“Etrafımda açılan insanlar var. Bunu, yani açılmayı kendim için hiç düşünmedim. Nasıl ki insanlar saçlarında sarı renk kullanır, kızıl kullanır, ben de örtünmüşüm artık. Ben böyle tanınıyorum, böyle bakıyorum. Yoksa saçımın bir kenarı göründü diye cehennemlik olurum gibi şeylere inanmıyorum. Böyle bir şeyle karşılaşmadım kitapta.
“Yarın bir gün ayrıştırma süreci başörtüsüzler için başlarsa, başladığında, ben bir başörtüsüz bile kalsa ve ‘Ben başımı örtmek istemiyorum’ dese ben onun yanında duracağım, onu savunan tarafta yer alacağım.”
Hadiye Yolcu, 34 yaşında muhasebeci ve sosyoloji öğrencisi bir kadın. Bir çocuğu var. 20 yaşından beri kendisi tercih ettiği için başörtüsünü örtüyor.
Hadiye Yolcu ile kendi fikirsel dönüşümünü, aldığı tepkileri, başörtülü ve başörtüsünü çıkaran kadınları konuştuk. Kapandığında çok fazla dini bilgisi olmadığını söyleyen Yolcu, Kuran’ı anlamaya ve araştırmaya başladığında ezen ve ezilen ayrımını yapabildiğini ve bu doğrultuda her zaman ezilenin yanında olduğunu, olacağını dile getiriyor.
Ne zaman ve nasıl başını örtmeye başladın?
20 yaşımda örtündüm. Okulu bırakmıştım, nişanlanmıştım. O dönemde bana kimse karışmıyordu ama annem “Kapansan iyi olur “ diyordu. Hatta üniversiteye giderken bir dönem bir dini kuruma ait yurtta kaldım. Annem oraya gidersem kapanırım diye beni oraya göndermiş ama bu bende ters tepti. Oraya gidince daha da uzaklaştım bu fikirden.
Daha sonra kendi isteğimle örtündüm, kimsenin böyle bir beklentisi yoktu hatta nişanlım şaşırmıştı beni örtülü görünce. Bunu neden yaptığımı ben de bilemiyorum. Artık evlenecektim, hanım hanımcık olmak içindi sanırım. Yoksa tam olarak bir inanç doğrultusunda yapmadım, yani henüz o kadar donanımlı değildim din konusunda. İnanç vardı ama bu inanıp inanmamanın farkında olmazsın ya, sorduklarında “Müslüman’ım elhamdülillah “ dersin sadece, o düzeydeydi işte inancım. Yoksa kitabı okuyayım, araştırayım, öğreneyim inancı değildi. Küçükken din konusunda ne öğretilmişse, Kuran kursunda ne öğrenmişsem o düzeydeydi din bilgim. İslam hakkında düşüncelerim çok yoktu ve böylelikle kapanmış oldum.
İlk kapandığın zamandan bugüne ideolojik ya da fikirsel olarak bir dönüşüm yaşadın mı?
Dediğim gibi kapanırken dini bir donanımım yoktu ama sonrasında hem okuma merakım başladı hem de Kuran’ın verdiği mesajı merak etmeye başladım. Okumaya başladığımda da nereden başlayacağımı bilmiyordum. Elimin altında Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsiri vardı, onda da ayetlerin iniş sırasına göre değil de Kuran’daki sırasına göre başlıyorsun, direkt Bakara suresinden yani. O dönem işte, İsrailoğulları ile ilgili ayet vardır, “Üstün kılınmışlardır” diye. Ona denk geldim. Okuyorum, okuyorum, “Üstün kılınmıştır” diyor. Sonra ben de dedim ki, “Beni neden İsrailoğulları’ndan yaratmadın?” ve kitabı kapattım.
Baktım bu böyle olmuyor, bilen birine sormak lazım dedim. O dönemler evde sıkılıyordum ve iş arkadaşlarımın kız kardeşleriyle tanışmıştım. Onlar da Nur Cemaati’ndenmiş. Kendi aralarında bir araya gelirler, sohbet ederlerdi. Beni de çağırdılar ve onlarla görüşmeye başladım. Gittim baktım Said Nursi’nin Sözler kitabını okuyorlar. Böyle birkaç ay geçti. Ben de, “Ben Kuran öğrenmek istiyorum. Yani bu bana ne diyor? Allah benden tam olarak ne istiyor? Tefsir çalışmaları yapan birileri var mı? Siz bilirsiniz” dedim. Birilerinin olduğunu söylediler ama devam ettiğim altı aylık süreçte o birilerine hiç ulaşamadık, böylelikle onlardan koptum. Sonra bir boşluğa düştüm, çünkü sorularım cevap bulmamıştı.
Sonra dedim ki, kendin bir şey yapacaksın. 2007 gibi Mustafa İslamoğlu’nu tanıdım. Aslında benim dine karşı akılcı yaklaşımım, mesajın içeriğini anlama çabam o süreçte net olarak başladı. Mustafa İslamoğlu’nun bütün külliyatını aldım. Çünkü ilk defa, ayetleri Kuran’daki sırasına göre değil de, ayetlerin inme sırasına göre okuyordum ve ilk kez peygamberin hayatıyla ayetlerin paralel okumasıyla karşılaşıyordum. O dönem başörtüsünün gerekliliğini anladım ve “Ben doğru şeyi yapıyorum” dedim.
O zamanlar bende Kuran’ın sosyoekonomik, politik okuması hala yoktu. İyiler ve kötüler var mesaja göre. Yine düşmanlarım din dışı olanlardı. Yani kafam böyle devam ediyordu.
Sonra 2012’de İhsan Eliaçık’ı tanıdım. Ondan sonra ezen ve ezilen ayrımı yapmaya başladım. Din beni çok farklı bir zemine çekti o zaman. Kuran’ı başka bir bakış açısıyla okumaya başladım ve mesaj bu sefer daha ağırdı; daha yüklü, daha dolu.
Fikir olarak değişen diğer bir düşüncemse kapanma konusunda oldu. Yani aslında Kuran’ın esas mesajını anladıktan, sonra meselenin bu olmadığını anladım, diyeyim. Memlekette yıllardır kopan gürültünün, bazı şeylerin üstünü örtmek için yapıldığının farkına vardım. Yoksa saç, tüy, kıl değildi mesele. Etrafımda açılan insanlar var. Bunu, yani açılmayı kendim için hiç düşünmedim. Nasıl ki insanlar saçlarında sarı renk kullanır, kızıl kullanır, ben de örtünmüşüm artık. Ben böyle tanınıyorum, böyle bakıyorum. Yoksa saçımın bir kenarı göründü diye cehennemlik olurum gibi şeylere inanmıyorum. Böyle bir şeyle karşılaşmadım kitapta.
Başörtün üzerinden herhangi bir ayrıştırılma veya yargılamaya maruz kalıyor musun? Ne tür tepkiler alıyorsun?
Üniversiteyi yarım bırakmıştım, daha sonra açıktan üniversite okumaya karar verdim. Ama üniversite sınavına başörtüsü ile almıyorlardı. 2004’ten 2011’e kadar ben bunu bekledim. Açık öğretim sınavlarına alıyorlardı ama ÖSYM sınavlarına almıyorlardı. Gireceğim ve üç saat başımı açacağım. Sürekli kendime şunu sordum, “Ne İstiyorsun? Diploma istiyorsun ama sana bu diplomayı verecek olanlar diyor ki, benim istediğim gibi girersen, sana diplomanı veririz.” Gerçekten çok ağır geliyordu. Bana şart koşulması, olduğum gibi kabul edilmeyişim ağır geliyordu. İlk 2011’de serbest oldu, ben o zaman sınava girdim. Bu devlet tarafından maruz bırakıldığım bir ayrıştırılmaydı.
Öte yandan Gezi döneminde çok ayrıştırma ve tepki ile karşılaştım. Çünkü daha öncesinde sokağa inmiyorsun, kamusal alanda çok görünür değilsin ama o dönemde sokağa inmemle birlikte bazı tepkiler aldım. Muhafazakar kesimden çok tepki aldım, "Sen başörtülüsün, nasıl böyle isyankar olursun", "Sen başörtülüsün nasıl solcuları savunursun?", "Nasıl içki içenlerle oturup kalkarsın?" gibi tepkilerle karşılaştım.
Diğer taraf ise, yani seküler, laik dediğimiz taraf ise başlarda kendilerinden gördükleri için başta alkışlıyorlar, destekliyorlar falan ama Gezi'nin içindeyken bile bazı insanlar bana, "Devrim yapacaksınız ama o başörtünün devrimde ne işi var" gibi şeyler söyleyebiliyorlardı. O zaman diyordum ki; "Siz devrimi yaptınız da benim örtüm mü gerildi önünüze?"
Ama ben bunları münferit olaylar olarak görüyorum. Devletin bana yaptığını ben asıl ayrıştırma olarak görüyorum. Şu anda bir başörtüsü sorunu yok ama ilerde başörtülü olmayanlarla ilgili olarak bu ayrıştırılma sürecine girilecek. Ben öyle ön görüyorum. Bir dönemler Nur Serter'lerin toplumu çağdaşlaştırma süreçleri vardı. O dönem Atilla hoca onlara çok güzel bir cevap vermişti; "Bu otorite, bu güç el değiştirdiğinde sizi kim savunacak, sizi hangi ilkeler savunacak? Siz zannediyor musunuz ki bu güç hep sizin elinizde olacak?"
İşte tam onun dediği sürece doğru ilerliyoruz. Öyle olduğu zaman da biz savunacağız elbette, her zaman ezilenin yanında duracağız. Yani yarın bir gün aynı süreç başörtüsüzler için başlarsa, başladığında, ben bir başörtüsüz bile kalsa ve "Ben başımı örtmek istemiyorum" dese ben onun yanında duracağım, onu savunan tarafta yer alacağım.
Hatırladığım kadarıyla Hande Kader’in öldürülmesinin ardında yapılan bir yürüyüşe katılmıştın ve Hande Kader’in trans olması dolayısıyla epey de tepki almıştın. Neler olmuştu, nasıl tepkiler almıştın?
Şöyle bir şey var, mesela Onur Yürüyüşü düzenlenir LBGT bireyleri tarafından ben ona gitmiyorum ama o insanların özgürlüklerini bilhassa yaşam haklarını savunuyorum. O eylem Hande Kader için düzenlenmiş bir eylemdi. Kader öldürülmüştü, yakılarak öldürülmüştü. Bunun üzerine bir etiket yapıştırıp, kimliğinden ötürü görmezden gelmem mümkün değildi. Gittik, daha sonra orada çekilen fotoğraflar sosyal medyaya düşünce çok fazla hakarete maruz kaldık. Küfür edenler vardı, dinsizlikle suçlayanlar, takiyeci olmakla suçlayanlar falan, çok saldırı olmuştu. Ama çevremde güzel insanlar varmış ki onlardan hiçbir olumsuz tepki almadım.
Erkeklerin kadınlar üzerinde, bilhassa da başörtülü kadınlar üzerinde bu kadar söz sahibi olması konusunda ne düşünüyorsun?
En çok zoruma giden de o. Kimsenin benim hakkımda, yaşam tarzım hakkında söz sahibi olmasını istemiyorum. Ama işte birileri çıkıyor ki, son süreçte ilahiyatçılar ya da din kisvesi altında tanınmış bilinmiş insanlar özellikle, "Dondurma yemesinler", "Hamileler dışarı çıkmasınlar", "Sigara içmesinler" ve çoğaltabileceğin birçok şey söylüyorlar. Bunlar belli zümrelerin başındaki insanlar. Onlar bir şey dediğinde o itaatkar kültürle arkasındaki kitle de bunu savunuyor. Dolayısıyla bir çoğunluk elde etmiş oluyorlar. İster istemez o itaatkar kitleden olmayan bizlerde bile sokakta sigara yakarken bir tedirginlik oluyor. Yaşatmak istedikleri de bu. "Aman şimdi içmeyelim, birisi bir şey der" endişesi oluşturuyorlar bizde, bu endişe dolayısıyla verdiğimiz bu taviz bir zaman sonra gerçek bir korkuya ve baskıya dönüşecek ve bir bakmışsın ki dönüşmüşsün.
Yani İran'ın, Pakistan'ın tarihine baktığında son 30 yılda bir şeylerin dönüşebildiğini görüyorsun ve biz o 30 yılın 15 yılını devirdik. Bundan sonraki 15 yılda da tek bir otorite ile devam edeceğiz, bu gerçekten korkunç bir şey.
Etrafında başörtüsünü çıkarmış olan kadınlar var mı, bu bağlamda senin onlarla ilişkin nasıl?
Hep bir sebep giydirilmeye çalışılıyor; "Dinde boşluğa düştü", "Aradığını bulamadı" ya da işte "Şunları yapamadı, kapalıyken de yapamıyor içinde kaldı" gibi sebepler giydiriliyor. "Sadece böyle olmak istiyor" diyemiyor kimse. Yani “Saçı uzundu kestirdi, sarıydı siyaha boyattı, örtülüydü örtüsünü çıkardı.” Bu düzlemde bakılamıyor. Başörtüsünü takınca ya da çıkarınca ne kadar çok şey değişiyor insanların nazarında, yani bu ne kadar büyük bir şeymiş bunu fark ediyorsun.
Yani yıllarca bize acayip bir şey vermişler. Bu kadar farklı düşünen, bu kadar farklılıklara kucak açtığımızı söyleyen bizler bile zaman zaman bunu yapıyoruz. Ben kendimde de yakaladım bunu. İlk zamanlar "Niye açıldın?" diye sordum bir arkadaşıma. Ya niyeyse niye! Bir de bu Antikapitalist Müslüman ya da sadece Müslüman kimliği ile öne çıkan arkadaşlarımız başörtülerini çıkardığında daha fazla ilgi çekiyor. Hatta sonrasında bana da, "Sen kaldın, sen de seneye açarsın" diyenler oluyor. Yani başka türlü de bir baskı oluşuyor. Muhafazakar kesimden bazıları acıyarak bakıyor, "Günaha girdi" falan diyor, kimisi "Hafif kadın" şeklinde etiketliyor. Ama diğer taraf da bu muhafazakar kesim gibi baskı yapıyor ve bunun farkında da değiller.
Bana "Ne zaman açıyorsun sen de" demeleri de bir baskı. Yani neden rahatsız ediyor benim örtüm sizi? Ya da başörtüsünü çıkaran arkadaşlarım neden diğerlerini rahatsız ediyor? İkisinin de aynı zihniyette olduğunu düşünüyorum.
Bu kadınlar senin gördüğün kadarıyla nasıl tepki alıyorlar?
İlk önce tabii ailede tepki görüyorlar. Çünkü zaten kapalıysa ailede de bir muhafazakarlık eğilimi var. Ama kadın zaten önce orada devrim yapması gerektiğine inandığı için bunu bir şekilde başarıyor, yapıyor. Çevresi de zaten değişmiş oluyor o açılma aşamasına gelene kadar. Yani sonuçta bir dönüşüm geçiriyor o kadın, ben böyle okuyorum. O açılma aşamasına gelene kadar fikirleri dönüşüyor, buna bağlı olarak çevresi de dönüşüyor. Yani açıldıktan sonra da kendi yakın çevresi bu duruma alışmış oluyor. Bu noktada kadını en çok zorlayan ailesi ve toplum algısı oluyor gördüğüm kadarıyla, yakın çevresi daha çok destek aşamasında. Ben onu görüyorum.
Sence bu süreç nasıl normalleşebilir?
Normalleşme noktasında da bu çok zor. Siyasetin dili insanları kutuplaştırıyor ya, belli kesim bir gömlek giymiş, diğer bir kesim başka bir gömlek giymiş ve belli argümanlar üzerinden o kutuplaşmanın kırmızı çizgilerini çiziyorlar ve başörtüsü Türkiye'de en belirgin çizgilerden biri. Başörtülüler ve başörtüsüzler var, bu böyle ayrılıyor.
Eskiden mesela bir işe girerken ya da belli bir yerde konum almak için açılırdı kadınlar. Çünkü kamunun onayı böyleydi. İş kadını, çalışan kadın konumunda olmak için "Modern" görünmesi gerekiyordu, algı böyleydi. Muhafazakar kesim içerisindekilerin de algısı bu yöndeydi, çok radikal olanlar zaten o alana yaklaşmazdı ama yine böyle sekülerizme yakın muhafazakar kesim bunu çok rahat karşılardı. Yani kızı savcı olmuş, öğretmen olmuş onun başörtüsüz olması normal gelirdi.
Şimdi başörtüsü serbest bırakıldı, başörtülüler saraya çıktı, başörtülüler o yüksek mertebedeler. Artık başörtüsü özentiliği noktası da oldu bu işin. Şimdi belli konuma gelmeleri için kadınların kapanması gerekiyor. Kaç tane milletvekili eşi gördük kapanan, eşlerinin milletvekilliği dönemi geçti açıldılar. Eskiden kamunun onayını almak için açılırlardı, şimdiyse kamunun onayını almak için kapanıyorlar. İşin inanç kısmıyla gerçekten çok az kişi ilgileniyor. Bu inancın çok dışında bir şey. Yani inanan insan açılan bir kadın için en kötü ihtimalle bunun günah olduğunu düşünerek; "Bu onun imtihanı, kendisi yaşayarak deneyimleyecek" der. İnancında samimi olan bunu der yani. Bu inancın çok dışında, tamamen siyasi algılarla yönetilen bir durum. (BC/ÇT)