“28 Şubat süreci, hayatı ev olan kadını dışarı çıkardı. Hayatı evden ibaret olan kadınlar, bu başörtüsü yasağı ile dışarı çıktı, eylemlere katıldı. Onlara ve dahil oldukları kesime göre bir kadının hayatı ev, yegane rolü annelik iken, bu kadınlar sokağa çıktı ve aktivist oldu.”
AKP’nin kurucu üyelerinden olan akademisyen Fatma Bostan Ünsal ile 28 Şubat sürecini ve başörtüsü meselesinin bugününü konuştuk.
Ünsal, başörtüsü yasaklarının, hayatı evden ibaret olan kadınları evlerden meydanlara taşıdığını ve bu sürecin bu kadınları aktivist yaptığını söylüyor. Başörtüsü meselesinin geçmişle bugününü karşılaştıran Ünsal, 1990’lardaki kendi jenerasyonunda az kişi olmalarından dolayı birbirlerinin farklılıklarını görmediklerini ya da bu farklılıklarla ilgilenmediklerini; yalnızca başörtüsü zemininde birleştiklerini, bugünse farklı düşünen, tek tip olmayı kabul etmeyen ve kendi sorgulamalarını yaşayan başörtülü kadınların olduğunu ifade ediyor.
AKP’nin kurucu üyelerinden birisiniz ve başörtüsü konusunda parti içindeki itirazınızla akıllarda yer ettiniz. Sizi o itiraz aşamasına getiren neydi?
AK Parti’nin içindeyken dönem dönem bazı durumları eleştirdiğim, bazı kararlara karşı çıktığım olurdu ve bu durum beni ayrıksı kılmazdı. Zaten AK Parti kurulduğu dönem biz, farklı görüşlere, fikirlere açık bir yapıydık. Resmi görüşümüz, duruşumuz bu yöndeydi. AK Parti'yi iktidara getiren de biraz bu duruşuydu.
Benim partinin dışında kalmam “Bu suça ortak olmayacağız” metnine imza atmamla gerçekleşti. Daha öncesinde ise başörtüsü ile ilgili olarak, belki bizim camiamız içinde en meşru ve en anlaşılabilir görüşümü belirtmiş ve bununla ilgili de bir hayal kırıklığına uğramıştım açıkçası. Çünkü 2002'den 2011'e kadar hemen hemen çok fazla bir şey değişmemişti. Sicil affı ile başörtülü olduğu için işinden atılanlar geri dönmüştü ama hala başörtülülük bir problemdi ve işlerine geri dönen öğretmenler çoğunlukla imam hatiplere yerleştiriliyordu.
Siyaset için de aynı şeyi söylemiştik. Mesela şimdi başörtüsü yasağı hep Merve Kavakçı ile ilişkilendiriliyor ama resmiyette Merve Kavakçı'nın milletvekilliği yapamamasının sebebi başörtüsü değil. Merve Kavakçı, izin almadan ABD vatandaşlığını aldığı için bakanlar kurulundan Türk vatandaşlığı düşürüldü. Yani resmiyette böyle, gerçekte başörtüsü bunda bir etken olabilir belki fakat resmiyette milletvekilliği yapamamasına gösterilen gerekçe buydu. Biz de bu nedenle “Başörtüsü yasağı aslında mecliste defakto bir yasak, o yüzden şu anda bir yasak yoktur, mecliste de bunun temsili olsun” dedik.
Başörtüsü tartışmasında bu makullükle fikrimi belirttiğimde, geleneksel olarak Merve Kavakçı'nın milletvekilliğine başörtüsü yüzünden karşı olan kesim "Evet, neden olmasın" noktasına geldi. Fakat bu defa da parti, "Şimdi zamanı değil" dedi. Bu benim için şok edici bir şeydi. Yani 2011 bunun zamanı değilse, 1999 muydu bunun zamanı? Bülent Ecevit'in suçu neydi o zaman? Bu tutumları, hak temelli yaklaşmadıklarını gösteriyordu bana göre. Çünkü hak temelli bir yaklaşım olsa bu konuya "Zamanı değildi" gibi bir tavır almamaları gerekirdi.
Bir de başörtüsü yasakları var olduğu dönem kadınların daha fazla etkilenmesi fakat erkeklerin bu konuda daha fazla söz sahibi olması durumu var…
Bu noktada kadının ve erkeğin eşit düzeyde etkilendiği tek kurum askeriyeydi. Yani eşi başörtülü olduğu için askeriyeden atılanlar vardı. Sayıları çok azdı ama bu, büyük bir tepkiyle, büyük bir haksızlık olması üzerinden dillendirilmişti. Aslında bu tersinden şu anlama geliyor, "Evet, kadınlar olabilir, onlara müdahale edilebilir ama erkeklerin bundan dolayı etkilenmesi, mağdur edilmesi kabul edilemez."
Hatırlarsanız bunun bir benzeri Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı ile ilgili tartışmalar sırasında yaşanmıştı. Abdullah Gül, "Eşim değil ki, ben cumhurbaşkanı oluyorum” demişti ki, bu söylemi gerçekten çok talihsizdi. Halbuki "Kadın, erkek, başörtülü, başörtüsüz bu konudaki herhangi bir kısıtlama kabul edilemez" demesi gerekiyordu. Bu tür ifadeler aslında, örtük olarak "Başörtülü kadının engellenmesi çok da önemli değil, bunu kabul edebiliriz" anlamına geliyor.
28 Şubat süreciyle birlikte kadınlar kendilerine bir alan açtı ve o alanda bir direniş başlattı. Kadınlar açısından siz o dönemi nasıl okuyorsunuz?
Benim okula başladığım dönemde başörtülü kadınlar yeni yeni bir meslek edinmek için okumaya başlamıştı. Mesela ben Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdiğimde ilk başörtülü öğrenciler ben ve çevremdeki arkadaşlarımdı. O dönemde kadının vali olması, büyükelçi veya herhangi bir üst mevkide olması hiç düşünülmeyen bir şeydi. O yüzden o dönem, "Başörtülü kadınlar neden bu meslekleri yapamıyor?" diye sorulmamasını, bunun bir sorun olmamasını anlayabilirim. Çünkü zaten bu okullarda başörtülü kadın ya yoktu ya da çok azdı. Bu sebeple zaten 28 Şubat döneminde daha çok eğitim hakkı öne çıktı, çünkü var olan bu hak engellenmiş oldu. Bu sürecin sonrasında kadınlar çalışma hakları için mücadele ettiler.
Bir de şöyle bir durum var; Türkiye'de düşünce akımları arasında en büyük tartışma yaratan mevzu Batıcı ekiple, İslamcı ekip arasında oldu. Bu noktada ilk önce bu düşünce akımlarının ortaya çıkışına bakmak gerekiyor. Batıcılık akımı, Osmanlı'nın gerilemesiyle birlikte ortaya çıktı. O dönemde İslamcılar da Batıcılar da aynı düşüncedeydi. Peki ikisi arasındaki fark neydi? Batıcılar tamamıyla, yani adabı muaşeretiyle, eğlence anlayışıyla Batı'yı örnek alalım derken; İslamcılar, "Batı’nın teknolojisini alalım, kültürünü almayalım" düşüncesindeydiler.
Almayalım dedikleri bu kültür nedir? Kadın. Yani bu ayrışma kadın üzerinde, kadının rolüyle ilgili ortaya çıkıyor. Çünkü kültürü almak, kadının tıpkı Batı'da olduğu gibi çalışabilmesi anlamını da taşıyor. Ben okurken kadınlarda şu anlayış vardı; "Ben okuyacağım ve kültürlü anne olacağım." Bu bir düstur, bir ezberdi okuyan başörtülü kadınlar için.
28 Şubat süreci, işte bu hayatı ev olan kadını dışarı çıkardı. Onlara ve dahil oldukları kesime göre bir kadının hayatı ev, yegane rolü annelik iken, bu kadınlar sokağa çıktı ve aktivist oldu.
Bu, tabii ki çeşitli kırılmalara yol açtı ama bu düsturun da değişmesi zaman alıyor. O dönemde kadınların bu mağduriyetini o kadar büyük bir sesle dile getirmemelerinin sebeplerinden biri de bu. Yani iş hayatında kadınlar zaten yoklar ve olmayan bir şey için de büyük bir ses çıkarmak problem. Ama var olan bir hakkın ellerinden alınması büyük bir feverana yol açabiliyor tabii. Başörtüsü yasağı sürecinde eğitim konusunun öne çıkmasının sebebi bu.
28 Şubat'tan sonra kadınlar açısından ne değişti?
Başörtülü kadınlar açısından 28 Şubat sonrasını değerlendirecek olursak şunları görebiliriz: Çok uzun süre süren başörtüsü yasağı nedeniyle daha genç kuşak başörtülü kadınların bir kısmı okulda ve çalıştıkları yerlerde başörtülerini çıkararak okumaya veya çalışmaya zorlanmıştı. Bu yasağın kalkması ile kadınlar bu zorlamadan kurtulmuş oldular.
Başörtüsünü çıkarmayan ve bu süreçte eğitim, çalışma ve siyasi alandan tümüyle dışlanan kadınlar çok aktif olarak sivil toplum alanında yer almışlar, farklı alanlarda çalışan sivil toplum ile de temas imkanı bulmuşlar ve bu yüzden de çok görünür olmuşlardı. Yasak kalktıktan sonra ise kendi profesyonel alanlarına çekilen başörtülü kadınlar artık farklı alanlar ve farklı gruplarla çalışmaya istek, zaman ve fırsat bulmuyor görünüyorlar.
Toplumda başörtülü kadınların fikir ve davranışlarına müdahale daha mı meşru görülüyor sizce? Medyada bu minvaldeki haber ve köşe yazıları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Özel olarak başörtülü kadınlara daha çok müdahale var mı, bilmiyorum. Başörtülülerden daha fazla bir beklenti var elbet, başörtülü kadınların daha hanım hanımcık olması beklenebiliyor mesela ama evet, çok rahat müdahale edilebiliyor kadınlara. Hatta belki de başörtüsü yasağı da kadının müdahale edilebilir olarak görülmesinin göstergesi.
Emine Erdoğan'ın başörtüsüne bile o kadar sıradan bir şekilde söz söyleme hakkını kendilerinde görebiliyorlar. Kadın olduğu için oluyor bu. Kadını, üzerine söz söylenebilir kılan algıdan kaynaklanıyor.
Kadın hareketi bugün, kadını müdahale edilebilir gören algıyla da mücadele ediyor. Bu noktada onların mücadelesine bakışınız nedir?
Feministlerin yaptığı o kadar güzel şey var ki; bu mücadeleler, kız kardeşlerin yaptığı şeyler o kadar değerli ki… Nitekim Arabistan'da görüyoruz, bugün en temel şeyler, araba kullanmak bile yakın zamana kadar engelleniyordu. Bu şekilde İslam’a da en büyük zararı vermiş oluyorsun, İslam'ı bozmuş oluyorsun. Kuran’ın bir metodu da bu; süregelen kötülüklerin bir zorunluluk olmadığını, aksine değiştirilmesi gerektiğini ilahi bir müdahaleyle anlatıyor. Bu anlamda kadınların verdiği mücadele de Kuranî bir metod bana göre.
Öte yandan kadına müdahale etme durumu yalnızca dindar çevreye özgü de değil, kadın hareketinin içinde de kimi zaman benzer müdahalelerle karşılaşılabiliyor. Örneğin geçenlerde katıldığım bir kadın toplantısında evlilik aleyhinde konuşmalar yapıldı. Hani muhafazakârlar için evlilik ne kadar gerekli veya kutsalsa, diğer taraf için de aynı derecede olmaması gereken bir şey. Hayır, ne istiyorsa onu yapsın kadın, evlenmek istiyorsa evlensin, istemiyorsa evlenmesin. Yani var olan ortak iyiler üzerinden konuşmalar yapılabilir. Bu konuşmalar, tartışmalarla kadının yaşamına müdahale etmeden gerçekleşebilir.
Biz de kadının yalnızca aile içinde var olmasına karşıyız, ama bunun için evli veya evli olmayanlar birlikte karşı çıkmalıyız. Ancak böyle başarılı olabiliriz. Birbirimizi ayrıştırarak, birbirimizin hayatına müdahale ederek değil.
Bu şekilde, varlığını yalnızca aile içinde edinmiş olan kadına da ulaşacak sözü üretemezsin, hâlbuki bizim asıl o kadınlara ulaşmamız gerekiyor. Kadınlar kutuplaştırılıyor ve bu kutuplaştırmayı aşabilecek olan da yine kadınlar. “Başörtüsü ile özgürlük olamaz" düsturunun hâkim olduğu yerde başka şekilde düşünen insanların sesi kısılıyor ve düşüncesi arka plana gidiyor. Şimdi bu algı kırılmaya başlarsa, dindar olup farklı düşünen kadınlar için bir konuşma alanı olabilir diye düşünüyorum.
Başörtüsü konusunun bu kadar uzun süre konuşulması, gündem oluşturması ve öne çıkmasının sebebini neye bağlıyorsunuz?
İsmail Beşikçi hocanın güzel bir sözü var, "İnsanların çeşitli kimlikleri olur. Hangisini bastırırsan o öne çıkar." Başörtülülük de yasaklanmamış olsaydı belki bu kadar öne çıkmayabilirdi. Yani başörtüsü üzerinden eğitimde, çalışma yaşamında kadına engel olunmasaydı bugün bu konu bu kadar gündemde yer etmezdi. Mesela şu an başörtüsü konusu çok önde değil, çünkü başörtülü kadınların geçmişte yaşadığı birtakım problemler bugün yok ve artık bir çoğulculuk var başörtülüler arasında da. Artık farklı düşünen, tek tip olmayı kabul etmeyen, kendi sorgulamalarını yaşayan başörtülü kadınlar var. Diğer insanlar veya kesimler bunu görmese de başörtülüler kendilerini biliyorlar. Oluşturulan tek tip kalıba uymuyorlar.
Bizim öyle bir şeyimiz yoktu çünkü az kişiydik ve bir kadının başörtülü olması bizi aynı zemine yerleştiriyordu. Birbirimizin farklılıklarını ya görmüyorduk ya da bu farklılık bizi ilgilendirmiyordu.
2018'deyiz. Sizce bu "başörtüsü sorunu" çözüldü mü? Başörtülü kadınlar bu konuda ne düşünüyor?
Eğitim alanında yasağın tam olarak kalktığını söyleyebiliriz, çalışma hayatında ise resmi yasağın ötesinde engeller söz konusu olduğu için tam bir eşitlenmeden bahsedemeyiz ama zamanla bunun üstesinden gelinebilir. Toplumsal olgular bir anda tümüyle değişmez zamanla çözülmesini beklemek daha rasyonel geliyor.
Genel olarak başörtüsü üzerinden yapılan tartışmalara nasıl bakıyorsunuz?
Başörtüsü, hukuki bir kısıtlama olmadığı sürece beni kısıtlayan bir şey değil. Onun dışında buna karşı çıkanlar beyinlerini açmalılar, beni bir kategoriye koyuyorlar diye kendimi değiştirmek istemiyorum. Ancak, aramızda bunun köprüleri kurulabilir, ortak iyiler üzerinden bir bağımız olabilir, konuşacağımız konular bu ortak iyiler üzerinden belirlenebilir.
Öte yandan başörtüsü artık eski gösterdiğini de göstermiyor gibi geliyor bana. Yani biz başımızı örterken bir temsil anlayışımız vardı. Giyinmemizden, konuşmamıza, her davranışımıza kadar başörtülü kadını temsil ettiğimize inanırdık. Aslında bir kalıba girmek gibi değil de, bunun bize yüklediği bir sorumluluk varmış gibi düşünürdük. Yani sadece giyinme, davranış bazında da düşünmeyin. Biz kendimizi geliştirmeye çalışırdık, toplumsal birtakım sorunlara eğilmeye çalışırdık. Yani sol jargondaki gibiydi aslında düşüncemiz, şuna inanırdık; "Kurtuluş olunca, kadın da kurtulacak."
Şimdi artık biraz da sıradanlaştı gibi başörtüsü, birçok kadın biraz da "Uydum kalabalığa" mantığı ile örtüyor sanırım. Bunu söylememin sebebi de, şu anda insanlar için var olan öncelikler; başörtüsünün birçok günahın ve farzın önünde tutulması durumu. Yani dinin yalnızca başörtüsü üzerinden var olduğu, diğer hiçbir farzın bu kadar önem teşkil etmediği ya da başka bir bakış açısıyla diğer işlenen günahların başörtüsüyle tolere edilebildiği anlayışından bahsediyorum.
Her dinde "Öncelikler" konusuna çok vurgu vardır. Örneğin bir yemin ediyorsan, o yeminini yerine getirmen lazım. Ama o yemini çiğneyeceksen, önce bozmalısın yeminini. Biraz önemsiz gibi geliyor ama bu öncelik çok önemli. Bazen "Acaba bu işi yanlış mı yaptık?" diyorum. Yani başörtüsü dediğimiz konu dinde yer alan diğer farzların, günahların önüne geçiyorsa, birtakım öncelikler yok sayılıyorsa bu gerçekten bu yanlış bir şey. Esas din, o öncelikli olarak yapman gereken şeylerden ibaret zira.
Bir kadın başörtüsü taktığında ve çıkarttığında muhafazakar kesimden ve laisist kesimden nasıl tepkilerle karşılaşıyor?
Başörtüsü takmak veya çıkarmak muhafazakar kesimde eski dönemle kıyaslandığında daha sıradan olaylar olarak görüldüğü kanısındayım. Eskiden sayımızın çok az olduğu başörtülü öğrenciler olarak bizim için başörtüsü, şimdi geriye bakarak söylüyorum, belki de çok fazla önemli bir husustu. Hemen her kişisel, grupsal hatta sınıfsal özelliği ikinci plana itiyordu. Öğrenciliğim döneminde çok az sayıda olduğumuz için İstanbul’daki başörtülü öğrenciler birbirimizi tanırdık. Şimdi, aynı sınıfta bile 6-7 başörtülü öğrenci olunca kişisel zevkler gibi daha farklı hususlar arkadaşlık için önemli olacaktır doğal olarak.
Laisist kesimler ise başörtülüleri AK Parti uygulamalarını benimseyen, en geleneksel İslami yorumları şüphe etmeden destekleyen kişiler olarak görüyorlar diye düşünüyorum. Bu yüzden özellikle hükümet politikalarını eleştiren laisistler için başörtülü kadınlar, maalesef çok rahatlıkla eleştirilerini hatta öfkelerini yönelttikleri “obje”ler oluyor.
Eskiden kişilerin özgürlüklerine ve hayat tarzına müdahaleler başörtüsüne yoğunlaşmıştı. Son birkaç senedir ise kadınların etek boyuna, şort giymesine, (genel) alkol kullanımına müdahaleler var. Siz bu müdahaleleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Muhafazakar kesim bu müdahaleleri hakkında ne düşünüyor, biliyor musunuz?
Müdahale alanları birbirine zıt gibi görünse de her iki tavrın ortak noktası esasen kadının seçimine müdahaledir. Hangi seviyede olursa olsun, ister Başbakan eşi ister milletvekili olsun, kadın, hemen herkesin rahatlıkla müdahale edebildiği bir konumda oluyor. Bu tür müdahalelerin etraftan büyük tepki gelmeden rahatlıkla yapılmasının esas sebebi budur diye düşünüyorum.
Muhafazakar kesimin, kadınların etek boyuna müdahale edilmesini tasvip etmese de bu tür tavırlara çok büyük bir infial duymadığını söyleyebilirim. Zaten başörtüsü yasağına itiraz ederken muhafazakar kesimin büyük kısmının hareket noktası kadının seçimi olmamıştı. Kadının seçimi üzerinden yasağın kabul edilemezliği yerine dini bir vecibe olması öne çıkarılarak yasağın kalkması gerektiği ifade edilmişti. (BC/ÇT)
SON
Fatma Bostan Ünsal hakkındaİstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilimler Fakültesi mezunu. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Yüksek Lisans yaptı. 2001 yılında Georgetown Üniversitesi, Center for Muslim-Christian Understanding’de misafir araştırmacı olarak, Türkiye ve ABD’nin laiklik anlayışlarının, tarihsel bir arka plan ve yakın dönemli tartışmalı konularını karşılaştırmalı bir analizini çalıştı. Başkent Kadın Platformu’nun 2001 dönemi başkanlığını yürüttü. AKP’nin kurucu üyelerinden biri. Ak Parti’de Sosyal İşler Başkan Yardımcısı (İnsan Hakları) olarak çalışma yürüttü. |