkü başörtüsü söylemi arasında 180 derece bir zıtlık var.
“Kadının kamusal alana çıkabilmesi, önce evden çıkması anlamına geliyordu”
Peki özellikle erkeklerin bu konuyla ilgili yorum yapması...
Zaten özellikle erkekler konuştukları için bu hale geldi bu hikaye. Erkekler bir sussalardı kadınların bu türden hikayelerin içerisine girmelerine gerek bile kalmayacaktı. Erkekler kendilerinde herhalde savunacak bir şey bulamadıkları için ya da “davayı sırtlarında taşıyacak kadar benimsemedikleri için” olsa gerek ki başından itibaren bu işe fazla karıştılar. Onlar karıştığı için de bu iş içinden çıkılamaz hale geldi. Yani erkeklerin etkisiyle başörtüsü söyleminin 1990’lardan bugüne kendiyle çelişir bir yolculuğu oldu.
Ama bundan da kaçış yok, bunun sebebi de şu; başörtülü kadın, başörtü mücadelesini yalnızca seküler kamusal alanda vermedi aynı zamanda evde de verdi. Çünkü başörtüsü başörtülü kadının yalnızca sokağa çıkabilmesi anlamına gelmiyordu, evden de çıkabilmesi anlamına geliyordu. Dolayısıyla evde, yani erkeğin iktidar alanında bir boşluk yarattı bu.
Şimdi erkeklerin bayraktarlığını yaptığı söylem, bana erkeklerin evdeki o boşluğu doldurmaya çalıştıkları izlenimi veriyor. Zaten o yüzden başörtülü kadınlara şaşırıyorum. Nasıl bu oyuna geliyorsunuz? Yani sen sadece modernlikten payını almak istememiştin, aynı zamanda evdeki o ataerkilden de özgürleşmek istemiştin. E şimdi ne oluyoruz? Gidip o iktidarı güçlendirecek, sabitleyecek bir şey haline nasıl getirirsin? Bunu bir tür görmeme ya da teslim olma hali olarak görüyorum.
Öte yandan 28 Şubat'ta İslamcı erkekler, başörtüsü mücadelesinde solcu erkekler kadar yanında olmadılar. Çünkü İslamcı erkekler için öncelik ailelerinden aldıkları parayla bir an önce okulu bitirip sonra da siyasete devam etmekti. Öncelikleri hiçbir zaman kendisinin benzerini ya da onunla aynı şeyi isteyenin yanında olmak, olmadı. Bunu çok sonra akıl ettiler, hala da akıl ettiklerini düşünmüyorum hatta. Hala İslamcı erkeklerin başörtüsüyle ilgili söyleminin açıkça ikiyüzlü olduğunu düşünüyorum. O zaman da öyleydi şimdi de öyle.
Onlar için zaten biz seküler iş piyasasında iş bulamayacaktık. "Okusak ne olacaktı ki?"
İkincisi "kültürlü anneler" ve müstakbel "kültürlü eşler" olarak görüyorlardı başörtülü kadınları. Hala da kavramış değiller başörtüsü mücadelesinin nasıl bir mücadele olduğunu. İşin kötü tarafı şimdiki kadınlar da pek kavramıyorlar.
“Kadınlar 28 Şubat’ta direndikleri şeye teslim oluyor”
28 Şubat'tan sonra kadınlar açısından ne değişti?
28 Şubat'ta kadınlarda İslamcı erkeklerin düşündüğü gibi "kültürlü anne" olmak gibi bir düşünce pek yoktu, bunun için okumak istemiyorlardı yani. Evet, umutsuz olanlar vardı ama kendi arkadaşlarımı düşünüyorum, "Ben çocuklarıma kültürlü anne olayım" beklentisiyle okumuyorlardı onlar. Yani çalışmak istiyorlardı, iş piyasasına girmek istiyorlardı. Çünkü çalışmak sadece para kazanmak değil, özgürleşmekti de bir yandan. Ama şunu da söylemek lazım, umutsuzlardı. O zamanlar Müslüman bir piyasaya girmen de zordu. Hatırlıyorum, ben başörtülü olduğum için yarı maaş alıyordum ve patronum da bana "Nasılsa başörtünle başka yerde iş bulamazsın" diyordu. Bu hala da böyledir.
28 Şubat'ta kadınlar çok büyük bir hakarete maruz kaldılar, her iki taraftan da. Ben bazı cemaatlerin, mesela Gülen Cemaati'nin kendi okullarındaki kadınların saçlarını açtırdığını hatırlıyorum. Yalnızca başlarını açmaya zorlamakla da kalmadı bu hakaretler. Mesela İslamcı iş adamları, piyasada irticacı görülmemek ve yanlarında eşleriyle kokteyllere gidebilmek için başörtülü eşlerinin resmi nikahını boşayıp yeni ve başı açık eşlerle evlendiler. 28 Şubat'tan hemen sonra böyle bir dönem yaşandı. Başörtülü kadınların dört-beş sene içerisinde hem kendi erkeklerinden hem seküler alemden işittikleri hakaretlerin haddi hesabı yoktu. Çok öfkelendiler fakat aynı zamanda korktular. Şu andaki durumu açıklayan şey de bu sanırım. Bir daha başlarına böyle bir şey gelmemesi için İslamcı erkeklerin iktidarına bu kadar sarılmış olabilirler. Bu durumu açıklamaya çalıştığım zaman benim aklıma başka bir şey gelmiyor.
Ama tabii bence o dönemde bile şu an AKP iktidarında kendilerine layık gördükleri kadar hakarete uğramadılar. Çünkü o dönem hiç değilse bir şeylere direndikleri için birtakım hareketlere maruz kalıyorlardı. Şimdi ise o zaman direndikleri şeylere teslim olarak aynı hakaretleri üstleniyorlar.
Başörtüsü hareketinin bütün İslamcı hareketten ayrı olan tarafı, kadını özgürleştiren tarafıydı. Şimdi başörtüleriyle başörtüsü siyaseti yapan (AKP'de siyaset yapan kadınlardan bahsediyorum) kadınların, kadın hakları, kadın özgürlükleri söz konusu olduğu zaman ortaya koydukları performansa baktığım zaman bunun 28 Şubat'tan daha vahim olduğunu düşünüyorum. Çünkü bütün o özgürlük alanlarından erkeklerin iktidarı için vazgeçiyorlar. Çünkü şu anda iktidarını savundukları erkeklerin onlara sundukları birtakım kişisel kazanımlar var. Bu korkunç bir şey, böyle bir şeyin içinde kimse olmak istemez. Çünkü bu seni sadece mevcut çürümenin bir parçası haline getirir ve başörtüsünün yalnızca bugününü değil geçmişini de anlamsızlaştırır. Zaten olan da o.
“Kadın kamusal alana çıktı ama özgür bir birey olarak evden çıkamadı”
2018'deyiz. Sizce bu "başörtüsü sorunu" çözüldü mü? Başörtülü kadınlar bu konuda ne düşünüyor?
Başörtüsünün işaretlediği sorunlardan yalnızca biri bence geçici olarak çözülmüş durumda. O da başörtülü kadının kamuda var olabilmesi, kamusal alana çıkabilmesi. Ama dediğim gibi bu mücadelenin iki ayağı vardı, biri kamusal alana çıkabilmek biri de evden çıkabilmek. Bu çözüm başörtülü kadının görüntü olarak o kamusal alanda olabilmesi manasını taşıyor ama özgür bir birey olarak evden çıkılabildiğine emin değilim.
Başörtüsünün kamusal alanda bu kadar serbest olduğu bir dönemde, kadın istihdamı rakamlarına bakıyorsun inanılmaz. Türkiye neredeyse 1950'lere, 1960'lara geri dönmüş gibi o istatistiklerde. Dolayısıyla görüntüde bu mücadele kazanılmış olsa da özgürlükler noktasında, kadının evden çıkması anlamını taşımıyor.
Aralarından bazı kadınlara birtakım güçler veriliyor; vakıf, şirket yöneticiliği gibi. Ama bunlar tekil örnekler. Eskiden de bütün başörtüsüz kadınlar zengin, bağımsız ve özgür değillerdi. Başörtüsüz kadınların evlerinde de ataerki devam ediyordu. Ama aralarından bazı seçkinler, bazı vakıflarda, bazı şirketlerde daha görünürlerdi. Şimdi aynı durum başörtülü kadınlar için de söz konusu. Bazıları tırnak içinde kurtarılmış vaziyetteler ve kendi kurtarılmışlıklarını sürdürebilmek için de erkeklerle işbirliği içindeler.
Başörtüsü eskiden muhalefette olan bir düşüncenin temsilcisi olarak kamusal alandaydı şu anda ise iktidardaki bir zümrenin temsilcisi olarak kamusal alanda ve yine temsilci. Yani yine bir siyasal temsil taşıyor.
Eskiden daha cazip bir temsil niteliği vardı, şimdi öyle değil. İktidarın cazibesi kadar, iktidarın sunduğu kadar bir cazibesi var o kadar. Dolayısıyla aslında başörtüsü mücadelesi kaybedilmiş vaziyette. Çünkü başörtüsü mücadelesi hiçbir zaman İslamcı düşüncelerin kamusal alanda temsili mücadelesi olmadı, öyle bir şey değildi. Müslüman kadının da dünyadaki özgürlüklerden, haklardan yurttaş olarak yararlanabilmesinin mücadelesiydi başörtüsü. Şimdi o kamusal alanda başörtülü kadın var ama kamusal alan artık açık ve kapsayıcı bir alan değil. Aralarından kurtarılmış birtakım kadınlar var ve bu kadınlar aynı zamanda başka kadınların gelecekleri ziyan olsun diye, başka kadınlar daha az özgür olsun diye çalışabiliyorlar. Dolayısıyla başörtüsü davası tam da başörtülüler tarafından kaybedilmiş vaziyette.
“Başörtünü çıkardığında herkes bunu üstüne alınıyor”
Bir kadın başörtüsü taktığında ve çıkarttığında muhafazakar kesimden ve laisist kesimden nasıl tepkilerle karşılaşıyor? Siz bu tepkilere nasıl bakıyorsunuz?
Ben kendi başıma geleni söyleyeyim. Ben okula başörtüsüz geldiğimde ve bir hocamla karşılaştığımda odasında bir çay içmiştik. Hocam iki gün sonra bir gazetede şunları yazmıştı: “Biz bu kızı sınıfta dersimize almasaydık, okumasına izin vermeseydik, bütün o öğrendiklerini öğrenmeseydi bugün olduğu gibi aydın ve modern bir kadın olamazdı."
Ben hayatımda bu kadar aşağılandığımı hatırlamıyorum. Başörtüsü öyle bir şey ki, onu takmak için bir parçandan vazgeçiyorsun, saçından vazgeçiyorsun ve çıkardığın zaman herkes bunu üstüne alınıyor. Başörtülü kadınlar, başörtüsüz kadınlar, İslamcı erkekler ya da İslamcı olmayan erkekler senin açmanı ya da örtmeni kendi üstlerine alınıyorlar. Bu nedenle zaten işin doğasında bedenimiz kamusal bir şey olduğu için onunla ilgili hiçbir şey yalnızca bizimle ilgili olamaz. Çünkü aynı zamanda bir manifestodur. Yani başkalarına bir şey ifade ederiz, söyleriz, mesaj göndeririz bedenimizle. O yüzden herkes üstüne alınır.
Ben başörtümü çıkardıktan sonra başörtülü birçok arkadaşımı artık görmez oldum, onlar üstlerine alındılar. Aralarından görüştüklerimle de ne kadar mesafemiz olduğunu gördüm. Yani artık aynı yerde değildik, aynı sözcüklerle konuşuyor olsak bile aynı yerde değildik. Böyle bir şaşkınlık, bir merak ama soramıyor da...
Başı açık arkadaşlarımdan da "Aa saçların ne kadar güzelmiş, kız ne yaptın böyle senelerdir kendine" diyen de çok duydum, bu da çok ağır bir şeydir. Kulağa da iyi geliyor, iltifat gibi geliyor ama bu "Kendine ne yaptın onca sene" demek sanki aklın başında değilmiş gibi, sanki o örtünme kararını, kendinle ilgili verdiğin bu kararı aklın başında değilken vermişsin gibi. Dolayısıyla aklını ve iradeni hiçe sayan, yok sayan, aşağılayan bir "iltifat" bu.
Ama bunların hepsini bir taraftan da normal karşılıyorum. Çünkü başta da söylediğim gibi. Başörtüsü kişisel bir karar değil. Başörtüsü takan kadın, "Ben topluma bir şey söylüyorum" diyor. Haliyle bunu herkes üstüne alınıyor, cevap veriyor.
Şimdi bu durum normalleşmeye başladı, normalleşmesi demek piyasanın bir parçası haline gelmesi demek ve bir metaya dönüşmesi demek. Bir yerde başörtünün artık böyle şeyler söylememesi, böyle anlamlar taşımaması demek.
“Tıpkı başını örtmek gibi, başını açmak da topluma bir soru sormak demek”
Uzun bir zaman önce başörtüsünü çıkarmış bir kadın olarak siz bu süreçte neler yaşadınız, nasıl karar verdiniz ve ne tür tepkiler aldınız?
Başımı açtığımda ben şehir de değiştirdiğim için ilk anda değil de zamanla insanları görmeye, onların tepkileriyle karşılaşmaya başladım. O tepkileri kabul edebilir hale geldikten sonra, daha kolay atlatabilir hale geldikten sonra eski arkadaşlarımı görmeye başladım.
Dediğim gibi yani, başörtülü dönemimdeki birçok arkadaşım benden vazgeçtiler ama bu vazgeçmenin sebebi başımı açmam değildi sadece. Benim düşüncelerim de değişti, yaşam tarzım da değişti.
İdeolojik çevrelerde, arkadaşlıkların ideolojik olduğu yerlerde en ufak bir değişim zaten dışlama, bertaraf etmeye döner, bu İslamcılığa özgü bir şey de değil. Bende de böyle oldu. İdeolojik temelli şekillenmeyen arkadaşlıklarım devam etti. Ama o dönem, çoğunlukla İslamcı medyada çalışıyordum, oralardan kimse kalmadı görüştüğüm. Çünkü tıpkı başını örtmek gibi, başını açmak da onlara bir soru sormak demek. Yani ben başımı örterek modern, seküler dünyaya bir soru soruyordum; "Benim başka taleplerim de var sen bunları karşılayabilecek misin?" diyordum. Başımı açtığımda da beni daha önce örtülü olarak arasına alan bütün o çevreye bir soru soruyorum; "Ee sen benim ihtiyaçlarımı karşılayamadın, vazgeçtim ben senden. Şimdi bu vazgeçişe ne diyeceksin?" diyordum. Onların da genelde bu soruya verecek bir cevapları olmuyor.
Şöyle söyleyeyim, 28 Şubat'ta bu kadar çok uğraşılmasaydı, başörtüsü yasakları olmasaydı daha evvel normalleşebilirdi başörtüsü ve bu kadar popüler bir şeye de dönüşmezdi. Yani üzerindeki baskı başörtüsünü son derece popüler bir siyasal ifade tarzına dönüştürdü.
Mesela benim hikâyemde babam ülkücüydü, ben İslamcı oldum. Babamdan farklı bir şey olmam gerekiyordu çünkü. Solcu olacak çevrem yoktu, solcu bir çevrenin içerisinde değildim. İslamcılık benim için en kolay kaçıştı. "Babam gibi olmayacağım, başka bir şey olacağım" diyerek İslamcılığa kaçtım. Başörtüsü de o kaçışın, tercihin görüntüsüydü. Bir de bütün dünyayı karşıma alıyorum; okula gidiyorum, bana karşı olan birtakım hocalarım var, delikanlılık gibi anlatabiliyor muyum? Buna o kadar güzel cevap üretiyordu ki başörtüsü.
“Başörtüsü benim yerime konuşuyordu ve birçok konuda hemfikir değildik”
Peki başörtünü çıkarma kararını nasıl aldın?
Nefes alamaz hale gelmiştim. Artık İslamcı medyada çalışamaz haldeydim, İslamcı olamayan medyada çalışamaz haldeydim. Başörtümü de iyice küçültmüştüm, varlığıyla yokluğu artık çok belli olmuyordu. O yüzden şeklen çıkarmak kolay oldu.
Fakat şu duygu asıl etkileyicidir; başörtülüyken herkes önce başörtüme selam veriyordu sonra bana selam veriyordu. Benim başörtümün altından kendi sesimi duyurabilmem için çok bağırmam gerekiyordu. Yani başörtüsü benim yerime konuşuyordu, birçok konuda da hemfikir değildik üstelik.
O kadar büyük bir şeye dönüşmüştü ki başörtüm, benim yerimi almıştı. Ben kendim olmak için açtım saçımı. Hiç de kolay olmadı, çok da hüzünlüydü, severek ayrıldık, biraz da despotik oldu ama yapacak bir şey yok.
Bu kararı vermede, yani başörtüsünü çıkarmada önemli kısım kendinle ilgili kısım aslında, gerisi boş iş. Yani yok siyasal simge, yok bilmem ne, bunlar boş iş. İşin kendinle ilgili kısmı asıl öğretici olan. Çünkü insanın görüntüsü mühim bir şey, rujunu seçersin, saçının şeklini seçersin, bakışı bile seçersin. Başörtüsü altındayken o kadar çok siyasal yük bindirilmişti ki ona, seçemiyorduk bunların hiçbirini. Bakışımı seçemiyordum mesela, birine nasıl bakacağımı seçemiyordum.
Şöyle de bir şey var; daha 16-17 yaşındayım ama dünyanın en iyi, en çok bilen kişisi, en bir şeyi olmak isterdim çünkü o üzerimdeki taşıdığım şey, bir metrelik örtü ile üzerime koca bir tarihi giymişim. Coğrafyalar ötesi bir mücadeleyi giymişim, dolayısıyla bütün onları başarısızlığa uğratmamam gerekiyordu. Dolayısıyla da hep "En bir şey" olmam gerekiyordu. En yardım sever, en hoşgörülü, en saygılı, en iyi ders çalışan… Aklına ne geliyorsa, tabii bu da büyük bir yük.
“Başörtülü kadınların siyasal iktidara söylemesi gerekenler var”
Yaptığım röportajlarda gördüğüm kadarıyla, başörtüsünü kendi isteğiyle kullanan kadınların da toplumda belirlenmiş “başörtülü kadın kimliği” ile bir derdi var. Yaptıkları, giydikleri, söyledikleri bu kimlik dahilinde sorgulanıyor ve yargılanıyor bu konudaki düşünceniz nedir?
Bir köşe yazarı yazmıştı ya, "Başörtülü bir kadın sigara içmez"miş… Başörtülü bir kadın başörtüsüz bir kadından fazla hiçbir şey yapmak zorunda değil. Ne dinen, ne ahlaken, ne az ne de çok. Benim için o kadar net.
Fakat ben bu konunun burasında değilim, öbür tarafındayım. Yani başörtülü kadınların siyasal angajmanlarıyla ilgili bir şey söylüyorum. Siyasal angajman meselesinde şöyle bir durum var; şu anda başörtülü kadınların, siyasal iktidara "Benim üzerimdeki şeyle veya dinimle böyle bir hükümranlık kuramazsın" deme sorumlulukları var. Geriye kalan her şeyi yapabilirler.
Dediğim gibi bu başörtüsü davası da, dindarın modernlikten pay alma davası da yeni davalar değiller. Fakat şimdi onların bu birikmiş davasının geleneği, bu davanın siyasal geleneği daha doğrusu, açıkça zulmeden bir siyasi iktidar tarafından bir meşruiyet aracı olarak kullanılıyor.
Burada bir sorumlulukları var, burada "Hayır kardeşim, sen benim inancımı kullanarak bunu yapamazsın. Çünkü sadece senin değil, aynı zamanda benim" demeliler. Bunu demedikleri noktada bence büyük bir sorumluluk alıyorlar. Yani dindar ya da başörtülü kadının onun sahip olduğu, onun taşıdığı bir şey üzerinden böyle bir siyaset üretildiği için bununla mücadele etme zorunluluğu öncelikli olarak var.
“Muhafazakarlığın içi boşaltılmış durumda”
Eskiden kişilerin özgürlüklerine ve hayat tarzına müdahaleler başörtüsüne yoğunlaşmıştı. Son birkaç senedir ise kadınların etek boyuna, şort giymesine, alkol kullanımına müdahaleler var. Siz bu müdahaleleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Muhafazakar kesim bu müdahaleleri hakkında ne düşünüyor, biliyor musunuz?
Muhafazakar kesimin bunlara ilişkin olarak pek bir şey düşündüğünü zannetmiyorum. Buna karşı çıkan vardır, ki var zaten. Buna "eyvallah" diyen de vardır.
Bütün bunları muhafazakar bir toplum tahayyülü için olduğu ortada ve tam da böyle şeylere muhafazakar kesimin kadınlarından ne kadar tepki geldiğine bakarak, ben gerçekten birlikte bir şeyler yapamayacağımızı düşünüyorum. Çünkü yeterince tepki gelmiyor o taraftan. Tek tük geliyor, onlar da bir şey söyledikleri zaman kendi mahallelerinden dayak yiyorlar zaten.
İstersen en başa gidelim; zaten bu yüzden başörtüsü popüler bir şey olmaktan çıkmıyor. Yani başörtüsü, bir muhalif söz aracı olmaktan çıkıyor, piyasalaşıyor. Yani istedikleri oluyor; normalleşiyor. Normalleşen her şey sıkıcıdır zaten, sıkıcılaşıyor. Bu tür müdahaleler genellikle erkekler tarafından yapılıyor.
Şu bir gerçek ki, sekülerlerin kendi adlarına erkekler veya devlet tarafından dövülmesinden memnuniyet duyan bir muhafazakar kesim olduğu da ortada. Bu da muhafazakarlığın geleceği hakkında epey kötümser bir tablo koyuyor ortaya çünkü bu şekilde bir şeyin çok uzun süre yaşaması mümkün değil. Sürekli dışarıda bir şeyler bırakarak muhafazakar yoluna devam ediyor, en sonunda kendini de kapının dışına bırakır ve biter bu iş. Zaten bitiyor... Zaten insanlar muhafazakar olmuyorlar artık...
İnsanlar artık gerçekten o değerlere inandıkları için falan değil, orada kariyer yaptıkları için, para kazandıkları için, birbirlerinden korktukları için, dayak yemekten korktukları için falan bu muhafazakar çevrelerin içerisinde kendilerini ifade ediyorlar. Dolayısıyla muhafazakarlığın da içi iyice boşalmış vaziyette.
Hep söylüyorum, hep de söyleyeceğim; çok orijinal bir sekülerleşme, tam da muhafazakarların çocuklarının kendi ailelerinin düşüncelerinden ve yaşam tarzlarından sıkıldıkları için icat ettikleri bir sekülerleşme koptu, geliyor.
“Muhafazakarlar insanlar dinle yüzleşiyor, Müslüman 68'i geliyor”
Şu anda senin gördüğün kadarıyla başörtüsünü çıkaran kadınlar ne şekilde mücadele veriyorlar?
Şöyle söyleyeyim; hakikaten bugün bu kadınların başlarını açmak için verdikleri mücadele bizim 90'larda başımızı örtmek için verdiğimiz mücadelenin aynısı. Zaten bugün "Gümbür gümbür geliyor" dediğim sekülerizmin ilk işaret fişeği bu, bunu da kadınlar yapacak, erkeklerde o cesaret yok.
Bu insanlar, yani başlarını açmak için mücadele veren kadınlar, muhalif söylemi benimsemiş birkaç erkek de tanıyorum, bu muhafazakar çevreden çıkmış olan bu insanlar ilmek ilmek, tırnaklarıyla oyarak dinle yüzleşiyorlar ve oradan bir sekülerizm çıkarıyorlar, bu çok acayip bir şey. Çünkü bu onların yaşama bilgisi. Kendi yaşama bilgilerinden etik sebeplerle vazgeçiyorlar.
Bu neye benziyor biliyor musun? Türkiye'nin 68'lileri -bu dünyada da böyle- genelde zengin ailelerin çocuklarıydı. Bu çocuklar ailelerinin zenginliklerinden, o aristokratik seçkinliklerinden etik sebeplerle vazgeçiyorlardı. Bu ona benziyor, şimdi Müslüman 68'i geliyor, gör bak sen. Hem de koştura koştura geliyor.
Onlar sayesinde hepimiz başka bir İslam ile tanışacağız. Daha neler çıkacak bu konu üzerine, kitaplar yazılacak, şarkılar yapılacak, resimler yapılacak, konuşmalar yapılacak, sohbetler yapılacak ve aklına daha ne gelirse. Buradan öyle güzel bir şey çıkacak ki, bu şekilde olan, bu mücadeleyi veren o kadar çok insan var ki... Ben asıl erkekleri merak ediyorum. Bu mücadelenin neresinden tutacaklar veya bir yerinden tutacaklar mı? (BC/ÇT)
Ayşe Çavdar hakkındaAnkara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü'nden 1997'de mezun oldu. Pek çok gazete, radyo ve dergide, sonra da sivil toplum kuruluşlarında çalıştı. 2004'te Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü'nde yüksek lisansını, European University of Viadrina, Frankfurt-Oder'de kültürel antropoloji alanında yazdığı "Tevazu Kaybı: Müslüman Ailenin Mahalleden Siteye Taşınma Macerası" başlıklı tezini tamamladı. Akademik çalışmalarını ve gazeteciliği şimdilik Almanya'da sürdürüyor. |